Muharrem ERGÜL
  • 25/03/2019 Son günceleme: 25/03/2019 18:47
  • 13.001

Balkanların kadım kenti. Avcılar kalesi olarak bilir beni bütün Balkanlar. Adım oradan gelir. Ben Lofça. Eski Roma kasabası olan Melta’nın dolaylı devamı. 6. Yüzyılın ortalarında imparator Lustinianos döneminde güçlenen kente, 600 yılından sonraki tarihi kayıtlarda rastlayamıyoruz. Bizans İmparatoru I. İssakios Kommenos’un kaleyi işgal ederek Peçeneklere karşı hareket emri verdiği 1059 yılında kendin adını bu olayla yeniden duyuyoruz. Lofça 1393 yılında Osmanlı kendi halini alır. Osmanlı döneminde Lofça Osam ırmağının bir büklüm içindeki kalenin altında yer alan düz arazide gelişmesini sürdürür. Osmanlılar kenti muhteşem eserlerle donatırlar. Kent o dönemde “Altın Lofça” olarak anılır. 1444 yılından sonra Lofça’ya Anadolu’dan Türkmen aileler yerleştirilir. Bu tarihten sonra Lofça’da birçok mescid ve medrese inşa edildi. Kent bugün 50.000’i aşan nüfusuyla hızla gelişmektedir.

Lofça bugün bir sanayi kenti görünümündedir. Elektrikli aletler, otomobil, motosiklet ve tarım aletleri üretimini, gıda ve deri sanayi fabrikalarıyla Lofça Bulgaristan’ın ekonomisine büyük katkı sağlamaktadır. Avrupa’nın tarihi serüveni ve kültürel yolculuğunda büyük katkı olan Tuna Nehri’nin bir kolu olan Osam Nehri Lofça’nın içinden geçer. Tuna Nehri nasıl suladığı topraklara bereket getiriyorsa kolları da geçtiği kentlere bereket getirir. Adına şarkılar, şiirler yazılan Tuna Nehri kollarıyla da şarkılara, şiirlere konu olur. İşte ben Osma! Tuna’nın kolu Osam Nehri’nin üzerinde inşa edilmiş, “Osma Köprüsüyüm” Hani şu Irgandı, hani şu Ponte Vecchio, hani şu Rialto gibi onların kardeşi Osma’yım ben. 1872 yılında inşa edildiğim gibiyim. Beni bugünkü halimle tasarlayan Kolju Fitscheto’ya minnet borçluyum. 1872 yılından itibaren iki yıl içinde tamamlandım. Osam nehrinin iki yakasını bir araya getirdim. 1925 yılında büyük bir yangın geçirerek kül oldum. 6 yıl yoktum ben. Nihayet 1931 yılında Anka kuşu misali küllerimden doğdum. Aynı yere inşa edildim. Sanat eserlerine sahip çıkan Lofça’lılar ilk inşa edildiğim dokuyu ortaya çıkarmak adına beni yeniden ahşap olarak 1872 yılında geri getirdiler. İşte bu yüzden inşa edildiğim gün gibi ayaktayım bugün. Ben Osma Köprüsüyüm. Geçmişi geleceğe taşımaya tüm gayretimle devam ediyorum.

Venedik!

Amalfi, Cenevre ve Pisa’yla birlikte “Denizcilik Cumhuriyetleri” olarak tarihi bir öneme sahiptir. Venedik, Papa’nın çağrısıyla başlayan Haçlı Seferleri’ne büyük askeri destek vererek, büyümesine ve gelişmesine büyük katkı sağlar. Haçlı Seferleri Venedik için hem dini hem ekonomik bir kazanç kapısı olarak görülür. Haçlı Seferleri’ne verdiği destek Venedik’i diğer kentlerin önüne geçirir. 4. Haçlı Seferi’nde İstanbul’un kuşatılması ile Venedik gücüne güç kadar. İpek Yolu kanalıyla İstanbul’a gelen baharat, ipek kumaşlar ve değerli taşların ticareti Venedikli tacirlerin eline geçer. Haçlılar 60 yıl boyunca İstanbul’a hakim olunca, İstanbul’un zenginlikleri Venedik kentine aktarılır. Artık Venedik bir kent devleti olarak Akdeniz’in en zengin ve güçlü Cumhuriyeti haline gelir.

İstanbul’un 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesiyle Venedik’te gerilme dönemi başlar. Venedik’in Akdeniz hâkimiyetinde bir anlamda sonra yaklaşılır. 17. Yüzyılda Osmanlıların Girit Adasını ele geçirmeleri ile Venedik’in Akdeniz hâkimiyeti son bulur. Venedik, ekonomik olarak gerilerken sanat ve kültür alanında ilerlemeye devam etmiştir. 16. Yüzyılda birçok sanatçıya ev sahipliği yapan kent, Rönesans döneminde Floransa ve Roma ile yarışan önemli bir kültür kenti halindeydi. Titian, Tintoretto, Veronese, Jacopo, Giovanni Bellini, Jacopo Bassano bu dönemin önemli sanatçılarından bazılarıdır. 17. Yüzyılda devam eden bu büyük sanat geleneği neoklasizme esin kaynağı olmuştur. Aynı dönemde İtalyan komedisi “Commedia Dell’arte” denilen tuluat tiyatrosu Goldoni ile adeta patlama yapar. Goldoni’nin büyük keşfi bugünkü modern tiyatroya da ilham kaynağı olur. Antonio Canova’nın heykelleri ve Palladio’nun mimarlığı Venedik’i kültürel anlamda emsalsiz bir kent haline getirir.

Bu emsalsiz kentte, siyasi durum bu denli parlak değildir. Napolyon dönemindeki Fransız egemenliği Venedik Cumhuriyeti’ni fiilen sona erdirir. Kentteki birçok eser yağmalanır. Fransızlar kente yeni bir plan yaparlar. Seküler Fransa, kentteki manastırları yıktırır. Kentin bugünkü silueti Fransız etkisi sonucudur. Kanallar kenti diye bilinen Venedik 1966 yılında Arno Nehri’nin yarattığı sel felaketiyle büyük bir yıkıma uğrar. Bu trajik olayı zaman içinde anlatan kent, bugün hayran olduğumuz masalsı haline kavuşur. Kent bugün de küresel ısınmanın, deniz seviyesinin yükselmesiyle yeni bir tehditle karşı karşıyadır. İşte ben, ben bu masalsı kentin masalsı köprüsü Rialto’yum. Venedik’teki yüzlerce köprüden farklıyım. Ben Rialto’yum. Irgandı’nın, Ponte Vecchio’nun, Osma’nın kardeşi çarşılı köprüyüm. Ben Venedik’in “asar-ı antikasıyım” ilk inşa edildiğimde ağaçtandım. 1591 yılında yenilenerek bugünkü zarif halimi aldım.

Bugünkü zarif görünümümü ünlü mimar Antonio De Ponte’ye borçluyum. Ben emsalsiz bir çarşılı köprüyüm. İnsanları bir yakadan öteki yakaya ulaştırırken tarihi ve kültürü de geleceğe taşırım. Ben Rialto’yum. Ressamlar beni resmeder, gezginler kartpostallarla beni yaşatırlar, şairler dizeleriyle bendeki duyguyu yüreklere kazırlar. Ben Rialto’yum. Sıradan bir Venedikli değilim. Ben farklıyım. 1591 yılında başladığım yolculuğumu Arno Nehri’nin suları gibi sonsuzluğa kadar sürdüreceğim.

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz