Bilgehan Murat MİNİÇ
  • 12/08/2015 Son günceleme: 12/08/2015 15:45
  • 41.276

     “ Ölürse tenler ölür,

       Canlar ölesi değil”

“Benim adım Muhsin Yazıcıoğlu, Sivas’ın Şarkışla İlçesi Elmalı Köyünden Çiftçi Halid’in Oğluyum”.

Böyle tarif ederdi kendisini. Alperenlerin Lideri, Ülkücülerin Muhsin Abisi, BBP Genel Başkanı ve Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu.

15 yaşımda tanımıştım onu. Onun gibi lise çağlarında, onun gibi genç bir ülkücü iken Ülkü Ocaklarına gittiğim yıllarda.

İlk ismini sorduğumda davayı terk etti demişlerdi ama onu ilk dinlediğimde terk ettiğinin dava değil kokuşmuş düzen ve dünya olduğunu anlamıştım.

Benim İslam diye bir davam yoktur diyen birisi bizi temsil edemez demişti. Allah‘ın birliği ve Resulünün risaleti dışında hiçbir tartışılmazımız yoktur demişti. Türk İslam medeniyetinin yeniden inşası demişti. Allah’ın davasının davacısı yiğit dava arkadaşlarım demişti.

Allah şahit ne davasına, ne milletine hiç yanlış yapmadı, ulaşmak istediği “Sonsuzluğun Sahibine” ulaşana kadar. Makama, mevkiye, paraya tenezzül etmedi, arkadaşlarını hiç satmadı. Ona güvenenlerin boynunu hiç bükmedi. Ta ki Maraş’tan o kara haber gelene kadar…

Kırk yıl milletine adanmış bir ömür yaşadı. Allah’ın dostlarına nasip olacak çilelerle dolu kırk yıl. 80 öncesinin ateşli günlerinde “ Eller silah değil kalem tutmalı” demişti.

12 Eylül’ün çileli yılları sonrasında “ Bizler Türkiye’nin sokaklarına sığamıyorduk ama 2.5 metrekare hücreye bizi sığdırdılar” demişti.

Beş buçuk yılı hücre de olmak üzere yedi buçuk yıl hapis yattı, bir gün bile ceza almadan; “ Devletime hakkım helal olsun” demişti. Millet iradesi, Türk Milletinin iktidarı dedi, “Millete dönen namluya selam durmam” dedi. Ama ömrünü adadığı Türk Milleti onu anlamadı.

Meclis kürsüsünden bir arslan edasıyla haykırıp “ Şeriat İslamdır, şeriat Kurandır, ezandır, milletin meclisinden milletin değerlerine dil uzatamazsınız” dediği millet onu hep garip bıraktı. Davalarına destek olmak için defalarca yanlarına gittiği başörtülü kızlarımız sandıklarda hiç hatırlamadılar onu. Tıpkı İslamı kendilerine dava edindiğini söyleyen ağabeyleri gibi…

Ölümü de yaşamına yakışır şekilde oldu. Başı karanlık Maraş dağlarında Cenab-ı Allah karlarla kefene sardı onu. Hayattayken yanında olmayanlara verilen İlahi bir mesaj gibi “ Ben onun yanındayım” diyordu sanki Yaradan. Meleklerine yıkattığı Sahabeler gibi onu da meleklerine kefenlettirdi sanki Alemlerin Rabbi…

Dışı pırıl pırıl Türk, içi alev alev Müslüman, içi dışına hakim, dışı içine köle bir gençlik isterdi. Bizde anlayamadık onu. O kadar alçak gönüllüydü ki; Nefsinizi ruhunuza, ruhunuzu Allah’a tabi kılın derken aslında kendini tarif ettiğini göremedik.

Onu son yolculuğunda uğurlayan yüzbinlerce insan sanki, dünyadayken değerini bilemedik hakkını helal et demeye gelmişlerdi. Tabutunun ardında tekbirlerle yürüyen binlerce Müslüman Türk gencinin her biri  dosta düşmana  şöyle haykırıyordu sanki;

             “ Bu millette Muhsinler bitmez, Muhsinler ölmez, benim adım Muhsin YAZICIOĞLU”…

              “Son ALPEREN,

    Yolun yolumuz, davan davamızdır,

    Ruhun şad olsun…

Yazarın Yazıları