Beykozlu Orhan olarak yaşıyorum

  • 0
  • 13950
Beykozlu Orhan olarak yaşıyorum
Beykozlu Orhan olarak yaşıyorum
Beykozlu Orhan olarak yaşıyorum
Beykozlu Orhan olarak yaşıyorum
Beykozlu Orhan olarak yaşıyorum
Beykozlu Orhan olarak yaşıyorum

Beykozlu Oyuncu Orhan Kılıç, bir yıldır ekranlardan uzak, sessiz sakin projelerini yürütüyordu. Şimdilerde ise dizi ve film projeleriyle yeni sezona hazırlanıyor.

Geçtiğimiz haftalarda son bölümü yayınlanan Mehmet Akif Ersoy belgeselinde izlediğimiz oyuncu, "Çok karaktere can verdim ama Mehmet Akif canıma can kattı. İnsan olmak adına ondan çok şey öğrendim." diyor.

İlk kez "Sağır Oda" dizisiyle tanıdığımız Beykozlu oyuncu Orhan Kılıç, bugüne kadar rol aldığı dizilerle adından sıkça söz ettirdi. Bir yıldır ekranlarda görünmeyen Kılıç, biraz kendini dinlemek için ara verdiği bu dönemde de boş durmamış. Geçtiğimiz haftalarda TRT'de son bölümüyle ekranlara gelen sekiz bölümlük Mehmet Akif Ersoy belgeselinde Akif'i oynadı. Yeni sezonda hem dizi hem de film projeleriyle seyircinin karşısına çıkmaya hazırlanan Kılıç'la buluşup Türkiye'den Almanya'ya uzanan oyunculuk serüvenini ve özel hayatını konuştuk.

Oyunculukla ilk tanışmanız nasıl oldu?

Tiyatroyla Türkiye'de ilkokula giderken tanıştım. Tiyatro kollarındaydım, piyeslerde, okul müsamerelerinde çok sahneye çıktım. Yaramaz, derslerle ilgisi olmayan ama yetenekli, sevilen bir öğrenciydim. Ortaokuldayken matematiğim çok kötüydü ama dersin hocası İlhan Hanım, beni çok severdi. Başta öğretmen olan eşinin taklidi olmak üzere birçok öğretmenin taklidini yaptırırdı. Kimya hocası da kendisinin taklidini yaptığımı duymuş, bir gün dersin ortasında,"Taklidimi yapıyormuşsun, hadi bi yap da ben de göreyim." dedi. Sınıfa girişinden ders anlatmasına, oturuşuna kadar her halini yaptım. "Aferin sana, gel bakayım yanıma, sana aferin öpücüğü vereceğim." demesiyle, sağlı sollu iki yüzüme tokat atmasını hâlâ unutmam.

Yediğiniz tokadın acısıyla bir daha taklit yapmamışsınızdır herhalde...

Yapmaz olur muyum? İlhan Hoca bunu duydu ve "Pes etme, taklit yapmaya devam et, sen iyi bir yeteneğe sahipsin." diyerek beni daha da cesaretlendirdi. Hatta anneme "Bu çocuk okumaz, bari tiyatrocu olsun." diyerek oyunculuk yapmama vesile olmuştur. Orta ikinci sınıfta Almanya'ya gittim. Tiyatro maceram Almanya'da devam etti. 1991'de artık bu işi çok sevdiğime ve zaten benden başka bir şey olamayacağına kendim de inandım. Yani doktor, mühendis olamazdım.

Beni sokakta bulmadılar

Biz sizi "Almanya'dan Türkiye'ye tatile geldi, oyuncu oldu" diye biliyoruz. Doğru mu?

O biraz farklı yansıdı basına, öyle bilindiği gibi değil işin aslı. Almanya Götingen'de devlet tiyatrosunun gençlik koluna girdim. Oradaki oyuncu ve yönetmenlerden dersler alıyorduk, çok teşvik ediyorlardı. Oyunculuk; algılamak, anlamak ve tatbik etmekti. Ben daha senaryoları okur okumaz, kavrayıp 'en iyi nasıl oynarım'ın derdine düştüğüm için hep oyunculuğa teşvik edildim.

Yani öyle anlatıldığı gibi beni sokaktan bulmadılar. Ben buraya geldiğimde zaten olmuş bir adamdım. 30 yaşındaydım ve Almanya devlet ve şehir tiyatrolarında birçok şey yapmış, ödüllü bir oyuncuydum. Berlin Sanat Akademisi, benim oyunculuktaki ikinci sınavımdır. 1.030 kişi başvurdu ve sadece 4 kişi alındı. O 4 kişiden biri olmak muazzamdı. Akademiye alındıktan sonra kendimin farkına vardım.

Siz nasıl bir oyuncusunuz?

Almanya'daki bir hocam "Oyunculuk yaparken, bir gün insan olduğunuzu unutacaksınız." derdi. Ben de, "Onu unuttuğunuzda sonunuza yaklaşırsınız." derdim. Hiçbir zaman insan olmayı unutmayan bir oyuncu oldum ve unutmayacağım da. İzole yaşayan, insanlardan, ortamından kopmuş, kafasına göre takılan marjinal bir oyuncu olmak bana göre değil. İnsanların içinden bir insan olmak lazım. Ulaşmamız gereken nokta da insanlık.

Peki, Almanya'dan dönüş sebebiniz neydi?

Sıkıldığım bir dönemdi. İki aylığına Türkiye'ye kaçıp geldim. Ama şu an bakınca, belli ki beni burada bekleyen bir şeyler varmış diyorum. Bu sebeple insan başına gelenlere şer olarak bakmamalı. Çünkü şer görünen şeyde bir hayır olduğunu er geç görüyoruz.

En son canlandırdığınız Mehmet Akif Ersoy rolüne bakınca, sanki aradan geçen zaman rollerinizi de olgunlaştırmış gibi...

Bazı rolleri oynayabilmek, elbette ki belli bir olgunluk gerektiriyor. Futbolcular yaşlandıkça performanstan düşerken, oyuncular yaşları ilerledikçe zehir gibi olurlar. 50-60 yaşındaki oyuncu abla ve abilerimize baktığımızda oynamadan durmalarının bile yeterli olduğunu görürüz. Duruşlarında bile bir yaşanmışlık vardır.

Oyunculuk, hayatınızı değiştirdi mi?

Hayatımdaki büyük değişiklik evlenmek oldu. Daha da büyüğü 2,5 yıldır benimle aynı havayı soluyan bir oğlum var. Yoktan var oldu. Ona baktığım zaman ne yapacağım yönetmenliğin ne de oynayacağım en güzel karakterin, bu eser kadar kutsal olmayacağına bir kez daha inanıyorum. Bir evlat sahibi olmak, dünyaya getirilmiş en güzel eser bir insan için. Ona baktığım zaman içim titriyor, tüylerim diken diken oluyor. Çocuğun doğduğu an aklıselim insan için her şeyin sıfırlandığı andır. Baba olmak benim için her şeyin üstünde. Bu benim için en büyük değişiklik, bundan daha büyük bir değişiklik tanımıyorum. Bunun dışındakiler teferruat.

Allah çok verip azdırmasın

Bir yıldır ekranlardan uzak kalmanızın özel bir sebebi var mı?

Dizi olayına girince insan otomatiğe bağlıyor. Bu sebeple biraz kendimi dinleyip daha kaliteli ve nitelikli işler yapmak için bekledim. Her şeyi yapan sıradan bir oyuncu olmak değil amacım. Mehmet Akif Ersoy belgeseli özel bir projeydi ve özenmem gerekiyordu. Daha sonra Topal Osman Ağa'nın hayatını konu alan sinema filmi çekiliyor, orada misafir oyuncu olarak bulundum. Tarihe başka bir açıdan bakan bir yapım, çok ses getireceğini düşünüyorum. Mimar Sinan tiyatro oyununda oynadım. TRT'ye misafir oyuncu olarak gittim, Osmanlı Kıyam dizisinde bir dervişi canlandırdım. Böyle Bitmesin'de ise askerde psikolojisi bozulmuş bir karakteri oynadım. Bunların hepsi yönetmen abilerimin projeleriydi, onları kıramadım.

Sinema ve dizi projeleriniz var mı?

"Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi" isimli romandan uyarlama bir polisiye dizide başrol oynayacağım. Önümüzdeki hafta çekimleri başlayacak. Taş Mektep sinema filminde de başrol oynuyorum. Şubat gibi gösterime girecek. Bir de senaryosunu Yüksel Molla ile beraber yazdığım, kendim çekmek istediğim "Sistem" isimli bir film projem var.

Eşiniz magazin gazetecisi, siz de ünlü bir oyuncu. Birbirine bu kadar zıt meslekten biriyle evlilik zor olmuyor mu?

İki cambazın bir ipte durması gibi bir şey. Ama benim adıma hiç zor olmuyor. Sema (Eren) tanınan magazin gazetecilerinden biri. Fakat o, bunu asla eve taşımaz. Çok iyi bir eş, ev hanımı ve anne. 1989'dan beri magazin basınının içinde. Sanırım bir oyuncu ile evli olmak, onun için daha zor. Oyunculuk benim mesleğim, hayata bakış açım. Her ne kadar insan olmaya çalışsam da "oyuncu milleti" etiketinden kurtulmak mümkün değil.

Bir gün içinde bulunduğunuz imkânları, şöhreti kaybetmekten korkuyor musunuz?

Asla... Şöhreti ya da içinde bulunduğum imkânları kaybetmekten korkmuyorum. Çünkü ben ölüme, sonsuz bir Yaradan'a ve O'nun gücüne inanıyorum. İnsan ne olursa olsun ölecek. Mühim olan, kendisine verilenin değerini bilmesi. Mal-mülk, şan-şöhret Kanuni Sultan Süleyman'a, İstanbul'un Fatih'ine kalmadı, bana mı kalacak? 32 yaşıma kadar şöhret değildim ki. Tiyatroda oynuyordum, 500 kişi gelip alkışlıyordu, ben öyle de mutluydum. Şöhretli Orhan gibi değil, Beykozlu Orhan olarak bu hayatı yaşıyorum. Şöhret bana sadece maddi anlamda rahatlık sağladı, istediklerimi daha kolay yapıyorum. Kimi evlenince kumar oynar, kimi barlardan çıkmaz ama ben evlendim. Evimdeyim, oğlum Ahmet Aras'layım. İstesem her gün magazin sayfalarında olurum. Ama o yalan dünyanın beni içine çekmesine izin vermiyorum. Şöhreti kaybetmek gibi bir kaygım yok. En büyük korkum, oğlumu kaybetmek. Şöhret nedir ki? Allah sağlıktan zeval vermesin. Allah çok verip azdırmasın.

Çok karakteri oynadım ama Akif, canıma can kattı

Mimar Sinan ve Mehmet Akif Ersoy gibi iki önemli karakteri oynamak zor olmadı mı?

Açıkçası bu rolleri canlandırırken zorlanmadım. Ben daha çok zevk almaya çalıştım. Evet ikisi de önemli karakterler. Ama önemli olan canlandırmaktan çok onları anlamak; çektikleri acıları hissetmek, onların ufkunu yakalamak.

Mehmet Akif'i bilmeden onun için "Türkiye'nin Shakespeare'i derdim". Onu tanıdıktan sonra mücadelesini, ruhunu daha yakından görme fırsatım oldu. Son cengaverlerden bence. Bir insan hatasız olabilir mi? Akif'in hatası mutlaka vardır kendine göre. Ama o, hatalarını her zaman yok etmeye çalışan, dürüst ve emin biri. Beni çok etkiledi. Çok karaktere can verdim ama Mehmet Akif canıma can kattı. İnsan olmak adına ondan çok şey öğrendim.

Mesela?...

Dürüstlüğü, vatana millete bakışı, olduğum yerin kıymetini bilmeyi öğretti. Bir kere Şarklı olduğumun ve bunun değerini bilip öyle yaşamam gerektiğinin farkına vardım. Mehmet Akif Ersoy her şeyle o kadar barışık ki, kendi döneminde onun fikirlerine karşı duranlara karşı bile katleden değil 'Arkadaşlar' diyen bir üslubu var. Her şeyden önce büyük bir Allah dostu. Kayıtsız şartsız inanca sahip.

M. Akif Ersoy'un yıllar önce yazdığı Kur'an-ı Kerim mealinin üçte biri bulundu. Bununla ilgili gelen eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mehmet Akif'in İhlas Sûresi mealinin orijinal belgelerini görmüştüm bir televizyon programında. Gerçekten büyük bir kafiye, uyum vardı. Eğer çok önceden tamamı bulunsaydı, şu an yürürlükte olan, gerçeğine yakın bir meal olabilirdi. Zira kendisi Arapçayı çok iyi bilen biri. Onun gibi bir şairden Kur'an-ı Kerim'i okumak ve anlamaya çalışmak bizde başka bir ufuk açabilirdi.

Türkiye'de eleştirmek, yerden yere vurmak gibi...

Bir kere Türkiye'de eleştirmek dünyanın en kolay işi. Herkes her şeyi kolaylıkla eleştirebilme tasavvurunu görür kendinde. Bakın sosyal medya araçlarına. Küfürler, hakaretler havada uçuşur. Eleştirmenin ne olduğunu bilmiyoruz maalesef. Türkiye'de eleştirmek, yerden yere vurmak gibi algılanıyor. Oysaki pozitif eleştiri de olabilir. Ama bizde hep negatif algılanıyor. Biz fazlasıyla kutuplaşmış bir ülkeyiz. Mesela Almanya'da insanların ortak değerleri vardır ve bunun üzerine tartışmazlar. Biz bugün neden Nazım Hikmet'i, Necip Fazıl Kısakürek'i, Mehmet Akif Ersoy'u beraber anıp düşüncelerini, eserlerini yan yana getiremiyoruz? Onlar kendine göre yaşayıp düşüncelerini dile getirmişler. Biz hâlâ ötekileştirme derdine düşüp, o sağcı bu solcu diye kutuplaştırarak bir adım atamayız. Geçmişi anlayıp geleceğe bakacağız. Geçmişimizle geleceğimizi yoğuracağız. Mehmet Akif Ersoy üzerinden yapılan tartışmalar bildik tartışmalar, kulak asmamak lazım.

Haber Merkezi

Bir Kadının Hikayesi (!) BERRİN
Önceki Bir Kadının Hikayesi (!) BERRİN
Bakan Yardımcısından Beykoz Başsavcılığına ziyaret
Sonraki Bakan Yardımcısından Beykoz Başsavcılığına ziyaret
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz