Sinan KAVRAKOĞLU
  • 05/06/2016 Son günceleme: 05/06/2016 14:36
  • 20.691

Hz. Ömer (ra), “Bir çocuğun en büyük düşmanı, kendisine Allah’ı anlatmayan, O’nu tanıtmayan, sürekli bu dünyada yaşayacakmış gibi yetiştiren anne ve babasıdır!” demiş.

Kâinat’ın Sultanı Efendimiz (sav), “Çocuk anasından doğar, babası tarafından yetiştirilir.” demiştir.

Allah-u Teâlâ ise Tâhrim Suresi 6. Ayet’te özellikle ve öncelikle biz babalara “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.”

Bu kutlu ikazlara baktığımızda babalar olarak önce kendimizi düzeltmemiz gerektiği gerçeğini görüyoruz. Zira, “yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden ailenizi koruyun” emri bizzat bize verilmektedir. Bu emri yerine getirmememiz durumunda yakıt olarak nitelendirilen o insanların ise evlatlarımız, ailemiz olacağı ayan beyan ortada.

Durum bu kadar açık bir şekilde ilahi ikaz ve emirlerle bizlere bildirilmişken ve biz buna rağmen tam tersi bir yaşam sürmeye devam ediyorsak bir kez daha durup düşünme vaktidir!

Cahiliye döneminde hepimizin bildiği gibi babalar kız çocuklarını “gel seni gezmeye götüreyim” diyerek kandırır ve diri diri kızgın çöl kumlarına gömerler, akşam yemeğinde de sabah tapınmak üzere yaptıkları helva-putu yerlerdi.

Elbette o yavrucaklar dinimize göre şehit sayılıyor. Bu gün biz babalar sadece kız çocuklarımızı değil, erkek evlatlarımızı da diri diri gömüyoruz. Üstelik ve maalesef onlar şehit de sayılmıyor. Kendi ellerimizle evlatlarımızı ayette de belirtildiği gibi cehennem yakıtı olmaya aday olarak yetiştiriyoruz.

Gelin sadakat ve teslimiyet tacını kuşanmış Hz. Ebubekir Sıddık (ra) Efendimizin oğullarıyla olan sınavını Kıymetli Hoca Hanım Büşra Taşcıoğulları’nın “İlk ve Son söz AŞK-Evlat Babanın Sırrıdır” adlı kitabından aktaralım;   

Sahabe-i Kiramın çocuklarına karşı tavrı merhamet ve muhabbetten geçiyor.

Bakalım ki, Hz. Ebubekir nasıl merhamet etmiş? Hz. Ebubekir’in oğulları nasıl evlatlarmış? “Hz. Ebubekir’in oğullarından çektiğini hiçbir baba bu dünyada evlatlarından çekmemiştir” deniliyor. Ancak Hz. Ebubekir evlatlarına karşı da merhamet ve muhabbetinde en öndedir. Ne oldu da, Hz. Ebubekir hem büyük bir çile çekti, hem de merhamet ve muhabbet gösterebildi?

Hz. Ebubekir’in birinci oğlu Hz. Esma’nın kardeşi, adı Abdullah. İkinci oğlu da Hz. Aişe ile aynı anneden ve adı Abdurrahman. Birinci oğlu Abdullah, daha sekiz yaşında iken babası Hz. Ebubekir ile beraber Müslüman oluyor. Diyeceksiniz ki sekiz yaşında Müslüman olmuş daha ne yapsın? Hz. Ebubekir’in oğlu Abdullah sekiz yaşında Müslüman olmasına rağmen namazlarını kılmıyor, ibadetlerinde sıkıntı var. Hz. Ebubekir o kadar dertli o kadar dertli ki gece gündüz yalvarıyor; “Ya Rabbi Abdullah’a namaz aşkı ver, Abdullah’a ibadet aşkı ver” diye. Gelin bakın ki, saadet iklimi ve Rasulullah’ın (sav) sadık dostu Hz. Ebubekir, her an Rasulullah (sav) ile yan yana ama O’nun ilk evladı, gözünün nuru evladı namaz kılmıyor. Cemaate, camiye gelmiyor. Hz. Ebubekir her namaz vaktinde gidiyor Abdullah’a ve diyor; “haydi Abdullah namaza” (merhamet bu), “haydi Abdullah ibadete” (muhabbet bu). Ama merhameti de, muhabbeti de Allah için. Abdullah’ı dünyaya bağlamak için değil, ebedi hayatını kurtarmak için.

Abdullah hiçbir savaşa katılmıyor. Sahabe savaşa gidiyor, Abdullah evde yatıyor. Sahabe sefer için hazırlanıyor, Abdullah evde yatıyor. Evlenme çağı geldiğinde de Atike denen çok güzel bir hanım sahabe ile evlenmek istiyor. Hz. Ebubekir karşı çıkıyor. Diyor ki; “Sen, zaten evden çıkıp namaza gitmiyorsun. Atike o kadar güzel bir kadın ki, sen O’nu alırsan evden hiç çıkmazsın.” Ama oğul nihayetinde babayı ikna ediyor. “Evleneyim namaza da geleceğim” diyor, sonunda Hz. Ebubekir kabul ediyor. Hz. Atike ile evleniyorlar. Ancak Hz. Ebubekir’in söylediği aynı şekilde gerçekleşiyor. Abdullah değil ki bir vakit namaza gelmek, evden burnunun ucunu dahi göstermiyor. Hiçbir toplantıya katılmıyor. Gece gündüz evde hanımıyla muhabbet içerisinde...

Bir gün, Cuma namazı vakti ve Hz. Ebubekir’in gözü yine yollarda. Bakın, zorluğu anlayın diye anlatıyorum; Hz. Ebubekir gibi bir insanın gözleri yollarda oğlunu bekliyor ama O, ortada yok. Namaz vakti, son ana kadar “yetişir” diyor; yine yok. Ezan okunuyor mecburen içeri giriyor, çıktığında kapıda göreceğini umud ediyor, çıkışta yine Abdullah yok. Ve koşa koşa Abdullah’ın evine gidiyor. Diyor ki; “Vallahi de billahi Atike’den boşanacaksın. Boşanmadan ben bu evi terk etmeyeceğim.”

Ve Hz. Ebubekir bu emriyle Atike’den Abdullah’ı ayırıyor. Aslında Abdullah bu kadar da itaatkâr bir evlat ama ibadete karşı soğuk... Sahabenin çocuklarının bir kısmının hayatında bugünkü neslin problemlerinden numuneler var. Ama bu sefer de Abdullah, evden içeriye girmiyor, ayrıldığı eşi için sokaklarda şiirler okumaya, ağıtlar yakmaya başlıyor. Bir gün O’nun okuduğu şiirleri Hz. Ebubekir duyuyor ve oğluna diyor ki “Sana, Allah için merhamet ederim, sen kendine Allah için merhamet edersen.”

Bakın merhametin ve muhabbetin ölçüsü bu. “Sana Allah için merhamet ederim; sen kendine Allah için merhamet ve muhabbet edersen. Atike ile tekrar evlenmene izin vereceğim; ancak Senden tek bir şey istiyorum. Tek bir vakit dahi cemaatten ayrı kalmayacağına, hiçbir seferden geri durmayacağına söz vereceksin.” Söz veriyor Abdullah ve Hz. Atike ile tekrar evleniyorlar. Evlendikten sonra Abdullah gerçekten beş vakit namazda cemaate gelmeye ve savaşlara katılmaya başlıyor.

Taif seferinde bir okla yaralanıyor. Yarası ağır, hasta döşeğinde yatarken hanımına diyor ki -hanımını çok seviyordu ya- “Ben, bana ait olan falanca araziyi sana mehir olarak bıraksam o senin geçimin için yeter. Ben öldükten sonra başkası ile evlenmesen olmaz mı?” Atike annemiz de söz veriyor. Ve ölüyor Abdullah. Öldükten sonra Hz. Ömer, erkek kardeşi için Hz. Atike’ye talip oluyor. Hz. Atike diyor ki, “Ben, Abdullah’a söz verdim evlenemem.” “Bu durumu gidip Hz. Ali’ye soralım” diyorlar. Bakın sahabe her bir harekette hüküm arıyor. Hz. Ali de diyor ki; “bu yanlış bir sözdür. İslam şeriatine uygun değildir. Ama sen madem ona söz verip yemin etmişsin. Yemininin kefareti olarak Abdullah’ın arazisini Abdullah’ın ailesine geri iade et. Ondan sonra da evlen.” Hz. Atike araziyi iade edip, evleniyor.

Enteresandır ki, Hz. Atike’nin lakabı “şehitler hanımı.” Hz. Abdullah şehit oluyor, sonrasında evlendiği Hz. Ömer’in kardeşi de şehit oluyor. Ondan sonra Hz. Ömer ile evleniyor. Hz. Ömer’de şehit oluyor. Hz. Ömer’den sonra Hz. Hüseyin’le evleniyor, O’da şehit oluyor.

Sahabenin hayatına bakın. Bizde bir hanım biri ile evlenecek, kocası ölecek, ikinciyle evlenecek ölecek, üçüncü ile evlenecek ölecek. Hanıma kim bilir neler denir değil mi? Ne oldu bizim duruşumuza? Bozulmuş duruşumuz. Değer yargılarımız, dünyalık kaygılarımız ve başkalarının hakkımızdaki algıları olunca, “Allah’ın ve Rasulünün bu konudaki hükmü nedir?” sorusu hiç aklımıza gelmez olmuş.

Hz. Atike’nin yerinde birini görsek? En hafif tabirle, ya “evlendiği her eş ölüyor” ya da “onunla evlenmeyin o uğursuz kadındır” deriz. Ama sahabe “şehitler hanımı” diye şereflendiriyor O’nu.

Bunları bilmeliyiz ki bozulmuş idraklerimize ayar yapalım. Hz. Ebubekir oğluna Allah için merhamet ettiğinden dolayı, oğlu da babasına karşı düşman değil, muhabbet besliyor. “Beni karımdan niye ayırdın?” demiyor. Biliyor ki babası cemaate gitmediği için yaptı bunu. Babasına isyan etmiyor. Sadece durumunu ilan ediyor. Peki, babası ona ne diyor? “Sana Allah için merhamet ederim, sen kendine Allah için merhamet edersen.”

Hz. Ebubekir’in diğer oğlu Abdurrahman ise Müslüman olmuyor. Babası Efendimiz’in en sadık dostu, kardeşi Hz. Aişe ise Efendimiz’in (sav) hanımı, buna rağmen Abdurrahman Müslüman değil. Bedir Savaşı’nda müşriklerin safında yer alıyor. Hatta bu savaşta, babasına meydan okuyor, diyor ki; “var mısın benimle savaşmaya?” Hz. Ebubekir kılıcını kuşanıyor, Abdurrahman’ın üzerine gidecek, Rasulullah tutup geriye çekiyor. Sonra Uhud Savaşı’nda yine müşrikler safında. Hatta bu savaşta her tarafını kapatan bir zırh giyiniyor ki, babası onu tanımasın, karşı karşıya gelsinler. Ama Hz. Ebubekir oğlunu tanıyor. Diyor ki; “Ya Rasulullah, ne olur izin verin, gidip bu İslam düşmanını öldüreyim.” Rasulullah yine geriye çekiyor, diyor ki, “sabret!” Mekke’nin fethinden çok kısa bir süre öncesine kadar Abdurrahman müşriklerin elebaşlarından bir tanesi. Mekke’nin fethinden kısa bir süre önce Müslüman oluyor ve Efendimiz’in (sav) yanında önde gidenlere, canlarını feda edenlere dâhil oluyor. Bu insanlar bu kadar uç noktalardan, bu kadar muhteşem bir noktaya nasıl geliyorlar? Babalarının istikametinden dolayı geliyorlar. Babalarının düşmanlığı değil muhabbeti azık edinmesinden dolayı geliyorlar. Hz. Ebu Bekir’in 21 yıllık gözyaşı karşılık bulmuş, evlatları ümmetin şereflileri olmuştu.

Yolunu kaybetmiş olan biz babalara, yönümüzü bulabilmemiz için gökteki yıldızlar gibi olan Sahabe Efendilerimizin hayatında bizler için çokça örnekler var. Yeter ki biz okumasını bilelim.

Kâinatın Sultanının “beni görmediği halde bana iman eden kardeşlerimi özledim” sözlerine muhatap olacak nesiller yetiştirebilmemiz duasıyla…

Bu Ramazan-ı Şerif’in bizim ve ailelerimiz için yeni ve kutlu bir başlangıç olsun inşallah… 

Yazarın Yazıları