A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 04/04/2013 00:11
  • 14.363

Bizlere; “Kimin kulusun?” Denildiğinde, tereddütsüz “Allahın.c.c.” deriz.

Acaba bu cevap ne kadar doğru?

Ne kadar bilinçliyiz veya ne kadar samimiyiz?

·         Önce şu kıssayı hatırlayalım:

Abdülkadir Geylâni Hazretlerine birisi bir köle hediye ediyor ve şöyle diyor:

-"Efendi hazretleri, bu köleyi alınız, zatınıza hizmetçi olsun."

Abdülkadir Geylâni Hazretleri köleyi alıyor, evine getiriyor ve köleye şunları söylüyor:

-"Evladım, bak, şu odalar yatma yeridir, şu elbiseler de giyilebilir. Yemek istiyorsan işte şurası kiler, şurası mutfak."
Bu tanıtımdan sonra tekrar soruyor:

-"Evlâdım, şimdi gördün bunları, söyle bakalım sen nerede yatmak istersin?"
Kölenin cevabı:

-"Siz nereyi münasip görürseniz efendim."
-"Peki, hangi elbiseyi giymek istersin?"
-"Siz hangisini uygun görürseniz efendim."
-"Hangi yemeği seversin oğlum?"
-"Siz hangisini müsaade ederseniz efendim."

………………………………
Köle böyle cevaplar verince, Abdülkadir Geylâni Hazretleri çok duygulanır. Arkasını döner ve köleden biraz uzaklaşarak, bir köşede ağlamaya başlar.

Köle bu manzara karşısında tereddüt eder, üzülür, ne yapacağını şaşırır.

“Acaba hatalı bir cevap mı verdim?” diye düşünmeye başlar.

Cesaretini toplayarak, hıçkırarak ağlamakta olan Geylâni Hazretlerinin yanına yaklaşır ve kısık bir sesle ve edep dolu bir edâ ile sorar: 

-"Efendi Hazretleri, farında olmadan kusur ettiysem çok özür dilerim, bir hata mı yaptım acaba? N’olur söyleyiniz…"
-“Yok evlâdım yok, sen hiç hata etmedin, TAM İSABET ETTİN!..."
-"O halde niçin ağlıyorsunuz efendim?" deyince:
-"Senin söylediklerini dinleyince çok etkilendim oğlum…"
-"Ben, yanlış bir şey mi söyledim yoksa?"
-Yok, yavrum yok, sen çok doğru söyledin. Keşke senin bana yaptığın bu itâat gibi, ben de KULU olduğum Rabbime böyle bir itaatte, kullukta bulunsam da, ömrümde bir defa olsun “Ya Rabbi, Senden hiçbir şey istemiyorum. Nereyi uygun bulursan orada yatarım, hangi elbiseyi münasip görürsen onu giyerim, hangi rızkı verirsen onu yerim ve kanaat ederim. Başka bir talebim yok Senden” diyebilseydim. Oysa ben kendimi, O’nun c.c. KULU ve KÖLESİ odluğumu zannediyordum. Onun kulu olduğum halde, O’ndan c.c. her gün bir şeyler istiyordum. Bağışladığı bunca nimetlerle yetinmiyorum. Hep daha fazlasını istiyorum. Ne kadar hata ettiğimi şimdi anladım, işte onun için ağlıyorum…

 

·         Evet, saygıdeğer dostlarım.

Bizler de Yüce Rabbimizin kulu (kölesi) değil miyiz? O’nun bizlere ikramları, Geylâni hazretlerinden çok daha fazla değil mi? (Çeşit çeşit otomobilleri, elektrik ve tüm teknolojik cihazları, TV., Cep tel, İnternet, uçakları, binlerce çeşit nimetleri, v.s. düşününüz.)

O yüce Kudretin bu ikramlarına karşı, bizim davranışlarımız nasıl acaba?

Bizlere bağışladığı milyonlarca nimetlere mukabil, “Yâ Rabbi, senden daha başka bir şey istemiyorum. Keşke bu bağışladıklarının şükürlerini edâ edebilsem!...” diyebiliyor muyuz?

Yavuz sultan Selim’i hatırlayalım:

Mısır seferinden sonra, oradaki insanlar arasında, kulaklarına halkalar geçirilmiş kişileri göstererek.

-“..Bunların kulaklarında niçin halkalar var?” diye sorar.

Kendisine rehberlik eden yerli zevât:

-“Yüce Padişahımız, onlar kölelerdir. Diğer halktan ayırt edilmesi için, burada kölelerin kulaklarına halka takılır.”

-“Kim takıyor bunları? Tiz (derhal) onu bana çağırın!”

Emir yerine getirilir. Bu işin uzmanı huzura çağırılır. Yavuz Selim emreder:

-“O küpelerden benim kulağıma da takınız!” Yerli zevâttan itirazlar başlar:

-“Nasıl olur hünkârımız? Onlar köle, siz ise bizim sultanımızsınız!”

Yavuz âdeta kükrer:

-“Bre nâdanlar, ben de Sultanlar Sultanını olan Yüce Allahın kölesiyim. Bunun böyle olduğu herkes tarafından biline! Derhal o halkayı takınız!…”

..Ve köle halkası, koca Yavuz Sultan Selim’in kulağına da takılır.

Koca sultanlık bile Yavuz Selimi’i, Allah’a c.c. KUL olmaktan men edemez.

Yavuz Sultan Selim’in resimlerinde gördüğümüz, o küpe zannettiğimiz nesnenin hikâyesi işte böyledir…  (Bazı tarihçilerin, o küpe hakkındaki yorumları ise uydurmadır.)

·         Acaba bizlere ne oluyor ki, biraz fazla nimet gördüğümüz zaman ayağımız yerden kesiliyor? Allaha c.c. çok daha fazla şükür ve itaat borcu yüklendiğimiz halde, acaba niçin daha çok sapıtıyoruz?...

SON SÖZ, asrımızın bedîsi Said Nursî Hz.’den:

İ'lem Eyyühel-Aziz! (Ey Azizi kardeşim, bil ki!)
Cenab-ı Hak seni ademden (yokluktan) vücuda (varlığa) ve vücudun pek çok eşkal ve vaziyetlerinden, en yükseği Müslim sıfatıyla, insan suretine getirmiştir. 
Mebde-i hareketin (yaradılışın başlangıcı) ile son aldığın suret arasında müteaddid (çeşitli ve çok) vaziyetlerin, menzillerin ve etvâr ve ahvâlin her birisi sana ait nimetler defterinekaydedilmiştir. Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin enva'ına bir fihriste şeklini veriyor.
Binaenaleyh geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvarında, ahvalinde:"Nasıl bu nimete vâsıl oldun? Ne ile müstahak oldun? Ve şükründe bulundun mu?"diye suale çekileceksin. Çünkü vukua gelen haller suale tâbidir. Amma imkânda kalıp vukua gelmeyen şeyler suale tâbi değildir. Geçirmiş olduğun ahval, vukuattır. Gelecek ahvalin ademdir. Vücud mes'uldür, adem ise mes'ul değildir. Öyle ise, mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin, şükrünü kaza etmek lâzımdır... (Mesnevi-i Nuriye)

Yazarın Yazıları