Muharrem ERGÜL
  • 24/01/2019 Son günceleme: 24/01/2019 10:55
  • 8.397

Suda başlar hayat.

Suyla başlar hayat.

Sakindir.

Akışkandır.

Delişmendir.

Hayattır su.

Evreni oluşturan dört elementin dördünün de atası su.

Kutsal kitapların yaşamı başlattığı su. Kadim çağlarda hayatın denizden başladığı, denizin aya hükmeden bir ana tanrıçanın rahmi olarak kabul edildiği, yansıma gücü nedeniyle bilgeliğin simgesi olarak kabul edilir su.  

Ateş bilinci,

Su bilinçaltını simgeler.

Ateş, gündüzün hakimi güneşi,

Su ise, gecenin hakimi ayı simgeler.

Su, her türlü maddeyi eritip içinde barındırır.

Su, değişkendir, etrafının özelliklerini özümser.

Su arındır.

Hayat verir.  

Suya ait felsefi yaklaşımların yanı sıra, onun fiziki varlığı, insanlığın yaşamını da biçimlendirir.

İlk çağlardan bu yana insanoğlu, topluluk olarak su kenarlarını yaşam alanı olarak tercih etmiştir.

Su kenarına yerleşen topluluklar gelişir, ulus olur, farklı uygarlıklara evrilirler.

İnsanoğlu, zaman zaman suyun akışına gem vurmaya çalışsa da su, buna direnir ve sonsuzluğa akan yolculuğunu sürdürmeye devam eder.

Su, insanlık tarihinin olduğu kadar, kendi doğal tarihinin de tanığıdır.

Sulama nedeniyle kanal açıp yatağını değiştirenleri, barajla önünü kesmeye çalışanları, kendisinin bulduğu kenti yakıp yıkanları, hiç ama hiç unutmaz.

Tüm bunları tarihe not düşer.

Kendisine saygıyla yaklaşanları, etrafını sanat eserleriyle donatanları, üzerine gerdanlık gibi köprüleri yapanları da asla unutmaz, unutturmaz…

İşte ben, ben o köprülerden biriyim.

İki yakayı birleştiren, sevenle sevileni, özleyenle, özleneni kavuşturan bir sanat eseriyim. Zarif, hayranlık uyandıran mimarlık harikası köprülerden biriyim.

Ama ben o bildik köprülerden biri değilim. Üzerinde çarşı olan farklı bir köprüyüm.

Biz dört kardeş köprüyüz.

Üzerinde çarşı olan dört köprü.

İtalya, Floransa’da “Ponte Vecchio” Venedik’te “Rialto” Bulgaristan, Lofça’da “Osma” ve bendeniz, Bursa’da “Irgandı”

Bursa !

Osmanlı’nın ilk başkenti.

Doğal güzelliği nedeniyle “Yeşil Bursa”

Yaşattığı değerleriyle, sanatın ve kültürün merkezi. Marmara Denizi’nin güneyinde, Uludağ’ın bereketli sularıyla beslenen, tarihi yapıları, hanları, hamamları, türbeleri, çeşmeleri, mescitleri, camileri ve dahi nice sivil mimari eserleriyle, gün geçtikçe büyüyen ekonomisiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin parlayan yıldızı Bursa.

M.Ö II. Yüzyılda Bitinya Kralı II. Prusias tarafından “Prusa” adı ile kurulur.

Daha sonra kent Romalıların, M.S. 395 yılında ise Bizans’ın eline geçer.

Kataca’lı ünlü komutan Hannibal, Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince askerleriyle birlikte o zaman Bursa’da bulunan I. Prusias’a sığınır.

Hannibal, I. Pruasias tarafından büyük bir itibarla ağırlanır. Hannibal bir müddet Bursa’da kalır. İşte

Bursa, biraz da Hannibal’ın onuruna kurulmuş imparatorluk kenti gibidir.

Türkler, 1080 yılında Anadolu Selçuklu Meliki Kutalmışoğlu Süleyman Bey’in komutasında Bursa’yı fethederler.

Ancak kent, 35 yıl sonra yeniden Bizans’ın eline geçer.

Nihayet Bursa, 6 Nisan 1326 yılında Türkler tarafından yeniden fethedildi.

Bu fetih sonucu Bursa Organ Gazi’yle birlikte Türkleşir ve yeni kurulan Osmanlı Devleti’nin başkenti olur.

I. Murat (Hüdavendigar) 1365 yılında başkenti Bursa’dan Edirne’ye nakleder.

Ancak Bursa, tahta çıkma ve cenaze törenlerine ev sahipliği yapmaya devam eder. İstanbul’un fethine kadar da Bursa sembolik başkent olarak kabul görür.

1841 yılından itibaren Anadolu Beylerbeyi’nin ikametgahı Bursa’dır.

Bursa, kadim zamanlardan beri sanki başkent olmak için kurulmuş bir kent hüviyetini hiç kaybetmez. Osmanlılar Bursa’yı fethettiklerinde kent kale içinden ibaret küçük bir yerleşim birimiydi. Orhan Gazi, kenti surların dışına taşıyarak Bursa’nın çekirdeğini oluşturan yeni bir yerleşim yeri haline getirir.

Kente, okul, hastane, aşevi, hamam, köprü, kervansaray, cami gibi birçok yapı yapılır. İşte Bursa, bu yapıların çevrenizde genişleyerek doğayı tahrip etmeden büyür ve “Yeşil Bursa” olur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun iki yüzyıllık döneminde diğer kentlere göre büyük bir gelişim gösterir. Kent mimari yapılarla süslenir, devrinin tam bir bilim merkezi haline gelir.

I. Murat zamanında yapılan Hüdavendigar Külliyesi, I. Beyazıt’ın yaptırdığı Yıldırım Külliyesi, I. Çelebi Mehmet döneminde başlayıp, II. Murat döneminde tamamlanan Yeşil Külliye Bursa’nın mekânsal gelişimini etkileyen ve bugün halen ayakta kalan ihtişamlı yapılardır.

İşte ben de bu parlak dönemde inşa edildim. Bursa, en kötü günlerini yakın dönemlerde yaşadı. 9 Temmuz 1920 tarihinde Bursa Yunanlılar tarafından işgal edildi. Kent büyük bir sıkıntı ve kara günler yaşadı. Bu işgal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde şiddetli tartışmalara neden oldu. Ne pahasına olursa olsun Bursa, Yunan işgalinden kurtarılacaktır. Alınan bir kararla, kentin geri alınmasına kadar Başkanlık kürsüsü siyah bir örtüyle örtüldü.

Bu örtü, Bursa işgalinden kurtulana kadar kürsüde kaldı. Nihayet, yüzyıllardan beri özgür bir medeniyet kenti olan Bursa, 12 Eylül 1922’de Türk Ordularınca geri alındı.

Ben Irgandı!

“Köprüler yaptırdım gelip geçmeye” diyen bir medeniyetin çocuğuyum. Bursa’ya aitim. Gökdere üzerinde inşa edildiğim 1442 yılından bu yana birçok savaşın, yıkımın, yangının, doğal afetin, zaman zaman da iyilik ve güzelliklerin, ucu bucağı olmayan İpek Yolu kervanlarının geçişine tanık oldum. Mimarim Abdullah oğlu Timurtaş’tır. Köprü yapımının firmasını da o yılların en önemli tüccarlarından Pir Ali Oğlu Muslihiddin sağlamıştır. Osmangazi semti ile, Yıldırım Şemsi arasındaki bu köprüden geçenler, köprü üzerinde alışveriş yapsınlar diye Mimar Timurtaş üzerine dükkanlar yaparak beni ebediyete kadar emsalsiz kılar.

Adımın nasıl konulduğunu çok iyi biliyorum. Ancak, büyükler adımın konulmasıyla ilgili söylenceyi anlatır, dururlar. Orhan Gazi’nin Bursa’yı fethi esnasında, Allah yolunda savaşan yiğitlerden biri, buralardan geçerken “çıkayım mı, geleyim mi?” diye bir ses duymuş. Yiğit hemen kılıcını çıkarmış, “çıkacaksan çık” diyerek, sesin geldiği tarafa kılıcıyla hamle yapmış. Hamle yaptığı yerden gürültülü bir sesle ortaya bir hazine savruluvermiş yer sarsılmış ve ırgalanmış. Yiğit şaşırmış. İki yanına bakınca hazinenin derenin içine savrulduğunu görmüş. Dereye girerek hazineden saçılan çil çil altınlara toplamaya çalışmış. Hazineden toplayabildikleriyle hemen Orhan Gazi’nin yanına götürmüş ve başından geçenleri anlatmış. Orhan Gazi de yiğite, “bir hayır etmişsin yiğit! Allah sana kısmet etmiş, bulduğun hazineyi hayır işlerine harca” demiş. Yiğit, hazinenin büyük bir kısmını devlete bağışlamış, kalanıyla da bu köprüyü yaptırmış, köprünün adı da Irgalanmaktan “Irgandı” olarak kalmış diye anlatırlar.

Üzerimde 31 dükkan, 1 mescit ve iki ahır vardı. Ancak 1855 depreminde yerle yeksan oldum. Sonra onarıldım. 1922 yılında Yunanlılar Bursa’yı terk ederken beni bombalayarak yok etmeye çalıştılar, onlara direndim. 1949 yılında büyük bir tamirat gördüm. 2004 yılında tam bir restorasyon geçtim. Nice fırtınalara, yıkımlara uğradım ama beni yaptıran yiğidin hayrına orijinalliğimi kimse bozamadı. Ben hala ilk günkü Irgandı’yım. Dimdik ayaktayım. Bugün el an, üzerimdeki atölye ve dükkanlar yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeridir. Geleneği moderne taşımaya devam ediyorum. Ebru, hat, tezhip, minyatür, ahşap oymacılığı, nakkaşlık, çinicilik, Bursa çeliği, metal işlemeciliği, gibi kültürel meslekleri geleceğe taşıyan bir köprüyüm artık. Ben kültür köprüsüyüm. Ben Irgandı'yım.

Yazarın Yazıları
Yorumlar (1 Yorum)

Kadri Taban (3 yıl önce)

Sayın başkanım Bursa'nın Yunandan kurtuluş tarihi 11 Eylüldür.Bursa doğumlu bir beykoz'lu olarak hatırlatmak istedim.Sağlıklı günler dilerim.

Yorum Yaz