“Meşhurdur. Meraklısı bilir. Kemal Tahir'in o yaman, o jilet gibi “kuşkucu” özelliğini vurgulamak için çok anlatılır.
”
Bir sohbet esnasında, ‘bakın çocuklar’ demiş. “Oturduğumuz sokağın ismi, kapı numarası değişebilir. Kontrol edin. Bakın gece değiştirilmiş olabilir.”
Meğer Kemal Tahir ne kadar haklıymış. Evinde otururken, sokağının adı, caddesinin adı, hatta kapı numarası değiştirilen o kadar çok insan tanıdım ki!
1934 yılında İstanbul Belediyesi'nin yayınladığı “Şehir Rehberindeki” yüzlerce sokak ve caddenin adının değiştirildiğini görünce Kemal Tahir'in kulaklarını çınlatmadan edemedim.
Hani bu sokakların isimleri yabancı isimler olsa anlarım da, Türkçe olan bu isimleri değiştirmenin nasıl bir mantığı olur anlaşılır gibi değildir. Sonra kendi kendime diyorum ki, siyasi bir yaklaşımla sokak adlarını değiştirerek geçmişle bağımızı koparmayı mı amaçlıyoruz? Amaç buysa vay halimize.
Gelelim Beykoz'a.
1960’lı yıllarda Beykoz’un en hareketli caddesi ve Beykoz ekonomisinin canlandırdığı cadde “Kavakdere” Caddesi'ydi.
Beykoz'un köyleriyle bağlantısı bu caddeyle kurulur. Ticaretin kalbi bu caddede atardı.
Askerlik Şubesi, Jandarma Karakolu, İtfaiye Müfrezesi, Ortaokul bu cadde üzerindeydi. Beykoz'un efsane yazlık bahar sineması da bu caddedeydi. Eski Beykozluların anlatımıyla “Kavakdere Caddesi'nde” iğne atsan yere düşmezdi.
Ayrıca bu caddenin sakinlerinin büyük çoğunluğu Ermeni yurttaşlarımızdı. Dolayısıyla Ermeni, “Surp Nigogoyas Kilisesi de” bu cadde üzerindeydi. Caddenin adı her ne kadar Kavakdere Caddesi ise de, sakinlerin çoğunluğunu teşkil eden Ermeni yurttaşlarımızdan dolayı Ermeni Mahallesi olarak adlandırılır ve öyle bilinirdi. Benim de okul arkadaşlarım Varujan ve Seta da bu mahallede otururlardı.
Tabii ki caddenin adı kayıtlarda Kavakdere Caddesi'ydi. Hatta kimileri de caddenin adını Kavaklıdere olarak telaffuz ederlerdi.
Bu caddenin adı niye “Kavakdere'ydi.” Gerçi caddenin iki yanı kavak ağaçlarıyla donatılmıştı. Bir kilometreden fazla olan bu caddenin iki yanı kavak ağaçlarıyla muhteşem bir görüntüye sahipti. Ama dere neredeydi? Öğreniyoruz ki bugünkü o cadde geçmişte büyük bir dereymiş. Yıllar içinde derenin üzerine yol yapılarak cadde haline gelmiş ve adına da “Kavakdere Caddesi” denmişti.
Çünkü bizim kültürümüzde bir yere bir isim verileceği zaman verilen isimle yerin bir ilgisi aranırdı.
İşte Göksu Deresi, işte Küçüksu Deresi, İşte Rüzgarlıbahçe, işte Çamlıbahçe, anlam kurulmadan bir yere isim verilmezdi. Eskilerin deyimiyle “İsmiyle Müsemma” olurdu.
Yani sizin anlayacağınız “Kavakdere Caddesi” adı o caddeye “cuk oturmuş” derler ya öyle yakışmıştı.
Yıllar yılı bu adla tanınan caddemizin adı ne yazık ki 1970’li yıllarda birden kaybolmuştu.
Bu caddede oturanlara gelen mektuplar, çekilen telgraflar uzun zaman sahiplerine ulaştırılamamıştı.
Mektupların geriye gittiği, telgrafların yerini bulmadığı dilden dile anlatılır, durulur.
Çünkü bir akıl, o caddenin adını ani bir kararla “Mehmet Yavuz Caddesi” yapıvermişti. Caddeye adı verilen Mehmet Yavuz Beykozlularca sevilen bir insandı. Siyasi kimliği onun herkesin tarafından saygı ve sevgiyle anılmasına mani değildi. Keşke Mehmet Yavuz'un adı yeni açılan bir caddeye verilseydi de. Kavakdere Caddesi ismi hala yaşasaydı.
Oysa bir yerin adının değiştirilmesi kelimenin tam anlamıyla kültürel erozyondu. Hatta bazen cehalet, adı konulmamış düşmanlıktı.
Yani sizin anlayacağınız, koskoca Kavakdere caddemiz bir acayip, bir garabet anlayışla kaybolmuş. Onu kaybedenlerin bugün hala adları anılmıyorsa da “Kavakdere Caddesi'nin” adı “İstanbul Şehir Rehberi'nde” var olmaya devam ediyor. Onu kaybeden zihniyetin yerinde yeller esiyor. Bilmem onlar bunun farkındalar mı?
Beykozdaki sokak isimleri gözden geçirilse neler var neler sanki birileri kalemi eline almış,kendi adını veya soyadını isim olarak vermiş.Kimsede mani olmamış,niye
Saçma bir durum,Sanki Beykozda iz bırakmışlar.
Halbuki Ne isimler var Beykoza hizmet eden
Kimsenin aklına gelmemiş,.Onların yaptıklarını görmemişler,
Devlet hastanesinin yapılması in o yıllarda nasıl mücadele etmişler..
Beykoz Camcılığına çok büyük emekleri geçmiş,, Avrupa ülkelerinin kıymetini bilmiş davetler etmiş ustalara vefa nerede?
Halbuki Belediye Başkanlarının misafirlerine hediye ettiği o meşhur Çeşm-iBülbüllerinin hikayesini hiç merek etmedilermi?Osmanlı'nın kaybolan bu güzellik Cumhuriyet döneminde kim tarafından nasıl tekrar canlandırılmış
Bunca emek harcanmış.
Kültür Bakanlığı hikayesini yapmış
Ama kendi Beykozunda vefa görmemiş.
Bu büyük ustamı ve diğerlerini rahmetle anıyorum.