Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Muharrem ERGÜL
Muharrem ERGÜL

8 Mart Dünya Erkekler Gününüz Kutlu Olsun

Hiç unutmam şirin bir Karadeniz köyündeki o manzarayı...

1985'li yıllardı. Eşimle o şirin köyde olan ablamı ziyarete gidiyorduk. Yağan yağmurların tahrip ettiği yol, ancak yürümeye uygundu. Araç gidemiyordu. Epeyce bir yürüdük.

Yol, yokuşlu bir hâl almıştı. Yavaş yavaş çıkarken, biraz ileride bir ot yığınının yavaşça hareket ettiğini fark ettim. Biraz daha yaklaşınca gördüğüm şey ise farklıydı: Meğer yerlere kadar otların taştığı bir sepet, onu taşıyan kadının omuzlarında ağır ağır yokuşu tırmanıyordu. Kadının arkasında ise orta yaşın biraz üzerinde bir adam, elleri arkasında bağlı bir şekilde yürüyordu. Daha dikkatli bakınca, ot yığınının olduğu sepetin üstünde bir ceket gözüme ilişti. Belli ki, o ceket, kadının arkasında yürüyen o adama aitti.

Epey bir yürüdükten sonra ablamın yanına ulaşabildik. Selam ve hoşsohbet faslının ardından, "Abla… Bak, şu aşağıdan gelenleri görüyor musun?" diye sordum ve omuzlarında sepet taşıyan kadın ile arkasında yürüyen adamı işaret ettim. Ablam, "Evet, tanıyorum" dedi. "Onlar bizim komşumuz" diye de ekledi. Ablama dönüp, "Peki, ablam… O kadın, sırtında kocaman bir sepetle ot taşıyor, ardında da ceketini bile kadına yüklemiş bir adam elleri arkasında çıkıyor. Nasıl iş bu?" diye sordum. Ablamın söyledikleri ise beni oldukça irkiltti:

"İşte oğlum, bizim halimiz bu… O adam var ya? Hani, elleri arkasında bağlı olan? Köyümüzün en eğitimlisidir… Köy okulumuzun müdürüdür o adam… Ben daha ne diyeyim sana?"

Gözlerimde canlanan bu kısacık anının ardından şimdi size soruyorum: "Dünya Kadınlar Günü mü, yoksa Erkekler Günü mü?"… Yalanın gözü çıksın…

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, malumunuzdur, New York'lu dokuma işçisi kadınların hak arama savaşlarının simge günü… Çalışma saatlerinin yükseltilmesini isteyen binlerce kadın arasından yüzlercesinin canından olduğu trajik bir gün… Yıl kaç? 1857…

Amerikalı kadınların hak arama çilesi bütün kadınların çilesi olarak sürdüğünden 1910 yılında toplanan "İkinci Sosyalist Kadınlar Kongresi"nde 8 Mart tarihi "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kabul edilmiş. Peki, edilmiş de ne olmuş? Aradan geçen bunca yıla rağmen ne değişmiş? Şimdi bu, "Ördek kasap, aynı hesap" kabilinden değil mi? Toplu kadın kıyımları, istismarlar, beden üzerinden ticaretler süregelmiyor mu? Üstelik bunların ilerleme hızı, gelişmiş ülkelerde de az gelişmiş ülkelerde de aynı değil mi?

Aradan bunca yıl geçmesine rağmen Kadınlar Günü’nün kutlanma ihtiyacı sürüyor. Sürmesi bir yana, kutlama ihtiyacı daha geniş kitlelere yayılıyor. Dünya Kadınlar Günü niçin bu kadar iştahla ve albenili törenlerle kutlanıyor? Görünen manzara şu: Kutlamalar fantastik bir havaya büründürülüyor. Kutlayan memnun, onu alkışlayan da memnun ancak bir dahaki kutlamaya kadar zihin labirentimizde değişen pek bir şey de olmuyor. "Kadına daha çok özgürlük, daha iyi bir yaşam" diyoruz ama netice değişmiyor. Ablamın köyündeki kadın hâlâ ot sepetini sırtında taşıyor. Kocası da arkasından kös kös yürüyor. Kentteki beyaz yakalı kadın da 'görece özgür ve modern' görünse bile mantalite bakımından köyde ot sepetini sırtında taşıyan kadından farkı olmayan bir yaşam sürdürüyor.

Durum o ki, kadının durumu her yerde aynı… Çarpıcı bir yaşanmışlıktır, hatırlatmak isterim: Bangladeş'te kadının yüzüne asit dökmek o kadar yaygındır ki, yasa koyucular yalnızca bu iş için yasalara madde eklemek zorunda kalmışlardır. Anlatabildim mi?

Diğer yandan ise tüketim ekonomisi, bu Kadınlar Gününü allayıp-pullayıp, günler öncesinden pazarlayarak, işi daha da vahim bir boyuta taşıyor. Böylesi özel bir gün, Nişantaşı'ndaki lüks bir mağazadan ayakkabı, çanta, takı satın almaya (!) indirgeniyor. O hediyeleri verdiği sevgilisini eşini, kızını aylarca tekme tokat döven/aşağılayan; ancak 8 Mart gediğinde de kutlama yapan erkeklere ne denir ki? Öte yandan bu hediyeleri alıp gülümseyen ancak diğer günlerdeki şiddete da ısrarla katlanmayı tercih eden kadınlar için ne söylenebilir? İnanın söz bitiyor, dil lâl oluyor bu noktadan sonra…

8 Mart'ı 8 Mart yapan emekçi kadınlar eğer hâlâ o çantaların, ayakkabıların, takıların üretildiği yerlerde ve 1857'li yılların şartlarında çalışıyorsa, varın siz düşünün ötesini… "Yaşasın Dünya Emekçi Kadınlar Günü" diye reklam veren işveren erkeklerin içi şu halde 'rahat' olabilir mi?

Ülkemiz şartlarında kadının konumu ne yazık ki, dünya kadınından hiç de farklı değil… Eğitimli ya da eğitimsiz kadının durumu -ne yazık ki- her yerde aynı… Kentli ya da köylü fark etmiyor; kadının durumu üç aşağı beş yukarı hep aynı… Eğer konu kadınsa, sosyal statüsü de sonucu etkilemiyor: Anne, , sevgili ya da çocuk; her ne olursa olsun kadın, bir noktadan sonra Şairin de dediği gibi "Soframızdaki yeri, öküzümüzden sonra gelen" seviyesine düşürülüyor. Pek, düşüren kim? Kendi kendimize bir soralım mı?

"Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz" diyoruz ama Bağdat'ı bombalayanlar analarımızı öldürüyorlar; sessiz kalıyoruz…

"Babamın bir atı olsa binse de gelse, annemin yelkeni olsa açsa da gelse" diyoruz ama bayramlarda-seyranlarda anamızı unutup, sahil kenarlarında tatile gidiyoruz…

"Yâr, yâr seni kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar" diyor, tumturaklı aşk şiirleri okuyoruz ama o bıçağı yârimizin sinesine gözümüzü bile kırpmadan saplayıveriyoruz…

"Hazreti Peygamberimiz, cennet annelerin ayağının altındadır buyurmuş" diyoruz ama 'anne' olan kadınlara etmediğimiz hakareti bırakmıyoruz…

Kadın hakları ve kadınların çalışma şartlarıyla ilgili yapılan bunca toplantı, hiçbir şey ifade etmiyor. Konuşulan ve yazılanların hiçbirisi algımızdaki 'kadın' gerçeğini değiştirmeye yetmiyor. 1910 yılından beridir hâlâ 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutluyoruz. Oysa kadınlar hemen her gün şiddete uğramaya devam ediyor. Aradan yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen bugün hâlâ insani olmayan koşullarda yaşam mücadelesi veriyor. Hâlâ o şirin Karadeniz köyündeki kadın, sırtına yüklenen ot sepetini taşıyor ve sepetin üstündeki ceketin sahibi ise arkasına bağladığı elleriyle 'içi rahat' bir şekilde kadının ardında yürümeye devam ediyor. Hâlâ kentte yaşayan beyaz yakalı kadın, 8 Mart'ta Nişantaşı'ndan gelecek hediyeyi, ters giden bir şeyleri düzeltecek umuduyla ve heyecanla bekliyor.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü kutlanıyor ama radyodaki sanatçı da usul usul bir şarkı mırıldanıyor:

"Uyu bebeğim uyu…"

Muharrem ERGÜL
Muharrem ERGÜL HAKKINDA

Aslen Kuzey Kafkas göçmeni. Aile Trabzon ve Ordu kökenli. Beykoz doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Beykoz’da yaptı. Yüksek öğrenimini Marmara Üniversitesinde tamamladı. Beykoz Paşabahçe Ortaokulu’nda Türkçe Öğretmenliği yaptı. (1980-1982) Ardından aynı okulda Müdür Yardımcılığı yaptı. (1983) Daha sonra müdürlük sınavlarını kazanarak; Beykoz Anadoluhisarı Ortaokulu Müdürü oldu. (1984) 1987 yılında kamu görevinden ayrılarak özel sektöre geçti. Birleşik Yayın Dağıtım Şirketi Genel Müdürü oldu. İki yıl bu görevi sürdürdü. Aynı görevine paralel olarak, Türkiye’nin ilk ve saygın kitap dergilerinden biri olan “KİTAP DERGİSİ’NİN” editörlüğünü yaptı. 1989 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol’un davetiyle yeniden Kamu görevine döndü. Milli Eğitim Bakanlığı Müşavirliği yaptı. (1989-1991) Bakan değişiminden sonra Milli Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları Genel Müdür Yardımcılığına atandı. (1990-1993) 1993 yılında Beykoz Milli Eğitim Müdürü oldu. 1994 yerel seçimlerinden sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Özel Kalem Müdürü oldu. (1999) Ardından 2004 yılındaki yerel seçimlerde Ak Parti’den Beykoz Belediye Başkanlığı’na aday oldu. Yüksek oranda bir oy alarak “AK PARTİ’NİN” ilk Beykoz Belediye Başkanı seçildi. 2009 yerel seçimlerinde aday olamadı. 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Müşavirliğine atandı. 2012 yılından itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlık Danışmanlığı görevini sürdürmüştür. Eğitimcilik ve yöneticilik dışında Uzun yıllar Kanlıca, Beykoz ve Anadoluhisarı kulüplerinde amatör ve profesyonel olarak futbol oynadı. Yine Beykoz’da birçok sivil toplum kuruluşunda kurucu olarak görev aldı. Yayınlanmış dört kitabı ve yüzlerce makalesi bulunmaktadır. Türkiye’de birçok belediyede yöneticilik dersleri verdi. Yurtiçi ve yurtdışında birçok seminer konferans ve panele katıldı. Halen Beykoz Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyeliği yapmaktadır. Evli ve üç çocuğu bulunan Muharrem Ergül orta derecede İngilizce bilmektedir. Yaşadığı yer olan Beykoz’dan ve sokağından hiç ayrılmamış olup, Beykoz ve Beykozluluğu İstanbul ve İstanbulluluğuyla özdeşleştirmiş bir Beykoz çocuğudur.

YORUMLAR

Bir adet yorum var

  1. S.A Ellerine, Yüreğine, Kalemine sağlık.
    Gerçekten güzel ve yazmış, doğru tesbitlerde bulunmuşsun dostum…
    ”Alan razı, veren razı, Kandıran razı, kandırılan razı
    Karışma bu işe sen, arazi ol NİYAZİ” demiş şair…

    ”Kadınlar günü senede bir gün kutlanılmağa devam ettikçe: Kadınların problemleri asla sona ermez”

    Ne zaman Kİ: Kutlama günleri sona erdiği gün,
    Kadınların huzura ilk adımlarını attığı gündür…

    Gerisi yalandır… Çaresi olmayan ve hiçbir zaman
    bulunamayacak olan HASTALIK:
    ‘İnsanın Kendisini Kandırması Hastalığı’ dır…

    ÇARE: Hz. MUHAMMED’E (s.a.v) BENZEMEKTİR…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER