Sinan KAVRAKOĞLU
  • 24/09/2016 Son günceleme: 24/09/2016 11:55
  • 5.003

Ebubekir Sifil Hoca’nın 10 Mayıs 2012’de kaleme aldığı “İslami kesimin çetin imtihanı” başlıklı makalesi bir süre önce yeniden sosyal medyada paylaşılmaya, gündeme gelmeye başladı. Hakikaten de 28 Şubat’ın zulme dûçar olmuş mütedeyyin kesimlerinin bir bölümünün, siyasal iktidarın muhafazakârlar lehine el değiştirmesiyle birlikte nasıl bir dönüşüm geçirdiğini, çığa dönmüş kartopu misali değerleri nasıl da eritip yok ettiğini üzülerek ama ibretle izliyoruz.

Hâlbuki bu kesimler muhafazakâr iktidar eliyle kendilerine tevdi edilen bu emaneti çok daha makul ve erdemli kullanabilir, gelecek nesillere şerefle taşıyabilirlerdi. Ama maalesef bir kısmı sonradan görmeliğin girdaplarında, bir kısmı da light(!) Müslümanlık nifakında yok oldu gitti.

Ha unutmadan; bir kısmı da Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti’sinde siyaset yapma yolunu seçti. Erdoğan isminin ardında yıllarca çeşitli yollarla konumlarını muhafaza ettiler ve maalesef halen piramidin en alt basamaklarına indikçe siyasetin giderek sıradanlaştığını, kalitesini kaybettiğini görüyoruz. Geçelim…     

Makalede sol ideolojinin vahşi kapitalizmin şeytani cazibesine kapıldıktan sonra yaşadığı evrilmenin bir benzerinin 28 Şubat sürecindeki ağır travmanın ardından yaşanan siyasi zaferle birlikte İslami kesimde de baş gösterdiğine işaret ediliyor.

İfadeler tam olarak şöyle; “Üç aşağı beş yukarı aynı durum özellikle 28 Şubat’tan sonra “İslami kesimde” görüldü. Belki öncesinde yerel yönetimlerde elde edilen başarıyla birlikte bir “çözülme” başlamıştı; ama öze dokunan dönüşüm 28 Şubat sonrasında yaşandı.”

Kısmen katılmamak mümkün değil. Ancak sol cenah için evrilme gibi görünen bir süreci muhafazakâr kesim için “çözülme” deyimiyle adlandırmak ne derece doğru?

Yakın tarihe baktığımızda; İslami kesimin çok daha ağır travmalar yaşadığı 1932-1950 döneminde bu gün yaşanan negatif örneklerin bir tekini bile göremiyorsunuz. Bu zulüm 1950’deki muhafazakâr iktidarla sona ermiş ve 1960 ihtilaline kadar kesintisiz 10 yıl süren büyük bir siyasi güç ülkeyi tek başına yönetmişti. Tıpkı bugünkü gibi…

Asırlarca yıkılmaz dağlar gibi hayatın her evresinde kendisini gösteren o sahabe duruşumuz, aile hayatımıza, sosyal hayatımıza ve beşeri ilişkilerimize ekilen fitne tohumlarının birer birer yeşermesiyle bu gün yerini emniyetsizliğe terk etti.

Ben bu gün yaşanan emaneti yitirme halinin o dönemde yaşandığına dair hiçbir iz bilmiyorum. Yanılıyorsam lütfen düzeltin…

Makalenin son bölümü beni çok sarstı; “28 Şubat sürecinin oluşturduğu sindirilmişlik psikolojisi, sürecin tersine dönmesiyle yay etkisi yaptı adeta. Bu sürece kadar sürekli olarak içine atan, sabreden, yumruğunu ısıran İslami kesim, bir anda kendisini siyasal iktidar olarak görünce zemberek boşaldı. Kontrolsüz bir açılım, baraj kapaklarının aniden açılmasıyla ortaya çıkan manzarayı andırır şekilde hayata fırlattı İslami kesimi. Ekonomik imkânlar, iktidar, statü, uluslararası saygınlık… Bir anda baş döndürücü bir hayatın içine savruldu musalli insanlar.

İslami kesimdeki bu hızlı dönüşümü fark eden profesyonel piyasa erbabı elbette harekete geçmek için zaman kaybetmeyecekti. İslami değerleri, ilkeleri, tarzı… Çatışma arz etmeyecek kıvama getirerek dünyaya eklemleme işini onlar üstlendi.

Geldiğimiz nokta, İslami kesimin dünyayla imtihanı büyük ölçüde kaybettiğini gösteriyor. Zühdün, takvanın, diğergâmlığın, paylaşmanın, samimiyetin… Yerini gösteriş, marka yarışı, konfor, lüks ve debdebe aldı.”

Maalesef bu tespitler de büyük oranda doğru. Biz dünyayla imtihanı kaybetmekle kalmadık, üzerimizdeki emanetleri de zayi ettik.

Kim bilir belki de bin yıl sürecek derlerken darbenin yol açacağı travmayı kastetmişlerdi… 

Vesselam…

Yazarın Yazıları