Nuray AK
  • 18/09/2017 Son günceleme: 18/09/2017 15:31
  • 8.763

Boz öküz ve sürüsünün hikayesini hatırlar mısınız? Hani aslanlar vardı civarlarında, onlara göz diken ama sürünün kalabalıklığından ve gücünden korkup yanaşamayan veya saldırsa da başarısız olan..

Sonra bir gün asla bu öküzleri alt edemez ve midemize indiremeyiz, buradan göçelim diye düşünürken içlerinden biri, "Durun, ben bir yolunu bulacağım, hem onların gücünden kurtulacağız hem de midemiz bayram edecek" der. Sürünün temsilcisi olan Boz, Öküze gider ve sizinle sorunlarımızı aşabilir ve kavgasız dövüşsüz burada hep birlikte güven içinde yaşayabiliriz der. E nasıl olacak deyince; şu içinizdeki sarı öküz var ya, hah işte onu bize verin, onun rengi bizim gözümüzü alıyor, hep size saldırmamız bundan, ama verirseniz hiç saldırmayacağız. Kurul toplanır, benekli yaşlı öküz itiraz eder, fakat ne çare tüm sürünün güvenliği ve istikbalidir söz konusu...

Hazır ederler bizim sarı öküzü, ellerine verip kurban ettirmek için. Giderken onlara der ki, durmayacaklar, yetinmeyecekler, beni alınca bitmeyecek istekleri, yanılıyor ve yanlış yapıyorsunuz. Nafile, yollarlar. Aslanlar ise hop mideye... Amaçlarına ulaşmışlardır... Fakat o da ne; zaman geçer, öküzün tadı damaklarında ve yine acıkırlar. Aynı aslan, aynı yalanla gelir, bu kez de uzun kuyruklu öküzün kuyruğunu ve onları rahatsız ettiğini savundukları öküze göz koyar, aynı akıbetle onu da çeker alır ve hep beraber yerler...

Sonra onun sapı, bunun kökü bahaneleriyle öküz sürüsünü az sayıda kalıncaya dek talan ettikten sonra, verin yoksa karışmayız diyecek kadar elleri güçlenir, artık bahane dahi göstermez olurlar hepsini yok edene dek. Benekli, yaşlı, bilge öküz hatırlatır Sarı Öküzün dediğini, "Yetinmeyecekler, benimle kalmayacak, hepinizi isteyecekler.."

 Ve biz bu kavgayı Sarı Öküzü verdiğimiz gün kaybettik diyerek ah çeker..!

Dünya tüm dönme dolap ve fırıldaklığı ile, hızına ulaşılamaz şekilde dönmeye devam ediyor. Hızına yetişen varsa söylesin. Sanmıyorum, çok yorucu. Okuduklarım, izlediklerim, şahit olduklarım, üçüncü şahıslarca dillendirilenler vs. aklım almıyor. Bahsedersem üzülürsünüz biliyorum ama dostlarım paylaşıp halleşmezsem yüküm hafiflemeyecek ki?

Balıkesirli Tuğçe ve Büşra (10) okul için evden çıkmışlar, 45 gün sonra ise ne halde bulunmuşlardı. Gaziantep'te 13 yaşındaki erkek çocuğu geçtiğimiz kış dönercide tecavüze uğradı hapla uyutularak. Bornova'da küçük kız çocuğu geçen yıl karşı komşusu olan arkadaşının dedesi tarafından ahlaksızlığa uğrayıp, mahkeme günü ise belki de o sapığı görme korkusuyla kalp krizi geçirdi ve vefat etti. Sakarya'da Suriyeli hamile kadın, eşiyle kavga eden iki sapık tarafından ahlaksızlığa maruz kalıp sonra da 10 aylık bebeğiyle hem de başına taş vura vura katledildi. Bir amca yeğeniyle ve ikisi de evli iken ahlaksızca görüntülendi. Daha neler, neler, neler... Farkındaysanız diğer ülkelerdeki insan istismar ve katliamlarını saymadım bile. Sadece çocukların ahlaksızlıklara maruz kaldıkları iki-üç örnek bunlar.

Ben Balıkesirli o melek yavruların yaşında iken hem vallahi hem billahi ponponlu çoraplarımla tüm mahalleyle güven içinde bayramlaşmaya giden, evlerine girip ellerini öpebilen, okuluma yaz kış yürüyerek pastane kırtasiye vs. esnaflara da uğraya uğraya giden, sokakta "komşu, anne-babamın arkadaşı" tüm tanıdıkların arabasına güvenle binip yolculuk edebilen, okulda öğretmenlerimin baba kadar saygın olduğunu görüp yaşayan bir şanslı neslin çocuğuydum. Antepli kardeşimin yaşında iken ise; babamın rahatsızlığı sebebiyle annemle birlikte hastanede oldukları için, komşularımızın ve akrabalarımızın evlerinde aylarca, bırakın incitmeyi kardeşimle beraber yaşıtımız çocukları olmasına rağmen bizi prensesler gibi bakan ailelerle yaşıyordum.

İçlerinde sadece babamın meslektaşı olan ve başka hiçbir türlü yakınlığımızın, kan bağımızın olmadığı memleketi başka, kültürü başka birçok aile vardı. Suriyeli Ermani kardeşim için ise söz dahi bulamıyorum. Bizim otobüslerimizde bile hamilelere yer verin yazarken...

Çok yoruldunuz değil mi? Dostlarım, ne oldu 30, 40 belki de 50 yıl evvel. Biz savaşı o "Sarı Öküzü" aslanlara verdiğimiz gün mü kaybettik oracıkta? O gün neyimizi aldılar bizden, bizi rahat bırakmak vaadiyle? Hayamızı, ar ve namusumuzu mu? Utanma hissimizi mi, yoksa merhameti mi? Peki ne verdiler geri? Milyar dolarlık teknolojilerimiz mi oldu, olduysa başımız göğe mi erdi? Ya da ne bileyim daha mı modern ve öngörülü olduk, çok mu bilgili ve zenginiz artık? Hele o vicdanlarımız, geceleri daha da mı rahat koyuyoruz yastığa başımızı? Ünlü markalar, yeni çılgın ve kepaze organizasyonlar, ahlakdışı mekanlar daha mı eğlenceli yaptı hayatı ve ülkemizi? İçinde ne olduğunu bilmediğimiz ne olduğu belirsiz ithal yemekler daha mı elit yaptı yaşamımızı? Bir sürü magazinsel bilgi ile acaba daha mı asil anılır oldu soyumuz?

Vermeyecektik sarı öküzü, çünkü yetinmeyeceklerdi, devamı gelecekti bizden alacaklarının. Ne hazin!

Ben direnmeye programlı bir yapıdayım. Öyle kolay terk etmem savaş meydanını. Yitirileni geri bulmak, kazanmak, tekrar hayata geçirmek biliyorum çok zor. Ama mecburuz değil mi dostlarım? Bizim kadar hatta daha fazla maviliklere uyansın yavrularımız, kimse kimsenin canına, malına, ırzına kastetmesin/edemesin, herkes herkesten emin olsun artık.

Sosyal hayata devam edecek kadar en azından. Bu paranoya ile ne dünyaya çocuk getirmek ister insan ne de hayal kurabilir. Korku terörü aldı başını gidiyor. Ama uyanması gereken hissiyatlarımız, istidatlarımız var zannımca. Kim bilir manevi eğitim ve reçetelerimiz eksik kalmıştır belki de. Yine atarlı olacak ama kim ne giymiş, hangi siyasi nerde pot kırmış, kim ideolojisi üzerinden nemalanmaya çalışmış diye bakınacağımıza bu oyunu tertip edenleri nasıl yok edeceğimize odaklanalım hep beraber. Banane kardeşimin açık/kapalı ya da çok açık/çok kapalı kıyafetinden, sevmeyi biliyor mu, nezaketten anlıyor mu, vatanına sahip çıkıyor mu? Sen ondan haber ver. 

Dostlar sevdiğim ve saydığım bir dostumla yaptığımız araştırmada, bahse konu olan ve özlediğimiz güzel hasletlerimiz, manevi güçlerimiz beynimizde kendine özgü bir imparator olan "epifiz bezinde" yönetiliyormuş.

Bu mübarek tek tabanca takılır, işine gücüne beyni dahi karıştırmazmış. Tüm ahlaki ve manevi duyarlılığımız, uzmanlığımız bu arkadaş tarafından idare edilirmiş. Yaşam başlayınca ve ölürken en aktif halini alır, bebekken başlayan kireçlenme yani tıkanma sorunu 12 yaşlarında ise tamamen kireçlenerek eğer bakımını yapmaz isek pasifize olurmuş. Amiyane tabirle bu kadar ifade edebiliyor ve sevgili doktorumdan özür diliyor, affına sığınıyorum. Peki bu mübarek organ kimin ilgisini çekmiş 1800'lü yıllarda acaba? Tabi ki de her taşın altındaki meşhur Rockefellergillerin, Vatikangillerin, Hinduların vs. Şimdi onlar kim, tanımıyoruz demeyin gülerim.

Ya da insanlık hali tabi, internette hepsi var araştırabilirsiniz. Bu giller bulunca epifizin "akılgözü, üçüncü göz" şeklindeki halini, hemen 1 doların üzerine basıvermişler. Bedenle ruh arasındaki köprü olduğunu, melatonin, seratonin, dimetiltriptamin salgılayan ve kanser önleyici, uyku ve vücudun biyolojik saatini düzenleyici, mutluluk salgılayıcı, manevi tüm duygu ve davranışlarımızın üretici ve dağıtıcısı, beynimizde rüyaları oluşturduğu, eksikliğinde ise huzursuz, uykusuz, asabi, acımasız, hatta rüya yerine ruh sağlığını dumura uğratan halisünasyonlar gördürten, kireçlenmesi durumunda insanı tabiri caizse kaskatı kalpli bir robota çeviren özel bir yapı olduğunu anlayınca... Ellerinden ne geliyorsa bozmak, yok etmek, pasifize etmek için yapmışlar. Kendilerine değil ama, bize. Çünkü hani dünya onların hakkı ya sözüm ona. Kullandığımız florürlü çeşme suyu, diş macunu ana katillerden. Gece 3'te ve karanlıkta uyku halinde kendini yenileyecekken TV/PC başında geçen saatlerimiz diğer katil.

Yapay kalsiyum hapları, E kodlu katkılı hazır gıda ve içecekler, tarım ve böcek ilaçlar vs. ise katmerli zehirler. Hayrola biokimyaya veya tıbba yönelik yazılara mı döndün derseniz, ilk cevabım bir mümin uyanık olmalı, belki teşbihte hata olmaz tilki gibi. Ama asla kötü karar verici Boz Öküz gibi değil. İkinci cevabım: Dostlar vücudumuz et-kemik ve nutfe, ya ruhumuz? O esas varlığımız. Temizlemezsek biz bu kireci ya da yıllardır kireçler kaskatı kesildiği ve temizlenmediği için maneviyattan, ruhani olgulardan, zikir, şükür, hamdden böyle uzak olduk.

Af buyrun sapık, ahlaksız, acımasız, doyumsuz, katil, cani olduk. Nolur affedin canımız şehvet çekti diye iki dakika önce minibüse binen yolcu Özgecan'a saldırdık, sanki haşa helalimizmiş gibi. Utanmaktan değil dünyaya zarar vermeye devam hissinden olsa gerek öldürüp savurduk onun o temiz bedenini. O'nun ve tüm Özgecan nezdinde diğer kardeşlerimin ruhu şad, mekanları cennet olsun inşallah.

Ben diyorum ki; dönebiliriz yanlışımızdan. Gece Efendimiz (SAV) buyurduğu üzere yatsıdan sonra yatar isek, evde doğal besinlerimiz ile beslenir isek, daha iyi temizliyor diye saçma ve katışıklı temizlik ürünlerine dadanmaz isek, her şeyden önemlisi de Allah'ı anışlarımızı samimi kalp ile arttırabilir isek bilimsel olarak da argo tabirle de sökeceğiz kireçleri, kökleyeceğiz iman ve ahlak ateşini. Tekraren affınıza sığınarak dertleşme üzere yazımı Sizlerle paylaşıyor ve baki Hüda'ya emanet olunuz diyorum.

Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak

Unutma; aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak

Umut binbir ayaklı

Umut güneşte saklı

Umut edenler haklı

Umut insanın hakkı.

Nazım Hikmet

Yazarın Yazıları