Ekrem VANLI
  • 19/01/2016 Son günceleme: 19/01/2016 09:03
  • 6.671

Adalet; düzenli ve dengeli davranma ve herkesin hakkını vermedir.

Adalet; en güzel bir meleke-i ruhiyedir. Bu melekeye sahip olan kişiler, âleme nizam, içtimai hayata ahenk getirmiş olurlar. Adalet en büyük bir fazileti ahlakiye, yüce bir vasıftır.

Adalet öyle bir nurdur ki, girdiği memleketleri ihya eder, onların maddi ve manevi olarak yükselmesine vesile olur.

Allah’ın bir ismi de “Adl” dır. Adaletin ehemmiyet ve ulviyetine bundan daha büyük bir delil olur mu? Mutlak adalet Allah’a mahsustur. İnsanlar arasındaki adalet ise, kendi güçleri nispetindedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz raiyetinizden mesulsünüz.” Bu hadis-i şeriften de anlaşıldığı üzere, hane reisinden devlet reisine kadar her fert çevresinde olup bitenlere karşı sorumludur. Adalet, dağdaki çobandan mahkemedeki hâkime, anneden, öğretmene, tüccardan amire kadar herkesi ilgilendiren ve kapsamı çok geniş olan çok önemli bir meseledir. Evet, çoban koyunlarını otlatırken kimsenin ekili alanına zarar vermemeli, hakim de adaletle yargılamalıdır.

Cenab-ı Hak bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisa 4/58) Buna göre başta devlet idarecileri olmak üzere, her insanın adaletle hükmetmesi gerekmektedir. Fertlerin adil hükümdarlara itaati mecburi olduğu gibi, idarecilerin de fertler arasında adaletle hükmetmesi gerekmektedir.

Başka bir ayette de mealen şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutun, kendiniz veya ana babanız veya en yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitlik eden kimseler olun. Haklarında şahitlik yaptığınız kimseler, gerek zengin ve gerek fakir olsunlar. Allah onlara sizden daha yakındır. Onun için haktan ayrılıp da nefsinizin arzusuna uymayın. Eğer adaleti yerine getirmekte veya şahitlikte dillerinizi eğer bükerseniz veya büsbütün yüz çevirirseniz, hiç şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkı ile haberdardır. (Nisa 4/135)

Adaletten ayrılan devlet reisi, idare ettiği milletin huzur ve saadetini temin edemez, bilakis onlara zulüm etmiş olur. Malumdur ki, insanlara zulmedenin davacısı Allah’tır. Evet, zulüm kadar Allah’ın kahr ve gazabını tacil edecek hiçbir şey olamaz. O’nun intikamına dayanacak kuvvet ve kudret ise hiçbir kimsede yoktur. Allah Teâla ile azamet yarışına kalkışan Firavun ve Nemrutların akıbetleri ortadadır.

Adaletin olmadığı yerde zulüm, fitne ve fesat olur. Bunlar, husumetin ziyadeleşmesine, rızık kapılarının kapanmasına, yoksullukların, sefalet ve zilletin artmasına sebep olur. Bütün bunlar tarihin şahadet ettiği hakikatlerdir. Adaletin olmadığı bir millet ve devletin harap olmaması ve tarih sahnesinden silinmemesi mümkün değildir. Bu bakımdan bütün semavi kitaplarda adalet emredilmiş ve geçmiş ümmetlerin başına gelen bela ve musibetlerden ders alınması buyrulmuştur. ( Mehmet KIRKINCI )

Adaletiyle tarihe damgasını vuran devletleri düşününce akla ilk gelen devletler olarak Selçuklu ve Osmanlı’yı söyleyebiliriz. Kahraman ecdadımızın bu kadar ulviyetinin sırrı; kalplerinde Allah korkusunun mevcudiyetiyle, adaletin bütün incelikleriyle tecelli etmesiyle, Kur'an nurunun ve feyzinin ruhlarında yerleşmiş olmasıdır.

Gerek Selçuklular ve gerekse Osmanlılar çok farklı dinlere mensup, ayrı dilleri konuşan toplumları adaletiyle aynı bayrak altında beraber ve huzur içinde yaşatmışlardır. Fethettikleri yerlere adalet ve hürriyet götürmüş ve onların maddi ve manevi birçok nimetlere mazhar kılmışlardır.

Selçuklu ve Osmanlıları o yüksek seviyeye çıkaran ve itibar sahibi yapan şecaat, hürmet, ahde vefa gibi birçok meziyetleri olmakla beraber bunların başında adalet gelir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethedince gayr-i Müslimlerin din, namus, can ve mallarını muhafaza altına alarak, onların korku ve endişelerini izale edip, inançlarını istedikleri gibi yaşayabileceklerini, ibadet yerlerine dokunulmayacağını, hür olduklarını ve adalet önünde eşit olacaklarını ilan etmiştir.

Bu vasıflar sayesindedir ki, Osmanlılar altı asır boyunca dünyaya hâkim olmuş ve hükmetmişlerdir. Adalet mekanizmasını tam olarak işletmişler, bayrağı altındaki muhtelif kavimlerin aralarında adalet ve eşitlik esaslarını korumaya gayret göstermişlerdir. Adalet sayesinde kuvvet ve kudret kazanmışlar, hoşgörüde insanlık âlemine numune olmuşlardır. Böylece cihanşümul bir devlet olmuşlardır.

Fethettikleri ülkelere sevgi, barış ve huzur götürmüşlerdir. Selçuklu ve Osmanlı Devletleri idare ettikleri milletlerin dinlerine, dillerine örf ve adetlerine ilişmemişlerdir. Kur’an-ı Kerimin “Ey iman edenler! Adil şahitler olarak Allah için hakkı ayakta tutun (Tirmizi) ayetini kendilerine rehber etmişler, savaş zamanlarında bile adaletten ayrılmamış, düşmanlarına karşı merhametle davranmışlardır. Bu merhametli davranış sayesinde insanların kalplerinde muhabbete dayalı hâkimiyetlerini devam ettirmişler. Böylece cihanı kucaklayan şevket ve saltanatları bütün haşmet ve şaşaasıyla asırlarca devam etmiştir.

Günümüzde maalesef yukarıda bahsedilen, olması gereken adalet sisteminden çok uzakta olduğumuz açık bir şekilde ortadadır. Bu kadar adaletten uzaklaşmamızı İslam’ın ve sünnetin bize göstermiş olduğu adalet sisteminden uzaklaşmakta aramalıyız. Her birey öncelikli olarak adalete kendinden ve yakın çevresinden başlamalı ki millet ve ülke olarak adalet sistemi yerleşsin ve etkili olabilsin.

Yazarın Yazıları