A. Raif ÖZTÜRK
  • 22/10/2018 Son günceleme: 22/10/2018 09:26
  • 6.375

Bizim kuşak olarak İlkokuldayken sabahın ilk saatlerinde, okul bahçesinde sıraya girerdik.

Düzgün ve arka arkaya dizilir, şu aşağıdaki andımızı gür sesle okurduk. Pek tabiidir ki bu söylediklerimizin ne anlama geldiğini bilmediğimiz için, öğretmenlerimize güvenerek her gün tekrar ederdik…

O andımız şöyleydi: “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene...”

Daha sonra, buna bazı ilâveler de yapıldı, fakat bizim zamanımızda böyleydi.

Andımızın başlama hikâyesi ise şöyledir:

23 Nisan 1933 tarihinde ortaya çıkartılmıştır. Dr. Reşit Galip, o gün çocuk bayramı vesilesiyle kendi kızlarının bayramını kutlarken, kendilerine bu esnada bir takım öğütlemelerde bulunmuş, sonrasında bu öğütlerin gerçekten tüm gençlik için faydalı ve yararlı bilgiler içerdiğini fark edince bunun ulusallaştırılması için çalışmalarda bulunmuştur. Kendi yazdığı bu andı Atatürk’e ve ilgili birimlere de göstermiş, sonuç olarak bu and artık okullarda okutulan ve herkes tarafından bilinen bir and haline gelmiş.

Yani bu and, İstiklâl marşımız gibi ulvî bir maksada dayanmıyordu...

Bu konuda aklımız ermeye başlayınca da andımızda bir takım tersliklerin olduğunu, birlik ve beraberliğe aykırı ve Yüce dinimizin “ırkçılığı yasaklayan prensiplerine aykırı” olduğunu fark etmeye başladık. Evet, başladık başlamasına da, son yıllara kadar bazı yanlışlıklar hakkında konuşmak bile suç sayılıyordu. Ancak bu yanlışlıkları fark etme oranı, %70-80’lere ulaşınca, bizlerinde bu konuda ciddi bir araştırma yapıp, dostlarımızla paylaşma zarureti hâsıl oldu.

Öncelikle bilinmesi gereken şudur:

Türkiye’miz, Türk’üyle, Lâz’ıyla, Kürt’üyle, Romen’iyle, Arab’ıyla, Çerkez’iyle, Boşnak’ıyla vs. ırk ve milletleriyle meczolmuş bir yapıya sahiptir. Bu birliktelikleriyle, et ve deri gibi kaynaşmış ve yekvücut olmuştur. Çanakkale zaferi gibi birçok zaferi bu yek vücut olma sebebiyle tarih yazarak kazanmıştır. Aynen 15 Temmuz ve diğer zaferler de hep bu birlikteliklerle kazanılmıştır.

Ancak bize galip gelen tüm ŞER güçler, bizlerin bu kaynaşmamızın ve dayanışmamızın bozulması halinde bizlere galip gelip, hükmedeceklerinin bilinciyle hareket etmektedirler. Birçok sinsi plân ve projelerini, bu birliğimizi bozma üzerine yapmaya başladılar. Hatta geçmişte de bu sinsi planlar uygulanarak, koskoca Osmanlı imparatorluğu, önce ırklara parçalanmış, parçalar birbirilerine düşman edilmiş ve imparatorluk çökertilmiştir.

Realite böyle; ancak bu ‘andımız’ her ne kadar iyi niyetle yazılmış ve başlatılmış olsa da hatta birçok kişi yoğun meşguliyetleri sebebiyle mahzurlarını fark etmese de, BÖLÜCÜLÜĞE, ayrımcılığa ve ırklar ve guruplar halinde birbirilerimize düşmanlık aşılamaya hizmet etmekteydi.

Meselâ: “Türküm, doğruyum, çalışkanım….” Dediğimiz zaman, Lâz kardeşimizi dışlamış oluyoruz. O da “ben Lâz isem Yanlış mıyım? Tembel miyim?” Deme hakkına sahip oluyor. “Ne mutlu Türküm diyene” diye haykırdığımız zaman ise “Ben Kürt isem, bana niçin mutluluk yok” gibi anlamlarla, Kürt kardeşlerimiz de böyle dışlanmış oluyordu. Çocukluk ve baskılar nedeniyle, hiç kimseye itiraz edemedikleri için de içlerinde bir ukde kalıyordu.  

ABD ve diğer şer dış odakların plânlı kaşımaları, satılmış medyalarında kışkırtmaları ve onların maşaları olan; PKK, HDP, YPG gibi örgütlerin teşvikleriyle, özellikle Kürt kardeşlerimiz “madem ben bu toplumdan dışlanıyorum, tembel görülüyorum, bu haklarımı savunmak için, elime geçen bu fırsatı kullanayım” bilinçaltı düşüncesiyle, o örgütlere katılıp hizmet(!) etmeye başlıyordu…

Sadece bu kesin tahribatlar, andımızın kaldırılması veya değiştirilmesi için yetiyordu. Fakat bir de bunun çok acı uhrevî mahzurları, yani Yüce Dinimize ve Ahretimize bakan mahzurları da vardı. Çünkü; İslam’da kesinlikle ‘Irkçılık ve Kavmiyetçilik’ Yoktur…

Hucurat Suresi, 13. Ayet: "Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. (Düşmanlık edesiniz diye değil.) Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır."

Yüce Rabbimiz tarafından, Necm Suresi, 3 ve 4. Ayetlerde; "O (Muhammed) kendi hevâsından konuşmaz. Onun konuşması, kendisine İlka edilen bir vahy'den ibarettir" buyrulan Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle buyuruyorlar:

"Allah indinde en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır. Arab’ın Arap olmayan üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva iledir." (Bakınız: Cem'u'l-Fevâid, 1/510, hadis no: 3632)

“Irkçılığa çağıran Bizden değildir; ırkçılık için savaşan Bizden değildir; ırkçılık üzere ölen Bizden değildir." (Bkz.: Müslim, İmâre 53, 57, hadis no: 1850; Ebû Dâvud, Edeb 121; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3948; Nesâî, Tahrim 27, 28)

"Kim hevâsına uyarak batıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe, ırkçılığa çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa, câhiliyye ölümü üzere (kâfir olarak) ölür." (Bkz.: İbn Mâce, Fiten 7) Bu hadisi Şerifi duyan bazı sahabeler şöyle itiraz etmişlerdi:

-“Ya Rasulallah! Namaz kılsa, oruç tutsa da mı?” Rasulullah (s.a.s) şöyle cevap verdi:

-“Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da böyledir!... Sizler Allah (cc.)’ın sizi isimlendirdiği şeye çağırın! Allah (cc.) sizi Müslüman, mümin ve Allah (cc.)’ın kulları olarak isimlendirdi. İşte siz insanları buna çağırın!” (Bkz.: Tergib Ve Terhib, sahih senedle.)

Bu konudaki bütün gerçekler böylece apaçık ortadayken, “Andımız niçin kaldırıldı? İade edilsin,” gibi tartışmaların ne kadar gereksiz, yanlış veya art niyet taşıdığı anlaşılmıyor mu?...

Bizler her zaman HAK’TAN ve haklıdan yana olmalıyız. Vesselâm…

Yazarın Yazıları