(Geç kalmış bir bayram yazısı...) Geç kalmak : Aziz kederim!
Dini bayramları (ve dahi "din"i) bir dizayn, düzen ve ikram olarak görenler bir yana görmeyenlerimiz de yanımızda yöremizde...
Esefle kınamalarınız, laf sokmalarınız, iyiye ve doğruya hiç de iyi ve doğru olmayan bir dille çağırmalarınız bittiyse bir şey söylemek isterim nacizhane.
Bir ayet ve bir güzel insandan öğrendiğim yanlış hatırlamıyorsam Hz. Ali'nin sözü:
"Dikkat edin sakın şeytan sizi Allah ile aldatmasın" ( Fatır /5 ve Lokman /33)
Bu ayeti okuyup da tedirgin olmayan inanandan Allah'a sığınmalı!
Ve yine içime çöken ve hiç gitmeyen söz:
"Şeytan insana gerçekle yaklaşır"
Tüm gerçeklerin gözümüzü kararttığı bir ortamda nasıl anlatırım?
Anlatmaya gücüm yeter mi bilmiyorum ama "yazmak" biçare "çırpınmak" değil mi nihayetinde.
İnsanın gerçekle sınanması... Belki de tüm yanlışların başladığı yer orası.
Hani yazmıştım, hatırlayalım: İnsan en çok haksızlığı "haklı" olduğunda yapar!
İki büyük bayramımız var, ikisinde de "vermek" öğütlenmiş ama o ince çizgi, üzerine basılıp geçilecek bir şey değil ki?
Hiç vermemekten daha kötü olan "verdiğini çok görmektir" mesela. Yani verdiğini çok görmemektir gerçekten vermek.
Verdikçe çoğalmak yerine eksilenlere biraz dikkat!
Sevdikçe azalanlar gibi mesela...
Kurban kesmek doğru ve iyi de kestiğinin büyüklüğüyle, çokluğuyla övünmek nedir?
Kurban olmayı bilmeyenin, galiba "kurban etmez" de bir işe yaramıyor.
Hakir görülmeyi, hakir görerek karşılamak ne kadar yükseltir ki bizi?
Daha on sekiz yaşındaydım bir genç dalga geçmek niyetli "buyur teyze" demişti Beşiktaş belediye otobüsünde "sağ ol evladım" diyerek oturmuştum yerine. "Yüzsüz işte bunlar" diyerek arkadaşlarıyla gülüştüklerini duymuştum, hala teyze görünümlü bir "can"lıydım ne de olsa.
Ama utanarak tırnaklarımın etlerini kopardığımı, gideceğim yere gidemeden kendimi Hz. Yahya'nın kollarına arttığımı, yüzümden süzülen her damlada yüzsüzlüğümü akıttığımı o genç ve oradakiler hiç bilmediler... Ve daha neler neler...
Ortasından kırılmış hayatlarımız var,
İnandığımıza inanmayanların, inandıklarını doğrulttukları zamanlar yaşadık yitik
Sığındığımız yerlerde telef olduk belki...
Şimdi, güpgüzel şeyler oluyor yavaş yavaş.
Ama bir sürü yanlışın doğrularımızı alıp götürdüğü zamanlardan geçen insanlığın, unutmaması gereken bir şey var!
Birçok doğru, bir yanlışı götürmüyor maalesef.
Yanlış "doğru" kadar kolay unutulmuyor... Kötülüğün "iyilik" kadar kolay unutulmadığı gibi...
Bir hata yaptığımızda, isteriz ki zatımızla aynı tutulmasın.
İnsanların "hatalarıyla şahsiyetlerini bir tutmamayı" kendimiz için istediğimiz kadar başkaları için de istemeyi becerebilmemiz gerekiyor. Ve hatta bizzat öyle davranabilmeliyiz. (ki bu gerçek bir erdemdir)
Ve unutmamalıyız birini ya da bir şeyi değiştiremiyorsak; onun bizim sorumluluğumuzda olmadığını bilmeliyiz.
Hem kusur aramanın kendisi bizzat kusur değil midir?
"Kalp düşünebilseydi atmaktan vazgeçerdi" demiş Pessoa.
Nasıl katılabilirim ki bu söze?
Aklıyla bulduğunu, fikriyle kaybedenleri görüyoruz.
Oysa kalbiyle düşünenlerin, kalp atışları kurmadı mı (kurtarmadı mı) bu dünyadaki iyilik ve güzellikten yana ne varsa (ne kaldıysa ...)
Malum dille konuşursak eğer; ötekiler, berikiler üzerine tüm aklıyla saldırıyor ama kalpleri ezip geçtiğini, yakıp yıktığını ( ki Kabe'yi yıkmakla bir tutulur) göremiyorlar sanki.
Ve bundan "haz" almak...
El hak! İnsanı yaşadıkları değiştirir ama dönüştüğümüz şeye iyi bakmak gerekir.
Biz birinin gönlünden düştüğünüzde üzerinde tesirimizin de kalmayacağını bilmeyecek kadar kof mu İnandık!
Ve üzerinde tesirimiz olmayan hiçbir şeyi menfi veya müspet değiştiremeyeceğimizi bilmez miyiz?
Salt aklıyla iman edenlerin bizi "içi" geçmiş bir zamana mahkûm ettiğini bilmesini diliyorum; kalbiyle düşünen, aklıyla yürüyen biri olarak.
Ki "akıl yürütmek" ile "akıl ile yürümek" arasında
Asıl düşünmeyen bir kalbin "durduğunu" bilmek kadar fark var...
Öyle şeyler yaşadık ki tekrar tekrar cehennemin olduğuna şükrettik belki!
Demem o ki; düştüğümüz yerden kalkabiliyorsak, yürüyeceğiz de inşallah...
Ama kırmadan, dökmeden, incitmeden, ezmeden...
Kimse kimseyi imanıyla dövmeye kalkmasın mesela!
(Savaşta) Düşmanını tam öldürmek üzereyken yüzüne tükürdüğü için, öldürmekten vazgeçen ve "vallahi seni Allah için öldürecektim ama şimdi nefsim için öldürmekten korkarım" diyen Hz. Ali'yi hatırlayalım.
Şu dünyadaki tüm canlılar besleniyor ama çeşit çeşit yiyecekle. Sadece hava ve güneşle beslenen de var, etle, otla beslenen de...
Şeytan da insanı yemliyor. Ama her insana attığı yem farklı. Bilmem anlatabildim mi?
Yaşıyoruz işte... O vakit; Allah bizden umudu kesmedi öyleyse biz neden keselim "insandan" umudumuzu?
LAL:
Bayramı bayram bilmeyenler belki tatil addedenler sadece şunu bilseler yeter:
Belki bir yerlerde sırf siz geldiniz diye " bayram" edecek birileri yaşıyordur.
Bir dostu arıyorum, atadan yadigâr bir ahiretliğin titrek ellerini öpmeye yelteniyorum hep aynı tepkiyle karşılaşıyorum nicedir: "aaaaa unutmadın" ...
Galiba unutulmaya hazır yaşıyoruz hepimiz.
Oysa bilmez miyiz; unutan, unutulmuştur...