Muharrem ERGÜL
  • 31/12/2015 Son günceleme: 31/12/2015 18:32
  • 6.287

İnsanın yakın çevresini tanımadan, dünyayı tanıyamayacağına inanlardanım.

O yüzden yaşadığım muhiti tanımak ve tanıtmak konulu yazılar yazıyorum. Yoksa herkesin yazdığı popüler konularda çala kalem yazmak kolay. Kopyala, yapıştır, yaz. Dedikodu yap, yaz. Bu benim işim ve harcım değil. Sürekli söylüyorum: Aslolan tarihe tanıklıktır.

Malumunuz, Beykoz halen göç almaya devam ediyor. 1960'lı yıllardan bu yana Beykoz'da yerleşenler, bölgenin kültürel değerlerini çok iyi bilemiyor olabilirler. Bu da son derece normal bir durumdur. Hatta öyle ki, bazen yanı başımızdaki bir kültürel mirastan bile haberimiz olamayabiliyor.

Geçtiğimiz günlerde dini hassasiyeti yüksek bir arkadaşıma, bulunduğu semtteki bir tarihi eseri sordum. Önce 'Bilmiyorum' sonra da 'Galiba, olabilir' gibi sözler edince, ağzım açık kaldı. Hayli şaşırdım. Oysa bizler, popüler kültür adına neleri bilmiyoruz ki...

Gelelim konumuza... İstanbul'un tarihi dokusunu tamamlayan kurumlar arasında Muvakkithaneler önemli bir yer tutar.

Çoğunlukla, geç dönem camilerin külliyelerinde sebil, şadırvan, çeşme gibi ince ve zarif, küçük mimari eserler arasında yer alan Muvakkithaneler, saat ayarı yapan, bunların tamirine bakan, namaz ve ezan vakitlerini halka ve müezzinlere bildiren kurumlardır.

Sosyal işlev de taşıyan bu kurumlar, zaman içinde herkesin bir saate sahip olması, meydan saatlerinin şehir ve kasaba meydanlarına konulması ile görevlerini tamamlamıştır.

Muvakkithaneler işlevsiz kalınca, çoğu yakılmış ya da Vakıflar İdaresi'nce çeşitli kurumlara kiraya verilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu içinde Belgrat Kalesi, Beyrut, Selanik, Tırnova, Bağdat, Şam, Girit, Hanya, Bursa, Gelibolu, Kütahya, Amasya, Trabzon, Edirne, Çanakkale ve İstanbul gibi merkezlerde Muvakkithaneler olduğu bilinmektedir.

Ne yazık ki bu Muvakkithanelerin büyük bir kısmı günümüze değin ulaşamamıştır. Sadece İstanbul'da ismi ve yeri bilinen 38 Muvakkithane, tamamen ortadan kalkmıştır. Her şeye rağmen, bugün çeşitli amaçlarla kullanılan 30 Muvakkithane varlığını sürdürmektedir.

İşte bu Muvakkithanelerden biri de Beykoz Muvakkithanesi'dir. Her gün önünden geçip de fark etmediğimiz yapı melül mahzun geçmiş günlerini yâd etmektedir.

Bağ-ı dehrin hem hazanın

Hem baharın görmüşüz

Biz, neşatın da gamın da

Rüzigarın görmüşüz,

... dercesine, geleni gideni seyretmektedir.

Beykoz Muvakkithanesi, tam Beykoz Meydanı'ndadır. Beykoz merkezinde bulunan Serbostani Mustafa Ağa Cami'nin giriş kapısının yanında küçük dairesel yapı şeklindedir, Muvakkithane...  Kümbet tarzındadır ve camiyle çok uyumlu, adeta caminin mütemmim cüzü gibidir.

Yapının üzeri kubbeyle örtülüdür. Kapısı üzerindeki kitabede, "El hac Hüseyin Ağa eseridir" yazısı ile inşa tarihi olan 1274 (1857) yılı yazılıdır. Yapının içi tahminen 15 metrekare civarındadır.

Muvakkithane, çocukluk yıllarında adeta bir eğitim kurumu gibiydi. Beykoz'da yaşayan herkesin bildiği, uğradığı ve feyiz aldığı bir mekândı. Dönemin birçok Bilimadamı, din adamı, şairi ve yazarı Beykoz'a geldiğinde Muvakkithane'ye uğramadan geçmezdi. Orada, bilenler anlatır, meraklıları dinlerdi.

Muvakkithane, Beykozlu esnaf tarafından temizlenir, bakımı yapılır; oraya gelenlere de hizmeti yine Beykoz'un esnafı yapardı. Zenginliğin malla mülkle ölçülmediği zamanlar 'bilgi zenginleri' hizmete layık görülürdü.

Bazen özel bir davetle, bazen aylık sohbet toplantısı, bazen de yaz ziyareti kapsamında Beykoz'a gelen birçok değerli insanı orada gördüm. Kimler yoktu ki; 'Medineli Hacı Osman Efendi, Gönenli Mehmet Efendi, Hüseyin Hilmi Işık, Mehmet Zahid Kotku Hazretleri, Mahmud Efendi, Necip Fazıl Kısakürek, Muzaffer Özak, Saadettin Ökten, Erol Güngör’ ve daha niceleri… Ayrıca merhum İhsan Sedef Hocamız da adeta ‘huzur dersleri’ ile bizleri ihya ederdi. Muvakkithane bizim için akademi, İhsan Hoca da bizim gözümüzde Ordinaryüs Profesör’dü. Her türlü dini ve dünyevi bilgi yanında musiki bilgisini de Hocamızdan öğrenirdik.

Ne yazık ki, Muvakkithane’nin bu işi de teknolojik gelişmelere bağlı olarak bugün kaybolmak üzere… Televizyon ve farklı iletişim kanalları, insanları evlere tutsak etti. Toplumdaki kutuplaşmalar da bu tür buluşmalara engel oldu. Herkes ‘her şeyi sadece bildiğini’ sanıyor, o kadar…

Yani aslında Muvakkithaneler, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi… Toplumun kendini bilme yeriydi, mihenk taşıydı. Kendini ayarlama yeriydi.

Muvakkithaneler gibi mekânlar, işlevini kaybettikçe manen çöküyor. İşte asıl tehlike bu…

Toplumun yeniden kendine geleceği, dirileceği günlere ihtiyaç var. “Muvakkithane de neymiş?” diye sakın küçümsemeyin!

Neyse uzatmayayım. 1948 yılında Beykoz’a gelen ve Muvakkithane’ye uğrayan Şair Faruk Nafiz Çamlıbel’in az bilinen şiirinden bir bölümle sizleri baş başa bırakayım:

Yeşil Köşe

Köy camii. Meşruta. Muvakkıt yeri. Meydan.

Meydanda köyün çeşmesi. Kestane. Çınar. Çam

Çay, nargile: mermerde tutan çifte buhurdan…

Gönlümle gözüm tütsülenir böyle her akşam.

Yazarın Yazıları