A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 09/06/2013 00:11
  • 13.269

Saygıdeğer Başbakanım:

1940’larda; yani tek parti döneminde, İstanbul’a hem Belediye başkanı hem de Vali olarak tayin edilen Lütfi Kırdar’ın emriyle yıktırılan, ecdat yâdigârı Taksim Kışlasını, iyi niyetle yeniden imar etmeye 2011’de karar, 2013’te start vermiştiniz.

Sözde; bunu ve kesilen 8-10 ağacı bahane göstererek sokağa dökülen “üç-beş çapulcu” dediğiniz guruplara, seçim ile demokratik yoldan 60 yıldan beri iktidar olamayan, TSK’dan, AYM’den ve öğrencileri ayaklandıran YÖK’ten de tamamen ümidini yitirmiş olan bir zihniyet de iştirak ettiği için, olaylar daha da büyüdü.

Yine bunu fırsat bilen, halka kusturdukları kanı yanlarına bırakmadığın ETÖ ve 28 Şubat yandaşları da bu eylemlere büyük bir zevk ve iştiyakla iştirak ettiler.

Yine bunu fırsat bilen, halkı sömürerek semiren bir kesim de, haksız kazançlarına engel olmanızın kuyruk acısıyla, bu fesat eyleme iştirak ettiler.

Bu ülkede varoluşunu ve iktidarlarını demokrasiye borçlu olmayan ve de daima süngü ucu ile kedisini iktidarda bulan bir zihniyet de bu kargaşadan medet umarak bu eyleme katıldılar. Belki “Anayasa mahkemesi duruma el koyar da eskiden olduğu gibi, kendi kadrolarımızı yine köşe başlarına yerleştiririz” zehabına kapıldılar.

 

Zaten fırsat kollayan İÇ ve DIŞ şer odakları da bu gelişmeleri ganimet bilerek, bu yangına benzinle iştirak edercesine, destek olmaya başladılar. Kartopunun karda yuvarlanması gibi, kuyruk acısı olanların sokağa dökülmesiyle tepki çemberi büyüdü.

 

En üzücü taraf ise; bu gurupların face’de, (“Polis panzerleri gençleri ezdi, Polis köpeklere bile biber gazı sıktı, 1000 polis isyan ederek istifa etti, İst. Emn. Md. İstifa etti” v.s. gibi) yalanlar ilan ederek, bu 17 çeşit yalan habere inanıp tahrik olan, binlerce masum vatandaş ta maalesef kendilerini bu kanunsuz eylemlerin içinde buldular.

Böylece tamamen yok yere ve gereksizce atılan kıvılcımlar tuttu ve maalesef lokal bir olay, tüm ülkeyi saran bir yangına dönüştürüldü…

Oysa bu güzel ülkede sizin döneminizden önce, protesto edilmesi gereken ve sokaklara dökülmeyi gerektiren o kadar çok tahribatlar, hatta ihanetler oldu ki, hem tevekkül ile ve hem de sükûnetle karşılandı.

Meselâ; yüzlerce İslâm âlimleri sadece şapka giymedikleri veya tasvip etmedikleri için, cami avlularında 5’er-10’ar asılarak günlerce halka teşhir ettirildi. Hatta, “bu hocalar niçin asılmış? Sadece şapka giymedi diye insan asılır mı?” ..diye hayretini söyleyen ŞALCI BACI bile zalimce asıldı da herkes işine gücüne gitmeye devam etti.

Ezan-ı Muhammedîmiz susturularak, yerine “tangır-tungur” ifadeler süngü zoruyla söylettirildi. Normal ezan okuyan hocalar evlerinden alınarak, fâili meçhullere katıldı. Tarihe geçen kilometrelerce benzin kuyrukları, yağ-gaz-şeker v.s. yoklukları, susuzluklar, sokaklarda dağlar gibi kokuşmuş çöp yığınları, memurların maaşlarının aylarca ödenmemesi v.d. yüzlerce çok önemli tahribatlara rağmen, bu millet niçin böyle sokaklara dökülmedi acaba? Önemli bir soru! Bu soruların cevabını herkes biliyor.

Çünkü cevap da çok net: BUGÜN SOKAKTA OLAN ve HAK HUKUK TANIMAYAN ŞU SALDIRGAN ZİHNİYET, O GÜN İKTİDARDAYDI!!!

Pek tabiidir ki, bu durumdan en çok siz muzdarip oldunuz.

Belki de şu anda şu gerçekleri düşünüp, gereksiz yere ıstırap çekiyorsunuz ve..:

“Ben İstanbul Bld.Bşk. olduğumda, susuzluktan kıvranan vatandaşlarıma, (20-30 senede İst.’un su problemi halledilemez ümitsizliğine rağmen) 7-8 ay içinde Istıranca derelerinden berrak suyu getirttiğim halde, bana karşı böyle bir eylem nasıl revâ görülebiliyor?” ..diye düşünüyorsunuzdur. (Çin Seddi gibi su kemerleriyle İstanbul’a su getiren Mimar Sinan da aynı ihanete uğramıştı.)

“Halkı kasıp kavuran enflasyon canavarı, %30-100 arası seyrederken, her şeye rağmen tek rakamlı hâle getirerek halkımı ferahlattığım halde, bana karşı böyle bir tepki nasıl revâ görülebilir?” ..diye üzülüyorsunuzdur.

“Tüm ülkeler nezdine ÇAPUT haline dönmüş olan ve hiçbir ülkede geçmeyen paramızdan, üç sıfır atmaya ekonomi Prof.ü Başbakanların bile cesaret edemediği bir zamanda, ben tam altı sıfır (000 000) atarak, itibarımızı kurtardığım halde, bu hakaretler bana nasıl revâ görülebiliyor.” ..diye hayıflanıyorsunuzdur.

“Benim vatandaşlarım artık hastanelerde perişan olmasın, düşüncesiyle tüm engelleri kaldırdım, hastaneleri islâh ettim, büyük ameliyatlardaki ödemeleri bile halkımdan kurtardım, hatta ilaçları bile tüm eczanelerden ücretsiz almalarını sağladığım halde, bu vefasızlıklar bana nasıl revâ görülebilir.” ..diye dertleniyorsunuzdur.

“Ülkemi; Enflasyon canavarından kurtardığım gibi, yüklerini hafifletmek amacıyla, ailelerimizin çocuklarının tüm okul kitaplarını, ücretsiz olarak okul sıralarına bıraktırdığım halde, bu vefasızlık bana nasıl revâ görülebilir?” ..diye şevkiniz kırılıyordur.

Allahın c.c. kesin bir emri olduğu halde, kitabına uydurularak yasaklanan BAŞÖRTÜSÜNÜ, tüm zor şartlara ve acımasız muhalefetlere rağmen serbest hale getirdiğim halde, bu sokak hareketleri bana nasıl revâ görülebilir?” ..diye üzülüyorsunuzdur. (Bu konuda müsterih olabilirsiniz, o eylemlerde ben dikkat ettiğim halde başörtülü kimse göremedim. Demek ki onlar vefâlıymış.)

“Ülkeme; Cumhuriyet tarihinde yapılan TÜM otoyollardan çok daha fazla yeni ve duble otoyol ve binlerce üst-alt geçit kazandırarak, uzun yollardaki milyonları rahatlattığım halde, bu hakaretler niçin bana revâ görülüyor?” ..diye, çok düşünüyorsunuzdur. Belki de “..bu nasıl nankörlüktür?” ..de diyorsundur…

 “..Ve daha yüzlerce hayırlı ve müspet icraatlara rağmen, bir çırpıda nasıl böyle nankörlükte bulunuluyor”  ..diye çok merak ediyorsunuzdur. Ben size diyeyim…

Takma kafana be başbakanım, bizler böyleyiz işte! Bizlere ikram edilenleri de, lütfedilenleri de ve bahşedilenleri de çok çabuk unutuveririz.

 

Hatta ikram EDENLERİ bile, tanımaz oluyoruz…

Bir örnek vereyim de iyice rahatlayınız: (Menderes ve Özal örneği de değil. Siyasetten hiç değil.)

Bizleri HİÇLİKTEN varlık âlemine getiren, bizlerin hiçbir tercih hakkımız olmadığı halde, taş, odun, toprak, bitki değil de, bir CANLI olarak halk eden. Canlıların içinde, yılan, kirpi, salyangoz, köstebek, domuz, köpek, merkep değil de, İNSAN olarak dünyaya gönderen. İnsanların içinde de fizyonomi bakımından en güzel bir ırkta, ülke olarak da kurak-çorak, soğuk-sıcak, susuz-verimsiz, kıtlıklarla boğuşan ülkeler yerine, milyarların gıpta ettiği güzel bir ülkede yaratan. Üstelik de bizleri Müslüman bir ailede dünyaya gönderen o Yüce Yaratıcıya karşı bile, çok rahat nankörlük ediyoruz biz…

 

Birkaç gıda yeterliyken, binlerce çeşit nimetlerini bizlere seferber eden, onlardan istifademiz için bizlere gözler, diller tüm duygularımızı veren, kalplerimizi, beynimizi, böbreklerimizi, ciğerlerimizi ve tüm organlarımız yıllarca tıkır-tıkır çalıştıran O yüce Yaratıcıya karşı da çok nankörlükler ediyoruz biz…

“Sınamak maksadıyla gönderdiğini” bizlere anlatması için Peygamberler gönderen, dünya ve ahiret mutluluğumuzu kazandıracak donanımda Kılavuz bir kitap gönderen, Rahmeti sınırsız olan O Yüce yaratıcıya karşı bile çok nankörlükler ediyoruz biz. Çok az ibadet ediyoruz!!!

..Ve bizlere daha bunca nimetler bahşeden O Yüce Allaha c.c. karşı bile itaatsizlik ediyoruz, ona karşı bile isyan ediyoruz da O c.c. bizlere karşı yine de hep SABIR gösteriyor.

 

O yüce Yaratıcımızın emirlerine karşı bizler, itaatsizlikle, yasaklarına karşı ise dikkatsizlikle hep O’na c.c. karşı nankörlük ediyoruz.

c.c. ise hâlâ bizlere sergilemekte olduğu nimetini hiç esirgemiyor.

Yaptıklarımızı, itaatlerimizi veya nankörlüklerimizi sadece kaydettirerek, vaat edilen o büyük güne erteliyor. Bazılarımız ise, maalesef bunlardan bile haberdar değiliz.

Bizler işte böyle insanlarız be başbakanım, sen de takma kafanı…

Hatta provakatörlerin ve tahrikçilerin haricindekileri, SEN DE AFFET…

Umulur ki dolmuşa geldiklerini, dozajı çok fazla kaçırdıklarını idrak edip, tövbe ederler…

Yazarın Yazıları