Saadettin KILIÇ
  • 27/05/2020 Son günceleme: 27/05/2020 23:11
  • 4.563

Türküleri, besteleri, sazı, sözü, filmleri ve bazı makaleleriyle içtenlikle hayranı olduğum Zülfü Livaneli de dâhil olmak üzere ülkemizdeki kimi aydınlar sözüm ona Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Şehir Hastaneleri inşaatlarını yapan siyasi iktidarı CORONA VİRÜSE karşı verilen mücadelede pek başarılı bulduklarını söylüyorlar.

Acaba gerçekten haklı mıdırlar?

Yoksa bu beyanları ile aslında siyasal iktidarın küçük, büyük genç, yaşlı dinlemeden tüm muhaliflerine karşı giderek artan baskıcı uygulamaları ve kimin, ne zaman hangi hapishanelere atılacağı belli olmayan bu zor günlerde " aman bize de dokunmasın, öyle ya da böyle tuzumuz kuru var olan huzurumuzu da kaçırmayalım mı” diyorlar?

Niyetlerini okuyamayız tabi ama bu beyanlarını ile geniş halk kitlelerini çok yanlış yönlendirdiklerini aşağıdaki gerçeklerle kolaylık kanıtlayabiliriz.

Hatırlanacağı gibi bu virüsün ilk çıkış tarihi 1 Ocak 2020 ve ilk görüldüğü yer de ÇİN’İN 11.08 milyon nüfuslu Wuhan kentidir.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın bizzat açıklamalarına göre  Türkiye'de ilk CORONA VİRÜS vakasını tespit edildiği tarih ise 11 Mart 2020’dir… 

Yani 2 ay 11 gün önce bu virüsün yayıldığı bütün dünyaya duyurulmasına rağmen ülkemizdeki siyasi iktidar 27 Şubat 2020 tarihine kadar binlerce insanı Umreye göndermeye devam etmiştir.

17 Mart 2020 tarihinde ülkemize geri döndüklerinde ise kendilerini karantina altına almaya çalışan polislerimize "Ben hastaysam, sen de hasta ol"  deyip canlı yayında yüzlerine tükürmüş ve iki polisin testi pozitif çıkmıştır…

Şimdi günümüze dönelim; ilk vakanın ortaya çıktığı ve nüfusu 1,393 milyar olan Çin’de ölü sayısı 4 bin 632 iken, 83 milyon nüfuslu ülkemizde 25 Mayıs 2020 verileriyle ölü sayımız 4 bin 369 ‘dur…

Aramızdaki ölüm farkı 242 iken, aramızdaki ki nüfus farkı ise bir milyar 311 milyondur…

Yani yaklaşık 16 tane daha 83 milyon Türkiye nüfuslu Çin’de sıfır ölüm olmuş demektir.

Gelelim kamuoyunun bütün devlet ihale işlerinde olduğu gibi halktan gizlediği veya yeterince şeffaf olmadığı Şehir Hastaneleri Efsanesine:

Kimilerinin sandığı veya savunduğu gibi bunca şehir hastanelerinin inşa edilmesi Türkiye’deki hasta yatak sayısını arttırmak ve vatandaşa daha nitelikli hizmet vermek için yapılmış bir yatırım değildir.

Çünkü bütün şehir hastaneleri şehir dışlarında yapılarak özel aracı olmayan hasta vatandaşlarımıza daha kafadan eziyet edilmiştir.

İkincisi vatandaşın ayağının dibinde mevcut ve dimdik ayakta olan faal hastanelerimizin müteahhitlerce kapatılması şart koşularak ve hasta (müşteri) garantisi istenerek bu inşaatların yapılması kabul edilmiştir. Tıpkı Osman Gazi Köprüsü ve pek çok yatırım gibi…

Tersini iddia edecek bir hükümet yetkilisi varsa ki, olabilir o halde müteahhitlerle yaptıkları anlaşma belgeleriyle kamuoyunun önüne çıksınlar ve bu iddialarımızı çürütsünler; biz de hepsinden özür diyeyim…

İşte yeni Şehir Hastaneleri yapan müteahhitlerin dimdik ayakta, faal hizmet vermekteyken KAPATILMASINI şart koştuğu ve kapattırdığı hastanelerin listesi:

ADANA: 750 yataklı Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi

MERSİN:613 yataklı Devlet Hastanesi ve 306 yataklı Kadın, Doğum ve Çocuk Hastanesi

ISPARTA:600 yataklı Devlet Hastanesi ve Kadın, 160 yataklı Doğum ve Çocuk Hastanesi

YOZGAT: Toplam bin 75 yataklı dört hastane

KAYSERİ: Bin 489 yataklı Eğitim ve Araştırma Hastanesi

MANİSA:300 yataklı Manisa Devlet Hastanesi

ELAZIĞ: Bin 700 yataklı Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Ağız ve Diş Sağlığı Hastanesi

ESKİŞEHİR: Bin 50 yatak kapasiteli Eskişehir Devlet Hastanesi kapandı. Yunus Emre Devlet Hastanesi'nin kardiyoloji, onkoloji, nükleer tıp, radyasyon ve yanık bölümleri Şehir Hastanesine bağlandı.

BURSA: 711 yataklı Bursa Devlet Hastanesi, 200 yataklı Bursa Prof. Dr. Türkan Akyol Göğüs Hastalıkları Hastanesi, 163 yataklı Zübeyde Hanım Doğumevi

ANKARA: Toplam 2 bin 950 yatak kapasiteli Atatürk Eğitim ve Araştırma, Numune Eğitim Araştırma, Dış kapı Eğitim Araştırma, Yüksek İhtisas Eğitim Araştırma Hastanesi kapatıldı.

Hizmete açılan Şehir Hastaneleri:

ADANA: Şehir Hastanesi: 1550

 MERSİN: Mersin Şehir Hastanesi: 1.294

 

 ISPARTA: Şehir Hastanesi: 755

     

YOZGAT: Şehir Hastanesi: 475

   

 KAYSERİ: Şehir Hastanesi: 1.607

 

 MANİSA: Şehir Hastanesi: 558

  

 ELAZIĞ: Şehir Hastanesi: 1.038

 

 ANKARA:  Bilkent Şehir Hastanesi: 3.711

 

 ESKİŞEHİR: Şehir Hastanesi: 1.081 

 

 BURSA: Şehir Hastanesi: 1.355 

Aradaki fark sadece 1357’dir…

Kaldı ki Türkiye genelinde CORONA VİRÜS salgını nedeniyle hiçbir hastanemiz yüzde yüz yatak doluluğuna ulaşmamış ve şehir hastaneleri hiç yapılmasaydı da; ne hastane, ne de yatak sayısı sorunu ülkemizde kesinlikle yaşanmayacaktı ve yaşanmamıştır.

Fakat hiç gerekmediği yani acil bir ihtiyaç olmadığı halde Şehir Hastaneleri Efsanenden çok yüksek avantalar edinen pek çok müteahhitlerimiz milletin alın teri vergileriyle çok büyük karlar elde etmişlerdir.

Hiç unutturmamakta da hepimiz için yarar var diye sık, sık yineliyorum, bu müteahhitlerden en ünlü ve en zengin olanı bu gerçeği 2014 yılında internete düşen videoda, zaten şöyle ifade etmişti. “Bu milletin a…..a kocağız”…

Gelelim üçüncü şıkka:

Yine sıkça övündükleri Avrupa ülkelerindeki ölüm oranlarıyla Türkiye’yi kıyaslayanlara bilimsel bir istatistiği de hatırlatalım:

Biliyorsunuz ölüm oranları bizim ülkemizde genellikle 65 yaş üstü insanlarda daha yüksek oranda gerçekleşirken, başta İtalya olmak üzere Avrupa’da bu yaş sınırı 80 yaşın üzerindedir.

 

Yani Avrupa ülkelerine göre ülkemizde daha az sayıda ölüm olmasının diğer ve en önemli nedeni Avrupa'nın yaş ortalamasının Türkiye yaş ortalamasına göre çok daha yüksek olmasındandır...

Örneğin; 80 yaş üzeri nüfus oranı İtalya’da yüzde 6,1 iken, Türkiye’de bu oran yüzde 1,4 ‘tür.

Yaş ortalaması Türkiye’de 29,7 iken İtalya’da yaş ortalaması 43,8’dir.

Yani Türkiye 29,7 yaş ortalaması ile Avrupa’nın en genç ülkesidir.

İtalya ise 43,8 ile Avrupa’nın en yaşlı ülkesidir ve bu nedenle en fazla ölümler İtalya’da ortaya çıkmıştır.

İtalya’yı yaşlı nüfus fazlalığında Fransa takip ediyor.

Yaş ortalamasının 40,2 olduğu ülkenin yaşlı nüfus oranı yüzde 5,5 olarak belirleniyor.

Fransa’nın ardından sırasıyla Almanya, Portekiz, İsveç ve Yunanistan geliyor.

Ortalama yaşın 45 olduğu Almanya’nın yaşlı nüfus oranı yüzde 5,4’tür…

İyice ve hakkıyla anlaşılsın diye yineliyorum; Avrupa’da yaşlı nüfus oranının en düşük olduğu ülke Türkiye’dir.

Ortalama yaşın 29,7 olduğu Türkiye’de, 80 ve üzeri yaşa sahip nüfusun oranı ise yüzde 1,4’ tür.

Peki, neden Türkiye Avrupa’nın en genç yaş ortalamasına sahip bir ülkedir?

İşte zurnanın, zırt dediği yer asıl burasıdır.

Çünkü Avrupa'da yaşayan insanlar kendilerini yöneten siyasilerin ve yandaşlarının devlet olanaklarıyla bir elleri yağda, bir elleri balda gayri meşru zenginleşmelerine asla izin vermez ve doğal olarak adil dağıtılan gayri safi milli hâsılattan kendilerine düşen paylarla bizim ülkemize göre çok daha yüksek refah standartlarında ve çok daha uzun yıllar yaşarlar.

Ama bizim Avrupa’ya göre daha düşük refah standartlarıyla ve daha kısa yıllar yaşamımızın nedeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin maddi ve manevi olanakların yetersiz olması değil, yukarıda da belirttiğim gibi ülkemizin yöneten siyasilerin gayri safi milli hâsılayı adil bölüşmemeleri ve kendi çıkarlarını ülke çıkarlarından daha fazla önemsemeleridir.

Oysa ülkemiz, gerçek verilerle dünyanın en verimli, en zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip bir ülkedir.

Gerçekten de ANANDOLU (ANATOLIA) diye de anılan Ana Vatanımız TÜRKİYE, dünyanın en güzel ülkelerinden biri, belki de birincisidir. Bu dünyada Türkiye kadar tarihi, kültürel ve yer altı, yer üstü doğal kaynakları daha zengin başka bir ülke yoktur.

Başta İngilizler ve Amerikalılar olmak üzere muhtemelen hiç bir emperyalist devlet de yoktur ki; dünyanın en eski ehlileşen bu muhteşem topraklarımızı sömürmek için içimizdeki hain ve işbirlikçilerle nice entrikalarla, nice savaş hayalleri kurmamış olsunlar.

Özellikle Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra; Alevileri, Sünnilerle, Kürtleri, Türklerle, Sağcıları, Solcularla, Kardeşi, Kardeşle, Komşuyu, Komşuyla durmaksızın çatıştırmamış olsunlar.

Neden mi?

Çünkü ANADOLU topraklarının dörtte üçü deprem kuşağında olduğundan milyar yıllardır her gün aralıksız yaşanan küçük, büyük her deprem sonrasında topraklarımız dünyadaki en doğal ve en güçlü alüvyonların oluşturduğu en zengin minerallerle beslenir.

Bu nedenledir ki; başta insanlar olmak üzere tüm canlıların gelişmelerinde yaşamsal önemi olan bitki ve tahıllardan ülkemizde yetişen aklınıza ne gelirse; fasulye, mısır, mercimek, nohut, patates, soğan, domates, zeytin, incir, üzüm, ceviz, karpuz ya da muz dünyanın en nitelikli ve en lezzetli ürünleridirler…

Ülkemiz Türkiye; Kuzey, Batı ve Güney’de üç buçuk yanı denizlerle kaplıdır.

İçerde Marmara Denizi, göller, nehirler, yer altı, yer üstü, denizaltı, deniz içi yüksek nitelikte doğal değerlerimiz, dağlarımız, ormanlarımız, ovalarımız, antik zenginliklerimiz ve farklı, farklı gelenekleriyle dünyanın en büyük açık hava müzesidir…

Yılın 12 Ayında, dört mevsimin imrenerek yaşandığı dünyadaki tek ülkeyiz.

Ağustos ayında, Antalya Konya altında insanlar mayolarıyla denize girerlerken, aynı anda 155 km uzakta Göktepe Yaylasında kış kıyafetleriyle kayak da yapabilirler...

Ve bu memleket; Türk, Kürt, Boşnak, Arnavut, Zaza, Laz, Gürcü, Çerkez, Çeçen, Gacal, Dağıstanlı, Lezgi, Pomak, Çingene, Arap, Süryani, Ermeni, Yahudi, Rum, Asurî, Bahaî, Leh, Malagan ve Dürzî halklarıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinde siyasal ve hukuksal anlamda tek millet olan biz Türklerin Anavatanıdır.

Fakat ne yazık ki, bu devasa varlık içinde yıllardır yokluk çekmemize neden olan işbirlikçi siyasi yöneticilerimiz yüzünden bu koskoca ülke CORONA VİRÜS KRİZİNDE, beş en ucuz maskeyi bile vatandaşına doğru, dürüst dağıtamamıştır…

Eğer sağlık bakanı Fahrettin Koca ve siyasi iktidar CORONA VİRÜSE karşı verdikleri mücadelede gerçekten başarılı olsalardı tüm kriz boyunca ülke genelindeki normal ve şüpheli ölümlerin mezarlıklar müdürlüklerinden öğrenilmesini yasaklamaz ve sözde başarılarıyla daha çok övünmek için şeffaf bir yönetim seçerlerdi...

Sadece ölüm verilerinin edinilmesini mi yasakladılar?

Bilim Kuruluna Anayasal güvence altında olan, 6023 sayılı yasa ile kurulmuş kamu kurumu niteliğinde ve ülkemizdeki hekimlerin %80'ini temsil eden  (70.000) üyeli  ve ana gelir kaynakları sadece kendi üye aidatları olup hükümetten hiçbir yardım almayan Türk Tabipleri Birliği’ni de katmamışlardır.

Ama tüm hastanelerimizde TTB üyeleri olan 70 bine yakın doktorlarımız, akademisyenlerimiz, hemşirelerimiz her türlü riski ve ölüme göze alarak, hatta ölerek CORONA VİRÜSE yakalanan hastaların iyileşmesi için olağan üstü büyük bir özveri göstermiş ve hala göstermektedirler.

Ayrıca Veterinerler, Eczacılar ve Hemşirelerin odalarını da Bilim Kuruluna taammüden dâhil etmeyerek yüzde yüz kontrol altına alabilecekleri az sayıda akademisyenleri Bilim Kuruluna atamamışlardır.

Bunca zaman verdikleri istatistikler ise sadece kendilerinin doğrularıdır ve sağduyulu hiçbir yurttaş bu verilere inanmamaktadır…

Buyurun, şimdi karar siz verin:

Sağlık bakanı ve bu siyasal iktidar CORONA VİRÜS konusunda ne kadar başarılıdırlar elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, diğer Ak Parti mensupları gibi alışıla gelmemiş her akşam önüne dikte edilen bilgileri nezaketle sundu diye kendisiyle birlikte siyasi iktidar da başarılı sayılıyorsa; o da yurttaş olma hak ve bilincimizin eksikliğindendir tabi…

Yazarın Yazıları