Dr. Mahmut AKYILDIZ
  • 01/01/1970 Son günceleme: 05/01/2013 23:11
  • 12.695

Geleneksel beslenme modelini bırakıp da batı tipi beslenme tarzına yönelen her ülke şişmanlık tehdidini yaşıyor.

“Hamburger-pizza kültürü” ve “kolalı içecek, gazlı meşrubat içme alışkanlıkları” yaygınlaşıp “paketlenmiş atıştırmalıkların kullanımı arttıkça” şişmanlık tehdidi daha da artacak gibi görünüyor.

Salgın Amerika’da başlayıp Avrupa’ya yayıldı, şimdi de bizi, Orta Doğu’yu ve Asya’yı tehdit ediyor.
Uzmanlar, “Eğer hareketsiz bir hayat sürmekte ısrar edersek çok değil, 20-25 yıl sonra her iki kişiden birinin obez olacağını” iddia ediyorlar.
Kısacası bu tehdidin iki büyük nedeni var,geleneksel beslenme kültürümüzde uzaklaşıp “Batı tipi beslenme” tarzına yönelmemiz ve az hareket eden tembel bir toplum haline gelmemiz!
Uzmanlara göre yüz yıl öncesine oranla daha fazla kalori tükettiğimizden değil daha fazla toksik kalori aldığımızdan dolayı kilo alıyoruz. Belki 50-100 yıl önce de günde 2000-3000 kalori alıyorduk ama bu kaloriler sentetik değil doğal, toksik değil faydalı, içi boş değil dolu kalorilerdi. Son elli yıl, özellikle geçtiğimiz yirmi yılda durum kökünden değişti.
Şimdi artık daha çok “toksik, sentetik ve boş kaloriler” tüketiyoruz, yediğimiz her şeyin içine fazlasıyla giren glukoz veya fruktoz nedeniyle pankreaslarımızın canına okuyup insülin patlamaları ve hipoglisemi atakları ile zamanlı zamansız bilinçsizce yiyip içiyor, neticede de yağlandıkça yağlanıyoruz.
Harcamadığımız toksik kaloriler önce karaciğerimizde, omentumumuzda, sonra da göbeğimizde yağ olarak depolanıyor.
Tembellik, aktivite eksikliği, kısacası hareketsiz hayat tarzımız, kötü beslenme alışkanlıkları ile birleşip tehdidi büyütüyor.
Bu iki büyük tehdidin sonucu olarak, çocuk yaşlarda ortaya çıkan şeker hastalığı, genç yaşlarda geçirilen kalp krizleri, felçler, daha kırkına varmadan yaşanan hipertansiyon atakları, sıklaşan meme, kalın bağırsak, prostat kanserleri, uyku bozuklukları ve hatta depresyon!
Vücudumuz, müthiş bir enerji üretim merkezidir. İçindeki trilyonlarca hücre, besinlerle aldığımız gücü enerjiye çevirebilen mükemmel organcıklarla donatılmıştır. Yiyecek ve içeceklerle aldığımız kalorileri, kullanılabilir enerjiye çeviren süreçler, bu mükemmel organcıklarda inanamayacağınız kadar büyük bir düzen içinde, hiç aksamadan sürer gider. Bu süreçleri etkileyen yüzlerce faktör vardır. Yaşınız, cinsiyetiniz, hormonal/metabolik yetenekleriniz, genetik mirasınız, kişisel sağlık hikâyeniz, biyolojik potansiyeliniz ve tabiî ki yaşam tarzına ilişkin seçimleriniz bunlardan sadece bazıları.

Ama şu çok önemli noktayı da aklımızdan çıkarmamalıyız: Hayat enerjimizin kaynağı sadece yiyip içtiklerimiz değildir. Ruhsal bir enerji de üretiyoruz. Hayat, ihtiyacı olan enerjiyi sadece bedende değil, ruhta da üretmek zorundadır ve enerjisini “bedenden çok ruhtan”almaktadır.
 
Enerjik ve canlı biri olmayı, her sabaha “zımba gibi uyanmayı”, gün boyu “taş gibi sağlam ve güçlü kalmayı” istiyorsanız, beden ve ruh enerjinizi birlikte üretmenin bir yolunu bulmamız gerekiyor.
Bunun için de yaşam çorbamızın içine sadece yiyecek değil, birer tutam coşku, sevinç, keyif, birer parmak ümit, kahkaha, heyecan ve en az bir avuç da huzur katmalıyız.

Ruhsal enerjinizi artırma yolunda yapabileceğiniz daha pek çok şey var: Daha çok hoş görmeliyiz, daha çok affetmeliyiz, dostluklarımızı güçlendirmeli, hayata tutkuyla sarılmalı, tutkuyu şefkate dönüştürmeyi bilmeliyiz. Ben değil, biz demeyi öğrenmeliyiz. Sadelikte ısrar etmeli, dönüşümden korkmamalı, yenilenmeye direnmemeliyiz.
Yazarın Yazıları