Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 24/10/2013 00:11
  • 16.839

(Geç kalmış bir bayram yazısı...) Geç kalmak : Aziz kederim!

Dini bayramları (ve dahi "din"i) bir dizayn, düzen ve ikram olarak görenler bir yana görmeyenlerimiz de yanımızda yöremizde...

Esefle kınamalarınız, laf sokmalarınız, iyiye ve doğruya hiç de iyi ve doğru olmayan bir dille çağırmalarınız bittiyse bir şey söylemek isterim nacizhane. 

Bir ayet ve bir güzel insandan öğrendiğim yanlış hatırlamıyorsam Hz. Ali'nin sözü:

"Dikkat edin sakın şeytan sizi Allah ile aldatmasın" ( Fatır /5 ve Lokman /33)

Bu ayeti okuyup da  tedirgin olmayan inanandan   Allah'a sığınmalı!

Ve yine içime çöken ve hiç gitmeyen söz:

"Şeytan insana gerçekle yaklaşır"

Tüm gerçeklerin gözümüzü kararttığı bir ortamda nasıl anlatırım? 

Anlatmaya gücüm yeter mi bilmiyorum ama "yazmak" biçare "çırpınmak" değil mi nihayetinde. 
 

İnsanın gerçekle sınanması... Belki de tüm yanlışların başladığı yer orası. 

Hani yazmıştım, hatırlayalım:  İnsan en çok haksızlığı "haklı" olduğunda yapar!

İki büyük bayramımız var,  ikisinde de "vermek" öğütlenmiş ama o ince çizgi, üzerine basılıp  geçilecek bir şey değil ki?

Hiç vermemekten daha kötü olan "verdiğini çok görmektir" mesela. Yani verdiğini çok görmemektir gerçekten vermek. 

Verdikçe çoğalmak yerine eksilenlere biraz dikkat!

Sevdikçe azalanlar gibi mesela...

Kurban kesmek doğru ve iyi de kestiğinin büyüklüğüyle, çokluğuyla övünmek nedir?

Kurban olmayı bilmeyenin, galiba "kurban etmez" de bir işe yaramıyor.

Hakir görülmeyi, hakir görerek karşılamak ne kadar yükseltir ki bizi?

Daha on sekiz  yaşındaydım   bir genç dalga geçmek niyetli  "buyur teyze" demişti Beşiktaş belediye otobüsünde  "sağ ol evladım" diyerek oturmuştum yerine. "Yüzsüz işte bunlar" diyerek arkadaşlarıyla gülüştüklerini duymuştum, hala teyze görünümlü bir "can"lıydım ne de  olsa. 

Ama utanarak tırnaklarımın etlerini kopardığımı, gideceğim yere gidemeden  kendimi Hz. Yahya'nın kollarına arttığımı, yüzümden süzülen her damlada yüzsüzlüğümü akıttığımı  o genç ve oradakiler hiç bilmediler... Ve daha neler neler... 

Ortasından kırılmış  hayatlarımız var, 

İnandığımıza inanmayanların, inandıklarını doğrulttukları zamanlar yaşadık  yitik 

Sığındığımız yerlerde telef olduk belki...

Şimdi, güpgüzel şeyler oluyor yavaş yavaş.

Ama bir sürü yanlışın doğrularımızı alıp götürdüğü zamanlardan geçen insanlığın, unutmaması gereken bir şey var! 

Birçok doğru, bir yanlışı götürmüyor maalesef.

 

Yanlış "doğru" kadar kolay unutulmuyor... Kötülüğün "iyilik" kadar kolay unutulmadığı gibi...
 

Bir hata yaptığımızda, isteriz ki zatımızla aynı tutulmasın. 

İnsanların "hatalarıyla şahsiyetlerini bir tutmamayı" kendimiz için istediğimiz kadar başkaları için de  istemeyi becerebilmemiz gerekiyor. Ve hatta bizzat öyle davranabilmeliyiz. (ki bu gerçek bir erdemdir) 

 

Ve unutmamalıyız birini ya da  bir şeyi değiştiremiyorsak; onun bizim sorumluluğumuzda olmadığını bilmeliyiz.

Hem  kusur aramanın kendisi bizzat kusur değil midir?
 

 

"Kalp  düşünebilseydi atmaktan vazgeçerdi" demiş  Pessoa.

Nasıl katılabilirim ki bu söze? 

Aklıyla bulduğunu, fikriyle kaybedenleri görüyoruz.

Oysa kalbiyle düşünenlerin, kalp atışları kurmadı mı (kurtarmadı mı) bu dünyadaki iyilik ve güzellikten yana ne varsa  (ne kaldıysa ...)


Malum dille konuşursak eğer;  ötekiler,  berikiler üzerine tüm aklıyla saldırıyor ama  kalpleri ezip geçtiğini, yakıp yıktığını ( ki Kabe'yi yıkmakla bir tutulur) göremiyorlar sanki. 

Ve bundan "haz" almak... 

El hak! İnsanı yaşadıkları değiştirir ama dönüştüğümüz şeye iyi bakmak gerekir.

Biz  birinin gönlünden düştüğünüzde üzerinde tesirimizin  de kalmayacağını bilmeyecek kadar kof mu İnandık!

Ve üzerinde tesirimiz olmayan hiçbir şeyi menfi veya müspet değiştiremeyeceğimizi  bilmez miyiz?

 

Salt aklıyla iman edenlerin bizi "içi" geçmiş bir zamana mahkûm ettiğini bilmesini diliyorum; kalbiyle düşünen, aklıyla yürüyen biri olarak.

Ki "akıl yürütmek" ile "akıl ile yürümek"  arasında 

Asıl  düşünmeyen  bir kalbin "durduğunu" bilmek kadar fark var...


Öyle şeyler yaşadık ki tekrar tekrar cehennemin olduğuna şükrettik belki!

 

Demem o ki; düştüğümüz yerden kalkabiliyorsak, yürüyeceğiz de inşallah...

Ama kırmadan, dökmeden, incitmeden, ezmeden... 

Kimse kimseyi imanıyla dövmeye kalkmasın mesela!

(Savaşta) Düşmanını tam  öldürmek üzereyken yüzüne tükürdüğü için, öldürmekten vazgeçen ve "vallahi seni Allah için öldürecektim ama şimdi nefsim için öldürmekten korkarım" diyen Hz. Ali'yi hatırlayalım.

Şu dünyadaki tüm canlılar besleniyor ama çeşit çeşit yiyecekle. Sadece hava ve güneşle beslenen de var, etle, otla beslenen de... 

Şeytan da  insanı yemliyor. Ama her insana attığı yem farklı. Bilmem anlatabildim mi? 

 

Yaşıyoruz işte... O vakit;  Allah bizden umudu kesmedi öyleyse biz neden keselim "insandan" umudumuzu? 

LAL:

Bayramı bayram bilmeyenler belki tatil addedenler sadece şunu bilseler yeter: 

Belki bir yerlerde sırf siz geldiniz diye " bayram" edecek birileri yaşıyordur.
 

Bir dostu arıyorum, atadan yadigâr bir ahiretliğin titrek ellerini öpmeye yelteniyorum hep aynı tepkiyle karşılaşıyorum nicedir: "aaaaa  unutmadın" ...

Galiba unutulmaya hazır yaşıyoruz hepimiz.

Oysa bilmez miyiz;  unutan, unutulmuştur... 

Yazarın Yazıları