Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
A. Raif ÖZTÜRK
A. Raif ÖZTÜRK

Çok İLGİNÇ ve ibretlik bir simitçi olayı

Yaşları 40-50’nin üzerinde olanlar, 12 Eylülde yaşanan şu aşağıdaki çok ilginç ve ibretlik simitçi olayını elbette hatırlarlar.

Ben, milyonlarca yeni kuşak gençlik için, önemi nedeniyle bir kez hatırlatmak istiyorum.

Bu olayın birçok benzeri, istiklal mahkemeleri zamanında da yine aynı zihniyet tarafından “ŞALCI BACI olayı” vb. olarak yaşatılmıştı. Meselâ; cami avlusundaki sehpalarda asılı teşhir edilen sarıklı, cübbeli İslâm âlimlerinin idam sebeplerinin “şapka giymemek” olduğunu oradan geçerken öğrenen, şalcı bacı “yahu, şapka giymedi diye adam asılır mı” şeklindeki mırıldanması, şalcı bacıyı da idama götürmüştü.

Bu girizgâhtan sonra, gelelim şu meşhur simitçi olayına. Aynen iktibas ediyorum:

{12 Eylül'ün hatırlattığı tablolar / Avni Özgürel (Kendisinden bu olayı bizzat dinledim.)
“30 seneye yaklaşıyor neredeyse. İhtilal tablosunu genç kuşakların gözünde canlandırmak için yaşanan zorlukları hatırlamak dahi sıkıntı veriyor artık. Bir kısmını Zincirbozan'da yazdım bunların. İçlerinde biridir aşağıdaki simitçi Kerim…
Anlatacağım olay kaçıncı gözaltına alınışımdaydı hatırlamıyorum şimdi.

Gün ışıdığında eve gelmişti jandarma timi. Alışmıştım. Gel, deseler paçaları çorabın içine sıkıştırılmış pijamanın üzerine bir pantolon geçirip, sessiz sedasız çıkardım.

Ama hiçbir zaman öyle yapmadılar. Her defasında sözüm ona sakladığımız bir başka suçlu olup olmadığını kontrol edermişçesine, gürültüyle odalara dalıp ortalığı ayağa kaldırdılar, eşimi çocuklarımı korkuttuktan sonra söylediler ne istediklerini.

İndik sokağa, pencerelerden uzanan meraklar bakışlar altında cemseye bindirildim; üsteğmen telsizle 'Dokuz kişiyi aldık geliyoruz' diye anons etti ve yola çıktık.

Öndeki jipi takip ediyorduk. Benden başka tanımadığım sekiz kişi daha vardı cemsenin arka açık kasasında. Karşılıklı oturmuş iki silahlı askerin yanına dizilmiştik. Dikimevi yoluyla Mamak'a gidecektik. Tam Dikimevi'ne geldiğimizde araçlar durakladı ve muhtemelen böyle bir anı bekleyen gençten biri, şimşek hızıyla cemsenin kasasından dışarı atlayıp çapraz istikametteki Abidinpaşa semti tarafına kaçmaya başladı. Askerler ne olduğunu anlayamamışlardı bile. İnip silaha davrandılar. Dur. Ateş. Falan derken çocuk gözden kayboldu…

'Dokuz kişiyi aldım getiriyorum dememiş olsam neyse' diye homurdandığını duyduğum üsteğmen, bir süre bekleyip sonra askerlere cemseye binme emri verdi ve tekrar yola çıktık. Mamak'a doğru giderken bir kere daha durduk.

Sebebini neden sonra fark ettim.

Bir simitçi fırında yeni doldurduğu tablasıyla caddeye çıkmak üzereydi.

Üsteğmen 'Gel' diye işaret edince adamcağız “siftah yapacağı zannıyla” koşa koşa geldi. Ve gelmesiyle askerlerin onu karga tulumba kasaya bindirmeleri bir oldu.

Şimdi tekrar Dokuza tamamlanmıştı kafile. Ne olduğunu anlamamıştı simitçi.

-'Kolorduya gidince yanlışlık olmuş deyip bırakacak seni komutan' diyordu askerler.

Sabahın köründe gözaltına alındığımız için açtık, askerler dâhil hepimiz birer ikişer simit yedik gidene kadar. Mamak'a indiğimizde bizden önce gelenlerin arkasına eklenip alışılageldiği gibi sıraya dizildik…

Üsteğmen ortalıktan kaybolmuştu.

Simitçi arada bir 'Ben yanlışlıkla…' diye ileriye çıkmaya yeltendi ama her defasında nöbetçilerin dipçik darbeleriyle ikazı üzerine, sıraya döndü simitçi.

İlerde bir yüzbaşı; 'Sağcı mısın, solcu mu' diye sorup ikiye ayırıyordu gelenleri.

Suçsuz olduğunu söylemenin manası yoktu, dinlemiyordu…

Sıranın ön taraflarında biri 'Atatürkçüyüm' demek gafletinde bulundu. Tasnifte öyle bir şey yoktu… Dolayısıyla 'Lan sen benimle dalga mı geçiyorsun' diye tekme tokat girişti çocuğa yüzbaşı…

Bu tabloyu görünce korkan simitçi bana sordu 'Ben ne diyeyim abi' diye. 'Sağcıyım de' dedim. Savcılığa götürülürken yanımdaydı. Adının Kerim olduğunu, Kastamonu'nun köylerinden birinden geldiğini o sıra öğrendim.

Günler sonra duruşma için, salonlardan birine götürülürken tekrar karşılaştık…

-'Hayrola Kerim, bırakmadılar mı seni daha' diye takılacak oldum. Ama işittiklerim kanımı dondurdu. Simitçi hakkında; Kurtuluşçular diye bilinen, sol gruptan birini öldürdüğü iddia edilmiş, idam isteğiyle yargılanıyordu o masum Kerim.

Bankta yan yana otururken anlattı bana; “ifadem işkenceyle alındı”, “kabul etmiyorum de, hâkim seni serbest bırakır”, demiş askeri savcılık emrinde çalışan polisler; böylece imzalatmışlardı ne varsa. Güya (senaryo gereği) adamı öldürdükten sonra tabancayı gömdüğü yeri bile polislere göstermişti; buna ilişkin tutanakta da imzası vardı…

Avukat tutmasını tavsiye edebildim sadece…

İki günde bir mahkemeye çıkarıldığım için ara ara denk geldik Kerim’le.

Nöbetçilerden fırsat bulduğunda hayrına bir avukatın vekâletini aldığını ama onun da pek ilgilenemediğini söyledi. Derken, simitçi Kerimin de idama mahkûm edildiğini öğrendim”…}

Duâyen Gazeteci Yazar Avni Özgürel, hatıralarına böyle devam ediyor. Ancak ben köşe yazısı sınırlarını aşmamak için burada keserek, “neticesi ister idam olsun, isterse beraat olsun”, o günkü (12 Eylül) askerî vesayetin, kişileri tutuklamada ve kaçan kişinin yerine tamamen masum bir simitçiyi de gasp ederek sayı tamamlamayı, çeşitli işkencelerden sonra İDAM ile yargılanmasını nazarlarınıza arz etmek istedim. Genç nesil, bizzat o olayı yaşayan kişinin anlattığı bu gerçeklere nasıl inanacak?

Zerre kadar hak, hukuk, vicdan, aklı ve mantık olmayan bu tür keyfî askeri vesayet zulümlerinin bir daha yaşanmaması için, 16 Nisan Referandumunda mutlaka %60’ın üzerinde “EVET” çıkması lazımdır. Aksi halde bu vesayet, zayıf iktidarlarda ve koalisyonlarda tekrar hortlayacaktır.

  • “EVET” için bu olay, yüzlerce sebepten sadece bir sebeptir. Artık siz bilirsiniz…
A. Raif ÖZTÜRK
A. Raif ÖZTÜRK HAKKINDA

A. Raif ÖZTÜRK... 20 Nisan 1950 yılında Tekirdağ Çorlu’da doğan Raif Öztürk, ilkokulu Çatalca’da okudu. O dönemin şartlarına göre eğitimini ve iş yaşantısını birlikte sürdürmeyi hedefleyen A. Raif Öztürk, Meslekî Ortaokulu Paşabahçe’de sürdürerek, Sultanahmet Meslek Lisesi’nde özel olarak Makine Yüksek Teknik Ressamlığa devam etti. Türkiye Şişe ve Cam fabrikalarında 26 sene ‘Robotik ve Tam Otomatik Makineler Üretim Hattı Makine Teknisyenliği’ & Fabrika Vardiya amirliği yaptı. ‘Özel Araştırma, Geliştirme ve Eğitmen’ (ARGE) görevlisi olarak 1980’de İngiltere’ye, 1986 yılında da Japonya’ya giden yazarımız, dönüşünde de Meslek Lisesi mezunlarına, (Üretim makinaları, Kalite çemberleri ve beyin fırtınası teknikleri hakkında) iş programlamaları, eğitmenlik, rehberlik ve liderlik dersleri verdi. 1990 yılında Türkiye Şişe Cam Fabrikalarından kendi isteğiyle emekli olan A. Raif Öztürk, Öz Emek Spor Ltd. Şt. Mağazalarını açarak, hâlen işletmeye devam etmektedir. 1990’lı yıllarda bir yıl Diksiyon, bir yıl Osmanlıca, iki yıl da Arapça eğitim alan Öztürk, Halen (1962’den beri) Beykoz, Kavacık’ta ikamet etmektedir. Hiç Kur’ân bilmeyen 30-40 kişiye; aynı anda ve 10 Saatte Kur’ân öğretme uzmanı olan yazarımız, 2014 yılında Sakarya Üniversitesinden “Eğitimciye Eğitim” adıyla eğitim aldıktan sonra, “DEĞERLER EĞİTİMİ UZMANI” sertifikası kazanarak, Beykoz Milli Eğitim Müdürlüğünde ve ülkenin çeşitli illerinde 6 yıldan beri konferanslar ve görsel seminerler vermektedir. Yazarımızın, 2002 yılından bu yana; ‘Fikir Bahçesinden BİR DEMET’, “Derdim bana DERMAN imiş”, ‘Biyoenerji ve Kozmik Bilimin ışığında ŞİFA OLAYI’ adlı Belgesel, tevhid ve tefekkür içerikli kitapları yayınlandı. Sn. Öztürk Ulusal ve Uluslararası Sempozyumlarda, 2015’te Kastamonu Üniversitesinde ve 2018’de Ukrayna Üniversitesindeki sunumlarda kürsü almış olup, hâlen köşe yazılarına ve Kitap çalışmalarına devam etmektedir. 2006 Yılından beri “Dost Beykoz Ailesi” mensubudur…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER