Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 08/05/2013 00:11
  • 11.877

(...devam)

 
Kalbi, acıyan ve acıtan taraflarından tanırız...
 
Şu dünyada yaratılmış insanların birbirine benzese dahi eşsiz  suretleri  olduğunu biliriz de en az suretleri kadar biricik bir kalp taşıdıklarını unuturuz nedense.
 
Oysa kalp hem zâhirî hem de bâtınî anlamları olan bir uzuvdur. Yani ne dediği kadar ne demek istediği de önemlidir ve sırf bu nedenle yürüyüşe şemalini veren  kalptir diyorum.
 
Bazen olur; çok incindiğiniz bir cümleyi  değil  de o lafı sarf eden kişiyi düşünmeye başlarsınız. Ya da şahit olduğunuz veya uğradığınız yanlış bir davranışın kendisinden çok neden ve nasıl yapıldığını sorgularsınız. İşte bir kalbe bakmaya başlamaktır bu.
 
Ve  bu "bakmak" dediğimiz hal "bakışmaya" dönerse kısaca "anlaşmak" vuku bulabilir mesela...
 
Anlarsınız... Korkunç, kötü ve acımasız gelen hareketler esasında çıktığı elleri o kadar da dağlamıyor olabilir pekala. Sarf edilmiş incitici tüm cümleler incitmek için kurulmamış da olabilir ve eylem ile sonuç arasında bir bağ bir türlü kurulamıyorsa eğer karşılaştığımız  hep aynı sonuç olacaktır. 
 
Sizi acıtan acıtmıyor, yakan yakmıyor, inciten incitmiyor olabilir bir başkasını. Ve sırf bu nedenle Allah niyete bakar değil mi? 
 
Evet, bir kalbi acıyan ve acıtan taraflarından tanırız. 
İnsanlar tecrübe etmedikleri şeyleri bilirler belki ama kılcal damarlarlarında hissedemez. Ve o "his" dediğimiz şey bir insanın tüm yapıp etmelerine şemalini veren hâldir işte.
 
İnsanlar acıtıldığı yeri bilir çünkü. Ancak kendisini acıtan şeyi tanıyabilir. Ya da sevdiği ve sevindiği şeylerin de bir başkasına iyi gelebileceğini düşünür. Sırf bu nedenle hep benim sevdiğimi değil de, kendi sevdiği bir şeyi veren birinin daha kıymetli bir hediye vermeye çalıştığını  düşünmüşümdür. Oysa bencil ve anlayışsız görülen bu davranışın köklerinde gerçek bir sevgi ve içtenlik saklıdır biraz derinden düşünüldüğünde. 
 
Demem o ki; Empati diye bize yutturulan zokayı önce bir kusunuz. Sonra da insanlara bir daha bakınız.
 
En acıtmak için söylenen cümleler söyleyeni vaktiyle en acıtmış olanlardır.
En yakıcı, yıkıcı davranışlar onları zamanında en çok yakmış ve yıkmış  hallerdir. 
En sevdiği yer en sevildiği yerdir aynı zamanda. İnsanların sevgilerini dile getirirken ki cümlelerini bu nedenle çok önemsiyorum zira ya eksikliğini hissettikleri yerlerden geliyordur ya da onları vaktiyle çoğaltmış, iyileştirmiş merhemleridir.
 
Ve incitmemek, acıtmamak, yakıp yıkmamak için gösterdiğiniz incelikli tavırların hepsi de yine acıtanlarınızdır  haliyle. 
Tedirginlikleriniz sizi tedirgin eden şeyler olduğu kadar bir kalp incinecek diye titremenizdir de aynı zamanda. 
 
Davranışlar bir bakıma içimizin dışımıza dökülmesidir diyebiliriz 
İyilik ve kötülük kalpte başlar ve vücut bulur. 
Önce seçimlerimiz sonra niyetlerimiz en son fiillerimiz gelir...
 
Seçimlerimizi "zanlarımız" etkiler ( ki  zanları da bir başka yazıda  konuşalım inşallah) 
 
Ezcümle tüm yapıp etmelerimizin kaynağı aynıdır esasında.
Tüm seçimlerimiz ve seçmediklerimizden  oluşan bir zaman "yaşamak"!
Sizin için feda edilmiş bir ömür varsa feda etmeyi bilirsiniz mesela...
Sizi korkutan şeyler korkutmasın kimseleri diye titreyebilirsiniz
Tanıdık gelen bir çaresizliğe merhem olmaya niyet edebiliriz pekala.
Ve yutkunup kalabilirsiniz vaktiyle yuttuğunuz tüm cümleler için ya da kusabilirsiniz tüm içinizdekileri.
Bir gitmenin ve kalmanın sebebi aynı olabilir...
Yakmamak için yanmayı,
Acıtmamak için acıyı seçebilirsiniz...
 
Mesele, iyiliği ve kötülüğü birbirinden ayıran kalın çizginin aynı kalemle çizildiğini görmekte...
 
 
Evet, şairin  dediği gibi yaşamakta ölmekte yeni bir şey değil ki! 
sadece her insan biricik ve yeni şu alemde 
Ve insanları tanımaya çalışmak öyle kendinizi karşıdakinin yerine falan koyarak olmuyor maalesef. 
Bir kez olsun, sadece bir kez olsun yapabilsek içinde kendimizin olmadığı bir bakış atabilsek başka hayatlara her şey daha netleşecek.
Ve biz daha bir anlıyor olacağız belki  de,
dahası anlaşılma ihtimali de vardır belki kim bilir...
 
 
Evet yoldayız ve yolcuyuz...
şüphesiz kalbimiz, yürüyüşümüze şemalini veren.
Hakikat: Vaktiyle yolumuzun geçtiği yerlerde aldığımız izlerin yansımasını yaşıyor olmaklığımız ve tüm yolcuların birbirini etkileme ihtimalinin güzelliği ve ağırlığı... 
 
LAL:
Şu sevgilerin yarıştırıldığı  tüm günler bende bir tutulma yaratıyor çaresiz. Tutulup kalıyorum sevgilere değerlere biçilen fiyatlara... Bakakalıyorum  koşullanmış gösterilere.
 
"Seni seviyorum" cümleleriyle büyütülenler sevdiklerine "sevdiğim" değil de "sevildiğim" demeye başlamalı bence. Çünkü bu böyle. İnsan yaşadığı hâli söyleme ihtiyacı duymaz ki! 
Sevdiğini hiç söylemeyen annelerin,  uğruna bir ömür feda ettikleri evlatları hep bilirler sevildiklerini. Sevgi gösterilmeye çalışılan bir şey artık! Oysa sevgi bilinmesi gerekendir ve hasıl olduğunda vakıf olunan yegane kıymetlimizdir. Yani varsa zaten biliniyordur. 
 
Şu "anneler günü" vesilesiyle dönen reklamlarda kullanılan dilin bizleri nerelerden nerelere sürüklediğini görebiliyor musunuz? 
 
"Kadınlar çiçektir" diyor mesela! Hayır efendim kadınlar çiçek miçek değildir demek istiyorum. Suyu sabunu karıştırmayın çiçeği böceği tüm o tembelleştiren küçük ev aletlerinizle beraber bir kenara koyun ne olur. 
 
Anneler topraktır... Üzerinde ot bitmeyeni de olur, kadim ağaçlar büyüteni de. Bağrı geniş ve coşkundur. Koşulsuz tek sevgidir  belki yeryüzünde annelik!
Yeni anne olan biri  "görelim bakalım bana ne hediye alacak eşim, kızını ne kadar seviyormuş anlayacağız" dedi geçenlerde. Bir "ah" da siz çekin ne olur.
 
Gösterildiğinde var olduğuna inanılan bir sevgi kıymetli midir? 
Ve kıymet, değer, gösterilebilir midir?
Gösterdikleriniz, yaşadıklarınızla uyuşmuyor/ eğreti olduğundan şifa da vermiyor.
Böyle  alışverişli bir dünyada sevginin hangi çeşidinin barınabileceğini düşünüyorsunuz? 
Yaşayarak sevilir gösterilerek değil!
Yazarın Yazıları