Beykoz Devlet Hastanesi’nde hasta hikayeleri

  • 0
  • 20837

Milli Gazete yazarı Mine Alpay Gün, Beykoz Devlet Hastanesi’nde tedavi gören hastaları köşe yazısına konu etti.

Bayan Alpay yazısında, halkla iç içe olmanın yegane adresinin hastaneler olduğunu ifade etti.

Beykoz Şifahanesi’nde Gül Ahmet

Halkla iç içe olmanın, farklı insanlarla tanışmanın, onların hikâyelerine tanık olmanın yegâne adresi artık sadece hastaneler.

Zira komşuluk öldüğünden beri hemen yanımızda sıradağlar gibi yükselen kalabalık apartmanların içinde oturanları ne tanıyabilmekteyiz, ne selamlaşmaktayız ne de bir iki saniye olsun konuşmaya vakit bulabilmekteyiz.

Adeta iki çift laf etmeye hasret gibi hastane sakinleri birbirleri ile hemen kaynaşmakta, halini hatırını, derdini hastalığını sorup, vakıf oldukları bilgileri paylaşmakta.

Babamın rahatsızlığı için iki haftadır Beykoz Devlet Hastanesi’ndeyiz, odamızdaki Erzurumlu hanım orta yaşlı eşinin karaciğer rahatsızlığından üç yıldır yatağa bağımlı olduğunu anlatmakta.

“Ben üç yıldır evime hasretim” dedi.

Eşinin astımı ve sirozu ile iyice kendisine bağımlı olması, hastaya bakanı da fena halde yıpratmış.

İnsanı sarsan hasta hikâyeleri, fakat beni asıl duygulandıran, Gül Ahmet’ti.

Afgan, daha 23 yaşında.

Ağır böbrek hastası ve bir an önce, organ nakli olması gerekmekte, bir yıldır bu hastanede diyalize girmekte imiş.

Gül Ahmet ile konuştum, Afganistan’da yaşlı bir anacığı varmış, baba ölmüş, altı yıldır Türkiye’de imiş,15 günde bir Göçmenler Dairesi’ne gidip imza vermesi gerekmiş.

Anneni özledin mi dedim, burnumda tütüyor dedi, gelemez mi dedim, çok pahalı 3-4 bin dolar tutar, o da bizde yok, kaçak yollardan da gelemez, dağlarda yürüyemez, çok yaşlı, dedi.

Sen gidip, görüp, gelsen, dedim.

Gidemem ki dedi, neden dedim.

Gidersem daha dönemem, sınırdan içeri geçemem, bizim ülkemizde de diyaliz yok, ölürüm.

O kadar mı, diyaliz yok mu? Yok.

Gül Ahmet de, ben de susuyoruz.

Koğuşa başka bir hasta getiriyorlar.

Hastanın kızı olan genç kadın, pencere önünde oturan Gül Ahmet’in boş yatağına göz koyuyor, “şurası denize nazır, oraya geçelim”, diyor, “orası dolu”, diyorum, “Gül Ahmet’in”.

Sinirleniyor, “Zaten Afganlardan sıra gelmiyor ki, bize baksınlar” diye öfkeyle söyleniyor.

Gül Ahmet çok güzel Türkçe konuşmakta, inşallah kadının söylediğini anlamadı diye telaşlanıyorum.

Fakat hastanenin yemeğini alırken, “Allah razı olsun, bize çok iyi bakıyorlar” diye her seferinde dua etmekte, Afgan genç.

Asıl önemlisi, gece yarısı bile hemşireler ellerinde ilaçlarla gelip şefkatle Gül Ahmet’e iğnelerini vurmaktalar, ateşi çıktığında, hemen düşürüyorlar.

Önceki gün kafasını şiddetle duvara vurmuş hemen götürüp garibin ağrıyan başının tomografisini çektiler, haftanın üç günü diyalize geliyormuş, dün elini bir sokak köpeği ısırmış, kuduz iğnesi yaptılar.

Personel ve hastalar, o pirincin içindeki taş gibi sert söz söyleyen katı kalpli genç kadına inat, ellerinden gelen şefkatli muameleyi bu garibe ve bütün hastalara yapmaktalar.

Zira koma halindeki babamın 10 günlük yoğun bakım sürecinde; hastaları başında sabaha dek bekleyen doktor ve hemşirelerin insanüstü, o hakları ödenemeyecek gayretlerine şahit olduk.

Elbet hastane yönetiminin de bu şefkat medeniyetinde çok büyük bir payı bulunmakta, hastane başhekimi Sayın Süleyman Erdoğdu ve ekibi, doktorları, hemşireleri, hastabakıcıları her hasta için ellerinden gelen yardımı yapmaya koşmaktalar.

Hatta bu yüzden Beykoz Devlet Hastanesi adeta bir marka olmuş, şehrin diğer ilçelerinden akın akın hasta gelmekte.

Bunda muhakkak ki hem iyi insanların eline düşmüş bir hastane olmasının yanı sıra; Beykoz’un o rahvan, dost, barışçıl, kardeşçil ikliminin de büyük katkısı bulunmakta.

Bu seçimi Beykoz’un çocukları kazanacak
Önceki Bu seçimi Beykoz’un çocukları kazanacak
Kanlıcaspor Beykoz’da 3 puanla tanıştı
Sonraki Kanlıcaspor Beykoz’da 3 puanla tanıştı