Nuray AK
  • 10/07/2017 Son günceleme: 10/07/2017 19:28
  • 7.203

Rahmet ayı veda etti. Ben üzgünüm. Ramazanın sonlanmasıyla en çok şahit olduğum duygunun adı: Nefret, öfke. Bu ne acele ya hu?

Karar verirsiniz hani dostlar, niyet edersiniz içinizin en içinden. Huzur için, hayru hasene için, kul hakkı olmadan, kırgınlıkların faili olmadan şu hayatı devam ettirip, "Eşhedü en La ilahe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden abduhu  ve Rasuluhu" cümlesiyle de son nefese ermeye. Denersiniz, uygularsınız, iyi de gidiyordur yolunuz yönteminiz. Ama... Hep mi çıkar bir vukuat, bir şahsı mübarek, bir incir çekirdeğinden küçük arıza? Eeee, çıkıyor valla. Çıksın tabi, Allah'tandır elbet sınavımız. Öyle aman ben nefsimi terbiye etsem, nefsi emmareden nefsi levvameye ve hatta nefsi mülhimeye çıksam ya! Demekle çıkılmıyor basamaklar. Mecbur yoklanıyor içimiz bazı hallerle. Hastalık, bela vs... Bunlar değil derdim dostlar. Son on gündür hep tam kalbimin ortalık yerinde kocaman bir hipoglisemi atağı gibi boşluk, beynimde de 46 santigrat derece kaynama yapan öfke marazalarıyla imtihan oluyorum. Ne garip, kaçtıkça kovalanıyor ruhum bu pis hissiyatla. Ama ben gerçekten "nefretten nefret ediyorum". Yapmak durumunda olduğum görevi önemsiz sebeple engelleyen bir iş arkadaşı, engelliyim diye nazik kardeşim Koru'da masasını tam bana takdim etmek isterken "yooo hayır ben önce geldim" diyerek masaya konan ve hatta benim sakatlık pozisyonumdan kendi faidelenen bayan arkadaş... gibi. Dedim ya aslında minicik. Neden nefsim böyle kabarıyor ya? Ve en son sanırım kelebeğim, börtün böceğim... Yok artık. 

Doğduğum günden beri en tanıdığım ve sevdiğim duygudur özgürlük. Hastasıyım, ölürüm uğruna. Ama ya yazmak, o ise bana nefes. Ben ilkokul 2. sınıfta ses yaptım diye, öğretmeni tarafından ders sonuna kadar şiir yazmakla cezalandırılmış bir tipim. Cezam da, ödülüm de, duygumun en özgür alanı da yazmak benim. Ve yazana, yazılana saygıyı bilirim ben. İstisnasız her şeyi okurum, genel okuyucuyum. Hayvanları araştırırken longoz ormanları sayfasına dalıp tarihe bakarken tıbbı nebevi sayfasından çıkabilirim. Ne yazdığını elbet merak ederim, katılırım- katılmam onu paşa gönlüm hatta mukaddeslerim belirler. Yazdın da neye yaradı, sende bir şey mi yaptın, oy şimdi ne kadar kamusal yarar sağladın tarzında eleştirilerim olmaz, varsa da kimse duymaz. Çünkü ben nefret kokmasın diye en tiksindiklerimin/en teröristlerin adını bile satırlarımda sayılı geçiriyorum. 

Kelebek, börtü böcek, gelecek güzel günler... Dururken ne yapayım sinir harbi işleri. Onları zaten ilgili ve bilgilileri yeterince yazmıyor mu? Bu toplumun hiç mi öfke gazının alınmasına vesile olacak güzelliklere, güzel duygulara, naif kelimelere ihtiyacı yok? Hep tefekkürü siz mi yaparsınız efendim, belki bu fakir de tefekkür gayesiyle, Yaratanın güzelliğine şahit olmak ve tutmak amacıyla dem vuruyordur kuştan-böcekten... Belki tadından yudumladığı Kur'an hakikatlerinde bu fakire bu mecradan şifa sunulmuştur da o da bu yanlı şifa vesilesinin aracısı olmaya çalışıyordur. Laf olsun torba dolsunluk değildir belki derinlerde gayemiz... Kimbilir baksa, gönlüyle okusa, yüreğiyle işitse anlayacak... Hem değil midir ki; Kur'an-ı Kerim'de arı anlamına gelen Nahl Suresi, inek anlamına gelen Bakara Suresi, karınca anlamına gelen Neml Suresi, gök gürültüsü anlamına gelen Rad Suresi geçmekte... Hem isimlerinin geçtiği konu ve kıssalar anlatılmakla beraber yaratılış gayemizden, namazın ehemmiyetinden bahsetmekte... Neden Kur'an-ın yolcusu bizler, Allah lütuflarını her yazımızda satırlarımıza konuk etmeyelim?

Sevgili son nefret bükücüler, psikolojik darpçılar, hangi mecrada olursa fark etmez, yazdım, yazacağım, gene yazarım. Çünkü ben yazarken Allah rızasını gözetmeye, Allah kulunu kırmamaya, lafımı dokunduracaksam da iğnemi zehirsiz batırmaya azami özen gösteriyorum.. Herkese saygım sonsuz. Aynı saygıyı rica eder, hayalperest, nazik ve naif ruhlu yaşayıp yazdığım için de kimseden özür dilememeyi bir borç bilirim. Mukaddese küfreden hariç kalemin haysiyetsizi olmaz, sadece engelleneni ya da sansürleneni olur.

Sevgili dostlarım, şimdi satır başımı yapabilirim müsaadenizle. Üst kısım sadece girizgâhtı, maalesef. Bizi aşk, muhabbet ve kardeşlik kurtaracak, yemin ediyorum. Hep söylüyorum. Rabbimiz:

İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır. (Meryem Suresi 96. Ayet)

Mümin erkekler ve mimin kadınlar birbirlerinin dostudurlar. (et-Tevbe, 9/71)

Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar. " (el-Enfâl, 8/73) buyuruyor.

Resül-i Ekrem Aleyhisselam:"Sizler iman etmeden Cennete giremezsiniz. Müslüman kardeşinizi de kendiniz kadar sevmedikçe İman etmiş sayılmazsınız." buyuruyor.

Bu kelamın üstüne laf edilmez ki zaten. Amenna ben aldım, gönlüme kabul ettim.

*

Elbet dünya emir olunduğunca en fırıldak haliyle dönüyor. Bir müzisyenin serebral palsili (beyin felci/kaslar ve beyin arasında iletişimsizlik yapan bedensel bir engellilik hali) evladına, sosyal medyada defalarca, af buyurun istifra edercesine "hayvana benziyor, aynı hayvan, nasıl evde beslersin bu hayvan görünümlüyü vs." cümleler kurulduğunu yazmayacak değilim. Engelli olmak, fakir olmak, bir şeyden yoksun kalmak... Bunlar öyle burnumuzun ucunda ki, öyle yakınımızda ki... Kimimize ahret için umutlu bilet sunarken, kimimizin insanlığı, onuru, şahsiyetini fosseptik çukuruna boşalttığı bir hale vesile oluyor. O kimileri, bir imtihan asla bizi bulmaz sanıyorken "ohhh! o da ne?", bir bakmışsınız en tahmin edemediği yerden gelmiş sınav soruları. Aman ha, biz biz olalım o zat gibi olmayalım, kibir kötü vesselam.

Hayvanlar candostlarımız ve bu dünya en az bizim kadar onların da. Hem çok şeker, sevimli ve sadık oldukları hepimizce malum. Lakin, irade ve hareketleri bizle aynı olmayan bu hayvancıklardan köpekler, sokakta oynayan çocuklarımızı ve hatta yetişkinleri ısırarak şu mübarek yaz gününde mahalleye çıkmayı haram ediyorlarmış. İBB yetkilileri arandığında ise, almaya yetkileri olmadığı söyleniyormuş. Çiftehavuzlar sakinleri (aslında çok daha fazla mahallenin sakini) bu hususta yardım istiyorlar. Bana mevzuyu anlatan genç anne ve 12-14 yaş arası çocukları, 10-15 tane köpeğin yaşadığı sokakta olayı diğer çocuklarla beraber birebir hergün yaşıyor ve malesef ısırılma sonucu aşı (kuduz-tetanoz)olmak zorunda kalıyor. Hem mahalleli için hem hayvancıklarımız için en yararlı çözüm ne? Yetkililere duyurmak boynumuzun borcu.

Bonzai (tabi orijinalde bonzai), küçük japon ağacıyken çok severdim seni. Artık terörün her cinsi kadar belamızsın, afatımızsın, yürek yangınımızsın. Tv'de izliyorum: Polise "Abi, amirim yalvarırım ver onu bana, içmezsem ölürüm, 25 TL verdim annemin ekmek parasını aldım, nolur ver amirim" diye diye  gidiyordu yirmili yaşlardaki kurban seçilmiş vatan genci. Yuh bize, vaylar bize bu beladan kurtulamazsak. Biz bize bunu yaparken iki kuruş için, el alem ne yapmaz değil mi dostlar?

Geldi çattı 15 Temmuz yıldönümü, tüm iç sızlatan iz ve hala kanayan yaralarıyla. Hepimizde başka gönül dumurları bıraktı, yorgunluğu ve tedirginliği taptaze, geçmiyor. Eskiden tarihlere takılmaz, o güne denk geldi sanırdım. Oysa inceliyorum da, hiçbir şey  o kadar masum değil ve şifreler tarihlerde saklı. Gizemli kalmak değil niyetim ama son 25-30 yıla dair önem arz eden vukuatlarda araştırdıklarım ve karşıma çıkan tarihler o kadar derin ve bağıntılı ki! Çıkamıyorum işin içinden, arapsaçı sanki. Tek diyeceğim, tek aldığım ders daha fazla okuyup her kaynaktan araştırmalıyız tarihimizi. Yoksa bugünlere anlam veremez, hatta bazıları gibi haddi aşıp kurgu sananlarımız çıkabilir. Her şey gün gibi ortada iken üstelik. Belki ilk değil bu yaşananlar ve son da olmayacak gibi gözüküyor. Öyle hızlı ki dönen çark, bir avuç kibir budalası insan güruhu tüm dünyayı yönettiğini sanarken biz figüran, onlar -haşa- tanrı, dünya bize hapis onlara cennet şeklinde senaryo yazılmış. Yediğimiz, soluduğumuz, yaşadığımız her şey bize zarar verecek şekilde programlanmış bu zatlar tarafından. Tohumlarımız bile yıllar içinde yok edilmiş, ötesi mi var? Hastalıklar yollanmış, soyumuz silinsin diye ithal ithal. Hani bizim bilmem kaçıncı sınıf vatandaş olduğumuzu düşünüyorlar ya... Bize çok ders almak, tıpkı yüz küsür yıl evvel olduğu gibi çalışkan ve korkusuz olmak farz. Şehitlerimiz yanı başımızda bizi izlerken, bu gayretsizliğimiz ya da duyarsızlığımız ar damarımıza bir baskıyı muhakkak yapmalı. Hangi görev üzereysek. Lütfen. Benim canım TSK'im, bayramların Tekbir üzere olsun daim. Anayasa ve Ağır Ceza Mahkemeleri Hâkimlerim, Savcılarım lütfen. Gözümüz, kulağımız Sizde. Devlet-i Aliyyemizden en büyük ricamız, hakkaniyetiyle pirinçle taşı ayıklamasıdır ki; kul hakkı olmadan yolumuza bakalım. Suçsuzsa evine, itibarına dönsün, hainse işinden-tuzaklarından alınıp layığı olduğu yere tıkılsın.

Mavi, bir renkten daha fazlası bence..
Sonu olmayan bir gökyüzü, 
Umut dolu bir deniz... 

Cemal Süreya

Mavilerde kalasınız, baki Hüdaya emanet olasınız!

Yazarın Yazıları