Kader GÜR
  • 01/01/1970 Son günceleme: 15/07/2009 00:11
  • 11.813

Demokrasi, son yüzyılın en çok tartışılan kavramlarından birisidir… Ta ilkokulda öğretmenlerimiz, bizlere, demokrasiyi, “Halkın kendi kendisini yönetmesi…” olarak öğretmişlerdi.

Çocuklarımın ilköğretim kitaplarından inceledim, şimdilerde de hemen hemen aynı anlamda demokrasi tarifleri verilmiş… “Demokrasi, halkın egemenliğine dayanan yönetim şeklidir…” Devam ediyor bilgiler… “Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokrasi ile yönetilmektedir. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde, insanların özgürlüğü ön plandadır. … Demokrasi halkın egemenliğine dayanır. … Demokrasilerde oy çokluğu önemlidir. … Türk milleti demokratik yaşama hakkına sahiptir. Bu hakkı Atatürk’ün önderliğinde, Kurtuluş Savaşı’nı yaparak iç ve dış düşmanları mağlup ederek kazanmıştır. … Atatürk, Türk milleti için en uygun yönetim şeklinin demokrasi olduğuna inanıyordu. Bu nedenle yeni Türk Devleti’nin temellerini demokrasiye dayandırmıştır. … Egemenlik, en üstün, en son ve kesin karar verme hakkı demektir. Eğer son karar hakkı bir kişiye ve aileye tanınmışsa, krallık; belli bir sınıf ya da zümreye verilmişse, aristokrasi veya oligarşi; din adamlarına verilmişse, teokrasi rejimi oluşur. Demokrasi yönetiminde ise, egemenlik hakkı halka aittir. Halk kendisini yönetecek olanları seçme, gerektiğinde değiştirme ve denetleme hakkına sahiptir. Bu duruma ‘milli egemenlik’ denir.” Verilen bilgiler, bizim okuduğumuz yıllarda verilen bilgilerle örtüşüyor… Yazılanlara kimsenin itirazı yok, olamaz da…

Peki, Türkiye’de demokrasi, bu anlayışla uygulanmıştır?.. Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletin mi olmuştur?.. Demokrasimiz halkın egemenliğine mi dayanmaktadır?.. En üstün, en son ve kesin karar hakkı millete mi verilmiştir?.. Halk kendisini yönetecek olanları gerektiğinde değiştirme ve yerinde tutma hakkına sahip midir?.. Atatürk’ün devletin temellerini demokrasiye dayandırma anlayışı uygulanmış mıdır?..  Oy çokluğu gerçekten önemli midir?.. İşte bu ve buna benzer sorulara verilecek cevabımız maalesef kocaman bir “HAYIR!..”dır.

İlkönce şunu önemle belirtelim ki, bizim demokrasimizde halkın egemenliği en son sıradadır… Çünkü Türkiye demokrasisinde, halkın % 47 oyla iktidar yaptığı partiyi, bir savcı kapattırabilmektedir… Dolayısıyla halkın iradesini temsil eden tek mercii meclisin çoğunluğunu saf dışı bırakabilmektedir… Oy çokluğu prensibi, Atatürk’ün devletin temelini demokrasiye dayandırma düşüncesi, en önemlisi de halkın egemenliği ilkesi hiçe sayılmakta; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir…” ilkesi, yerini,“Egemenlik kayıtsız şartsız biraz da savcınındır…” anlayışına bırakmaktadır. Yani halkın % 47 oyu, yerini, tek bir savcının oyuna terk etmektedir.

Diğer taraftan, koskoca meclisin aldığı bir kararı, tek başına bir Cumhurbaşkanı veto edebilmekte, yine halkın % 47 -  % 50’lik oyları tek bir oya eşit gelememektedir.

Yine, bir tek Genelkurmay Başkanı, -kendi ağzından itiraf etti- yazdığı bir e – muhtıra ile, demokrasiyi zangır zangır titretebilmektedir…

Bazı kişi ve kurumlarca, bazı kişi, kurum ve değerlere (Atatürkçülük, laiklik, çağdaşlık, Genel Kurmay Başkanlığı vb.) kutsallık atfedilmekte; yine aynı kişi ve kurumlarca bu değerlere hakaret edebilecek dinî nitelik verilen kişiler yetiştirilmekte; yaptırılan hakaretler aslında hiçbir suçu olmayan dinî hassasiyeti yüksek kitleye mal edilmekte; sonra da “irtica geliyor, çağdaşlık elden gidiyor, modernite ve laiklik tehlike altında” gibi aslı astarı olmayan yaygaralarla demokrasi sekteye uğratılmakta; darbeler yapılmakta; hâlâ da bu yöntemle demokrasi dışı planlar devreye sokulmaya çalışılmaktadır. Menemen Ayaklanması, 1960 İhtilâli, 1971 Muhtırası, 1980 Darbesi, 28 Şubat Post Modern Darbesi, 27 Nisan e – Muhtırası ve son olarak Taraf Gazetesi’nde deşifre edilen sinsi plan anlattığımız sürecin bariz örnekleridir… Bu kargaşaların hepsinde, bir avuç azınlığın iradesi, halkın iradesinin önüne geçmiş ya da geçirilmeye çalışılmıştır.

Bütün bu sinsice yaratılan sunî olaylarla, yukarıda zikredilen değerlere, bu değerlere inanmadığı halde kutsallık atfedenlerin tam tersine, samimî bir şekilde bağlı ve manevî ciheti sağlam olan vatandaşlar töhmet altında bırakılmış, demokrasi dışı yöntemlerle mahkûmiyete uğratılmıştır.

Kısaca Türkiye’de demokrasi, hep pamuk ipliğine bağlı kalmış, varlığı ile yokluğu anlaşılamamıştır. Çocuklukta masumane duygularımıza yerleştirilen demokrasi anlayışı da hep hayalde kalmıştır. Çocuksu duygularımız, hep kandırılmıştır.

Ülke insanı olarak, hep birlikte, bir an önce silkinip gerçek demokrasiye sahip çıkmalıyız. Görünüşte demokrat, gerçekte ise tam bir aristokrat olan ikiyüzlülere gereken dersi vermeliyiz. İşte, Atatürk’ün hedef çizdiği muasır medeniyetler seviyesine çıkma idealimiz, ancak o zaman gerçekleşecektir.

Yazarın Yazıları