Saadettin KILIÇ
  • 31/01/2020 Son günceleme: 31/01/2020 15:50
  • 3.847

İngiltere ve Amerika’dan sonra dünyanın en eski üçüncü partisi olan 97 yaşındaki CHP’nin en büyük başarısı; başarısızlığı, çok büyük bir başarı ile sürdüren dünyadaki ender partilerden biri olmasıdır.

Fakat iyi niyetli, saf duygulu milyonlarca vatansever seçmeni yarım asırdan fazladır hala sanıyor ki; dış güçler onları iktidar yapmıyor. Sanki ülkemizde dış güçlerin içine sızdığı bir tek onların partileriymiş gibi.

Üstelik 157 yaşındaki Ziraat Bankası gibi eski ve yaygın bir örgüt ağına ve yarım asırdan fazladır milyonlarca insanın uğradığı haksızlıklara ve son derece nitelikli yandaşlara sahip olmasına rağmen iktidar olamamaları gerçekten de mucizevi bir başarıdır...

Ne ironi değil mi?

Tüm bunlardan habersiz pek değişmeyen yüzde yirmiler de yıllardır umuyorlar ki; belki, merkez veya radikal sağ partiler akıl dışı hatalarını zirvelere taşırlarsa; CHP o zaman hükümet olabilir. Fakat yanılıyorlar.

Çünkü merkez veya radikal sağ ne kadar hata yaparsa yapsın, güçlü ve iktidarda kalabilmek için bilimsel ve tinsel beklentilere her zaman daha çok sadık kalma alışkanlığına sahiptirler.

CHP çatısı altında veya yanında sözde Atatürkçüler ise tam tersini yapmaya aşırı bir özen gösteriyorlar.

Unutmayın!

İktidarlar ve teorisyenler üst yapıda ne tür yeni teoriler ve modeller üretirlerse üretsinler, toplum olarak tek, tek bireyler ve aydınlar; hiç kimseden, hiçbir şey beklemeden kendi yetenekleriyle evrensel kabul gören yenilikleri örgütlemeyi öğrenemezlerse, sadece iktidar ve bağımsızlıklarını değil, gün gelir dillerini, dinlerini ve kültürlerini de yitirirler.

Çünkü Sosyal, Kültürel, Ekonomik ve Askeri alanda devletleri ve toplumları güçlü ya da zayıf kılan mutlak belirleyici etmenler; o ülkelerdeki tek, tek bireylerin nitelikli ve örgütlü üretimleridir…

Tarihin her çağında, emsallerine göre birbirlerine üstünlükler kuran tüm insanlar ve diğer canlılar da meşru, ya da gayri meşru daha çok eylem ve daha çok mutlak bilgi ile bu üstünlüğü hak kazanırlar…

Bilime ve objektifliğe sadık kalmayı başaranların çok iyi bildiği gibi; dili, dini ve cinsi ne olursa olsun; doğru, yanlış, haklı, haksız, adalet, ahlak, namus, din, kültür ve gelenek gibi kavramlar insanla ve evrenin oluşumundan çok sonra ortaya çıkmıştır.

Yine de bu kavramların, en fazla taraftara sahip olanlarının bile doğruluk ve yanlışlıkları, ya da haklılıkları veya haksızlıkları her zaman tartışılmış ve muhtemelen sonsuza dek de tartışılacaktır…

Ama insandan önce ezeli var olan ve sonra da ebedi var olmaya devam edecek olan evrensel ve mutlak bir gerçek var ki; hiçbir zaman tartışılmayacak kadar berraktır… 

O gerçek; her şeyin gücü oranında kendisinden başka şeylere etki ederek varlığını sürdürmesidir…

Yani insandan önce var olan ve sonra da var olmaya devam edecek olan evrendeki en somut değişmez gerçeklerden biri de güçlü ve zayıf olmaktır…

Doğal ve vahşi olan her sistemde güçlü ve zayıf olmanın kriteri ise her canlının doğal yaşama sürecinde yeteneklerine göre, zamanı faydaya dönüştürecek mutlak bilgi ve eylemleridir ve hiçbir şey rastlantı değildir.

Örneğin; Müslüman bir kadının dümdüz çarşafı için harcanan emekle, Rönesans görmüş Batılı bir kadının oyalı, işlemeli giysisi için harcanan emekler bir değildir.

Veya asırlardır hiş değişmeyen dümdüz (KEPENEK) bir ÇOBAN giysisiyle, mahmuz, silah kılıfı, fötr şapka ve belde kemer süslü Kovboyların (SIĞIR ÇOBANLARI) giysileri için harcanan emekler de bir değildir. Ve harcadıkları emekler karşılığı ulaştıkları medeniyetler de bir değildir…

Milim, milim, kıldan ince ve kılıçtan keskin adaletle nihayetlenmiş; Sefillik, Vezirlik, Savaş, Barış, Zafer, Hüsran, Mutluluk ve Mutsuzlukların hiç biri bir rastlantı değildir…

Ne güç, ne zenginlik ne zayıflık, ne fakirlik, ne haklılık, ne haksızlık ne sağlık, ne de sağlıksızlık, Allah ya da Felek tarafından önceden ve haksızca yazılmış bir kader değildir…

Çünkü Allah, ya da kimi inançlara göre DOĞA; Firavunlar da dâhil olmak üzere ilk insan veya insanlara, dünyanın neresinde olursa olsunlar dünyaya ilk geldiklerinde aralarından kimilerine saraylar, atlas kumaşlar ve Usta Melekler tarafından işlenmiş sandıklar dolusu cevahirler sunmadı.

Allah ya da doğa tarafından kimi insanların atalarına, dedelerine, babalarına daha ilk baştan haksızlık edilip, kimi insanların atalarına da imtiyaz tanınmadı…

Bazılarını, daha ilk baştan emsallerinden daha üstün maddi ve manevi zenginliklerle haksızca ödüllendirilmediler.

Tam tersine ilk baştan itibaren dünyanın neresinde olursa olsun insanlığın ilk ataları, babaları veya dedeleri de tam bir eşitlik içinde; kıllı ya da kılsız tıpkı bugünkü insanlar gibi dünyaya ÇIRILÇIPLAK geldiler… 

Ve Allah ya da doğa; her canlıya iç ve dış dünyadaki tehlikelere karşı korunabilme, varlığını sürdürebilme, geliştirebilme ve başkalarından zarar görmeyecek kadar da farklı olma yetenekleri verdi…

Tarihin her çağında, emsallerine göre birbirlerine zaman içinde üstünlükler kuran tüm insanlar ve diğer canlılar da meşru ya da gayri meşru daha çok eylem ve daha çok bilgi ile bu üstünlüğü kazandılar… Doğal olan hiçbir şeyin bire bir aynı yoktur, ben farklıyım demek gerekmez; her canlı farklıdır zaten…

Yani bu vahşi dünyada kayıtsız, şartsız; tam sağlıklı, tam bağımsız, tam özgür, tam eşit olmanın; aldatmasız, yanılmasız, hilesiz ve torpilsiz TEK GERÇEK YOLU; bu yeteneklerin tek, tek bireyler olarak hakkıyla kullanılmasından geçiyor…

Daha da açıkçası; genel başkanlar, il başkanları, ilçe başkanları, yönetim kurulu üyeler,, delegeler, üyeler, sistem veya ideolojiler ne olursa olsun, meşru ya da gayri meşru tüm bu haklar, bu yeteneklerin kullanıldığı çapta elde ediliyor.

Çünkü dünyadaki bireysel ve toplumsal tüm trajik sorunların asıl kaynağı; sadece başkalarının güçlülüğünden kaynaklanan fenalıklar değil, asıl başkalarına karşı zayıf kalarak, fenalıkların şehvetle güçlenmesine yol açan tembelliklerin nedenleridir!

Zayıf insanların en büyük zaafı ve en büyük baş belası da budur.

Bilmem ne kadar CHP’Lİ bunun farkındadır?

Eski Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün CHP Genel Başkanlığı tartışıldığı günlerde, danışmanlarından Necdet Bey’in odasında bir hanım efendi bana apaçık şöyle bir soru yöneltmişti:

-Sizce CHP neden iktidar olamıyor?

-Çünkü daha az mutlak bilgili oldukları için. Demiştim…

Önce inanmadılar, dudak büktüler… (hani onlar daha çok kitap okurlar, sinema ve tiyatroya giderler ya!).

Ben de onlara “yaşamda iki tür bilgi vardır”; birincisi MUTLAK bilgi, ikincisi ise GÖRECELİ bilgidir. Demiştim…

Mutlak bilgi; insanların tüm duyularıyla yaşayarak algıladıkları bilgilerdir.

Göreceli bilgi ise insanların sınırlı duyularıyla algıladıkları bilgilerdir. Yani başkalarına ait duyarak veya okuyarak algıladıkları bilgiler.

Şimdi siz objektif bir değerlendirme yapın Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı (Kemal Kılıçdaroğlu) veya sıradan bir CHP İlçe Başkanı ile sıradan AKP’li bir İlçe Başkanını kıyaslayın; bakalım hangisinin tüm duyularıyla yaşayarak edindikleri mutlak bilgileri daha zengindir?

İşte en çok da bu nedenle mutlak bilgileri az, öz güvenleri zayıf tüm bu klasik CHP’liler, CHP’yi gerçekten iktidara taşıyabilecek mutlak bilgileri zengin insanları partilerinde asla barındırmaz ve önlerini açmazlar. Barındırırlarsa, kendilerinden daha iyi olabileceklerini ve yerlerine geçeceklerini hesaplarlar.

Çünkü mutlak bilgileri az, ufukları dar ve vizyonsuzdurlar; en fazla konjektürel oluşumlardan İngiltere’yi bile ziyaret etmekten üşenmeyen Ekrem İmamoğlu gibi kahramanlar çıkarmakla avunurlar.

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz