“Almanya'da pazar günü yapılacak seçimlerin sonucu, Avrupa Birliği (AB) ve Batı için sadece bir ulusal mesele değil,
”
aynı zamanda kıtanın geleceğini şekillendirebilecek önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor. Almanya'nın siyasi istikrarı ve Avrupa'daki ekonomik liderliği, Berlin’deki seçim sonuçlarının tüm Avrupa’yı etkilemesine neden oluyor. Ancak bu seçimler, sadece Almanya'nın iç dengelerini değil, küresel siyaset ve Batı'nın geleceğini de belirleyen bir dinamiğe sahip.
Son anket sonuçlarına göre, merkez sağ Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ve mevcut hükümetin büyük ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) arasında kıyasıya bir yarış yaşanıyor. CDU, %28 civarında bir destekle önde görünürken, SPD'nin oy oranı %20 seviyelerinde seyrediyor. Aşırı sağcı Alternatif für Deutschland (AfD) ise %18 civarındaki desteğiyle üçüncü sırada yer alıyor ve özellikle doğu eyaletlerinde güçlü bir konumda bulunuyor. Yeşiller Partisi'nin oy oranı %14 civarında seyrederken, liberal Hür Demokrat Parti (FDP) ve Sol Parti'nin barajı aşma mücadelesi verdiği görülüyor. Anketlere göre, olası bir koalisyonun nasıl şekilleneceği ve hangi partilerin hükümetin parçası olacağı belirsizliğini koruyor.
Öncelikle, Almanya’da son yıllarda aşırı sağın yükselişi ciddi bir endişe kaynağı haline geldi. Alternatif für Deutschland (AfD) gibi aşırı sağcı partiler, ekonomik belirsizlikler, göçmen karşıtlığı ve popülist söylemlerle oy oranlarını artırıyor. Bu durum, AB içinde demokratik değerlerin ve liberal düzenin geleceğine dair soru işaretleri doğuruyor. Eğer Almanya gibi istikrarlı bir ülkede aşırı sağ siyasette daha fazla güç kazanırsa, bu trendin diğer Avrupa ülkelerine de sıçrama ihtimali yüksek.
Ancak Almanya'da aşırı sağın iktidara gelmesini engelleyen çeşitli anayasal ve siyasi mekanizmalar bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan Almanya Anayasası (Grundgesetz), aşırı sağın iktidara gelişini engellemek için güçlü demokratik koruma önlemleri içeriyor. Anayasanın 21. maddesi, demokratik düzene tehdit oluşturan partilerin kapatılmasını mümkün kılıyor. Ayrıca, Almanya'da %5 seçim barajı uygulaması sayesinde, aşırı uç partilerin mecliste temsil edilme şansı sınırlandırılmış durumda. Bunun yanı sıra, geleneksel partiler aşırı sağın hükümete dahil olmasını önlemek için ortak bir “cordon sanitaire” (siyasi karantina) uyguluyor ve AfD gibi aşırı sağcı partilerle hiçbir şekilde koalisyon yapmama politikası izliyor.
Avrupa genelinde de aşırı sağın yükselişi dikkat de çekiyor. İtalya'da Giorgia Meloni liderliğindeki aşırı sağcı hükümet, göç politikalarını sertleştirirken, Fransa'da Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birlik (RN) her geçen seçimde daha fazla destek kazanıyor. Aynı şekilde, İsveç'te aşırı sağcı İsveç Demokratları'nın hükümet üzerindeki etkisi artıyor ve Macaristan’da Viktor Orbán liderliğindeki hükümet, AB içinde liberal değerlere meydan okumaya devam ediyor. Bu eğilim, Avrupa genelinde göçmen karşıtlığı, milliyetçilik ve AB karşıtı söylemlerin giderek güçlenmesine neden oluyor.
Bu bağlamda, ABD'deki gelişmeler de Almanya seçimlerinin önemini artırıyor. Donald Trump’ın yeniden ABD Başkanı olması, kıtanın güvenliği ve siyasi dayanışması açısından kritik bir unsur. Trump, başkanlığı döneminde NATO’yu zayıflatmaya çalışmış, Almanya’nın savunma harcamalarını yetersiz bularak Berlin yönetimine baskı yapmıştı. Şimdi yeniden başkanlık koltuğuna oturan Trump, Avrupa’nın savunma politikalarında daha bağımsız bir yol izlemesini gerektirebilir. Almanya seçimleri, bu sürecin bir parçası olarak, ülkenin transatlantik ilişkilerde nasıl bir yol izleyeceğini de belirleyecek. Özellikle, Trump'ın yeniden ABD başkanı olmasıyla birlikte, Avrupa'daki sağ popülist hareketlerin cesaretleneceği düşünülüyor. Trump’ın göçmen karşıtı ve ulusalcı politikaları, Almanya’daki aşırı sağcı gruplar tarafından bir ilham kaynağı olarak görülüyor. Almanya seçimlerinde aşırı sağın yükselişi, AB içinde liberal demokrasinin geleceğini sorgulatan bir unsur haline gelmiş durumda. Nitekim Trump’ın Almanya ziyaretinde yaptığı açıklamalar da bu endişeleri artırıyor. Trump, "Almanya'nın göç politikaları ülkenin kimliğini tehdit ediyor ve ekonomik olarak da Avrupa'yı zayıflatıyor" diyerek aşırı sağın söylemlerine paralel bir dil kullandı. Bu açıklamalar, Almanya'daki aşırı sağcı çevreler tarafından büyük bir destekle karşılandı.
Almanya seçimlerinin Türkiye'ye etkileri de önemli bir başlık olarak öne çıkıyor. Almanya, Türkiye'nin en büyük ticaret ortaklarından biri ve ülkede yaşayan milyonlarca Türk kökenli seçmen bulunuyor. Almanya'da aşırı sağın yükselmesi, göçmen politikalarında daha sert uygulamalara neden olabilir ve bu durum Almanya’daki Türk vatandaşlarını doğrudan etkileyebilir. Ayrıca, Almanya’nın AB içindeki politik gücü Türkiye-AB ilişkilerinde de belirleyici bir rol oynuyor. Eğer Almanya, daha muhafazakâr ve milliyetçi bir politik çizgiye kayarsa, Türkiye’nin AB ile yürüttüğü müzakereler ve Gümrük Birliği güncellenmesi gibi süreçlerde yeni engeller ortaya çıkabilir. Öte yandan, Trump’ın başkanlık dönemiyle birlikte ABD’nin Türkiye’ye karşı politikası da şekilleneceğinden, Almanya’nın dış politikadaki yönelimi Ankara’nın uluslararası dengelerdeki pozisyonunu doğrudan etkileyecektir.
Bütün bu dinamikler göz önüne alındığında, Almanya seçimleri sadece bir hükümet değişikliği değil, Avrupa’nın ve Batı’nın geleceğini şekillendirecek bir olay olarak öne çıkıyor. Almanya’nın hangi yöne evrileceği, AB’nin birlik içinde kalıp kalamayacağı ve demokratik değerlerin korunup korunamayacağı gibi temel sorular bu seçimlerin ardından daha da önem kazanacak. Almanya’daki siyasi dengelerin değişmesi, AB’nin geleceğine yön verirken, Trump’ın etkileri de Avrupa’daki aşırı sağcı akımları daha da güçlendirebilir. Türkiye açısından ise Almanya’daki politik gelişmeler, ekonomik ve diplomatik ilişkiler açısından doğrudan sonuçlar doğuracaktır.
YORUMLAR