Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 07/04/2013 00:11
  • 14.704

"Kap değişmekle su değişmez" duyduğumda çarpılmıştım bu cümleyi. Oysa söyleyenin dudaklarından  ne kadar sade bir şekilde dökülüvermişti. Zaten cümleler,  büyük cümleler etme derdine düşmediğinde büyüyor. 

Büyük laflar ettiğimizde büyüdüğümüzü zannettik ya en çok orada yanıldık galiba. 
Ve tüm bu büyük ve külçe lafların altında ezilen,  ezmeyi öğrendi sanırım. Büyük ve çaresiz yangınımız budur.
 
Evet, "kap değişmekle su değişmez" ne yana giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın muhteviyatınız ne ise osunuzdur. Meseleyi çok yönlü tefekkür edebiliriz.
Mesela,  İnsan yaşadıklarından ve yaşayamadıklarından  meydana geliyor ve yine insan ömrü tüm bu yaşanmışlıkların ya da yaşanmamışlıkların hesabını  verme tasasıyla geçiyor. 
 
Bitirilmemiş işler dediğimiz yığın hem yaşadıklarımızı hem de yaşayamadıklarımızı içine alan bir durum. Dilenmeyen  bir özür, söylenmeyen bir duygu (öfke, kıskançlık, haset, kibir..), yarım kalmış bir mesele/iş, affedemediğimiz bir kişi, hiç söyleyemediğimiz cümlelerimiz bulunan ebedi hayata göçenler... Bunlar zihnimizde gün geçtikçe dolan  ve boşaltmayı  unuttuğumuz bir çöp kovası  gibi durur. Öyle ki bir süre sonra zihinde başka hiçbir şeye yer kalmaz ve kalbimizin her odasını bu bitirilmemiş meseleler kaplar. 
 
 
Tüm bu bitirilmemiş işler sebebiyle hiç  "an" da olamıyor kişi. Ve  "anı" ıskalamak  "mana"yı ıskalamaktır bir bakıma. Unutmayalım, insana şifa veren anlam'dır.
 
 
Duygular tekliği sever ve her duygunun kendi sesi vardır. O halde içimizde ayrı ayrı var olan binlerce duygu ve sesle yaşamaktır "bitirilmemiş işler" ile yaşamak. Boşaltılmayı bekleyen bir çöp kovasını taşımak yani.
 
 
Depresyonun,  insanın kendine döndürdüğü enerji olduğunu biliyoruz. O halde çöplüklerde gaz sıkışmasına bağlı yaşanılan patlamalar misali insanın da içinde biriken  tüm bu duygular bir anlamda dışarıda harcayamadığımız bir enerjiye dönüşüyor. 
 
 
Çareler arıyor insan. Hissettiği bu kırgın, yorgun ve ağır halden kurtaracak. Yeni bir ev, iş, çevre ya da yeni eşyalar, yeni koltuklar, perdeler mesela veya yeni bir araba... Oysa her "yeni" ye  biz içimizde taşıdıklarımızla gidiyoruz ve ne yaparsak yapalım o çöp kovası boşalmadıkça "yeniye" yer  açılmayacak!
 
 
Demem o ki; bitirilmemiş işlerimizi bitirelim. Çöp kovamızı boşaltalım yani. 
Ya kısasını alalım ya kıssasını ya da affedelim/unutalım mesela...
 
 
Eh, bir lafı alıp en olmaz yerinden tutmanın verdiği bir garip hal ile yazıyorum bu yazıyı. Neticede "kap değişmekle su değişmez" derken söyleyen, esasında su kıymetlidir ve nereye koyarsanız koyun kıymetinden kaybetmez demek istenmiştir. Ama ben istedim ki taşıdıklarımızı ve taşındığımız yerleri bir tahayyül edelim. Esasında  suyun bulanma  ihtimali de vardır çünkü.  Ve değil mi ki; bulanık su, hangi kaba girerse girsin dinlenmedikçe durgunlaşmaz...
 
İnsan yaşadıklarını sindirmeli  önce. Tabletlerde bulabileceğimiz bir çare değil ki bu.
Unutmayalım "Şafii" olmadan şifa bulunmaz...
 
 
Nihayetinde  sonlu, kısıtlı ve kısır bir aklımız var. 
Haklar ve haksızlıklar üzerine "zan"larla kurduğumuz dünyayı biraz değiştirsek yeter bize. Şafii hep yanı başımızda, bir görebilsek...
Ve şu çılgınlar gibi milletin birbirine laf yetiştirdiği zamanda, bir bilsek!
İnsan en büyük zulmü haklı olduğunda yapar...
 
 
LAL:
Erguvanlar geldi ve İstanbul'un gerdanında salınıyorlar sanki. Çok yakışıyor boğaza bu mor emprime fistanlar. Güzeli görmeyen,  güzel görmez ki hiçbir şeyi. Allah'ın ayetleri bunlar bilinmeyi-görülmeyi bekleyen. Lütfen temaşa ediniz, kaçırmayınız  bu dallı güllü çıkıp gelen süprizli vakti! "unutmayın" bu bir demdir gelip geçer" tutamayız, demek isterim. 
 
Ağaçlar kıyamda... Az önce Mihrabat'da erguvanları yakından görme derdiyle gezindim biraz. Sırtımı bir ağaca yaslayıp, yüzümü suya döndüm her zamanki gibi ve zihnimde  dolaşan cümleleri beceriksizce yazı niyetine yazmaya çalışırken bir şey oldu; bir kelebek geçti önümden, gözlerimle onun zarif dansını  takip ederken, yüzüme bir kaç damla rahmet düştü. İçimden dedim "Konuşmak için kelimelere ihtiyaç olduğunu kim öğretti bize?"
 
Not: TRT de "ömür dediğin" adlı bir program var. Ne vakit izlesem bir dolu ders ve tecrübeyle doluyor kucağım. Tebessümle hüzün arasında bir yerde asılı kalıyor yüreğiniz. Ve tüm benliğimi saran duygu ise "teslimiyet". Hal ile söz ile teslimiyet...  "Teslimiyet" iki şekilde uğrar insana; ya yılgınlığın tezahürü ya da sabrın selameti olarak. Rıza, şükür, tevekkül ve çile misliyle var bu programda. İzlenilesidir yani.
 
Geçenlerde ( rahmet olsun) Muhsin  Yazıcıoğlu'nun annesi vardı bu programda. Popüler  reyting oyunu diyebilirsiniz ya da bir vefa, hepsi mümkün. Tek cümlem şu: Bildim. Her zaman anneleri evlatları üzmez... 
Yazarın Yazıları