“İktidar ve ana muhalefet arasında siyasi kavga tam gaz devam ediyor. Neredeyse her hafta yeni bir yolsuzluk soruşturması açılıyor.
”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi hakkında birinci, ikinci, üçüncü derken dördüncü soruşturma dalgası başlatıldı. İlk soruşturmanın üzerinden aylar geçmesine rağmen davaların sonuçlanmaması, vatandaşın kafasında “davalar siyasi mi?” sorusunu gündeme getiriyor.
İktidar tarafı “yolsuzlukları görün” derken, muhalefet tarafı ise “bizim belediyelerimize yapılan uygulamalar neden iktidar belediyelerine yapılmıyor?” diye serzenişte bulunuyor. Bu operasyonlar sırasında onlarca bürokrat gözaltına alınıyor, belediyelerin yaptığı en basit işler bile aksıyor. İktidar ise bu durumu fırsata çeviriyor: “Bakın, bunlar yolsuzluktan başka bir şey bilmez. Belediyecilik bizim işimiz; çöp, çukur ve çamur belediyeciliği dışında hizmetleri yok” diyor. CHP’liler de biz aslında çalışıyorduk ama siyasi iktidar izin vermiyor algısı üretiyor…
Diğer yandan siyasi partiler arasındaki transferler de vatandaşı çileden çıkarıyor. Milletvekilleri ve belediye başkanlarının parti değiştirmesine çoğunluk tepki gösteriyor; ancak kendi partisi yapınca alkışlıyor. Bu ahlaki ve etik bir sorun. Siyaset, vatandaşın sizi tercih etme şartlarını unutmamalı, en azından bir süre bağımsız durabilmeli.
AKP 24. yılını kutluyor ve “24 Yılın Hikâyesi” temasıyla muhalefet partilerinden gelen transferleri büyüme olarak gösteriyor. “AK Parti olarak 24 yıldır yalnızca bugünü değil, yarınları da inşa ettik. Sosyal yatırımlarımızla; kreşlerden gençlik merkezlerine, yaşlı bakım evlerinden engelli yaşam merkezlerine, kütüphanelerden spor tesislerine, üniversitelerden hastanelere kadar milyonlarca vatandaşımıza dokunduk. Şehirlerimize değer katan projelerle sosyal belediyecilik ve sosyal devlet anlayışını güçlendirdik” deniyor.
Ancak gerçek durum, özellikle asgari ücretli, emekli, dar gelirli vatandaş ve küçük esnaf açısından oldukça farklı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2024’te yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olanların oranı yüzde 29. Yani 85 milyonluk Türkiye’de 25 milyon kişi yoksul. 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı olan 79 bin lira baz alındığında ise bu oran yüzde 90’a yaklaşıyor. Yani her 100 kişiden 29’u yardıma muhtaç, 57’si faturalarını ödeyemiyor ve temel yaşam aktivitelerini gerçekleştiremiyor; çalıştıkları için istatistiklerde yardıma muhtaç sınıfına girmiyorlar. Temel ihtiyaç maddelerindeki fahiş zamlar ve ev kiraları muazzam boyutlara erişmiş durumda.
Aile Bakanlığı verilerine göre 2024’te aşırı yoksulluk sınırının altında yaşayan hane sayısı 3,6 milyona ulaştı. Sosyal yardım harcamaları ise bir önceki yıla göre yüzde 61 artarak 491,7 milyar lira oldu. 100 kişiden yalnızca 14’ü mutlu azınlık sınıfında yer alıyor.
AKP 24 yılını kutluyor, büyümeyi ve sosyal yatırımları övüyor; ancak büyürken yıllardır iktidarda tutan, destekleyen dar gelirli vatandaş, emekli, asgari ücretli ve küçük esnafı güçlendirmek, milli gelirden daha fazla pay almasını sağlamak ve geçim sıkıntısını hafifletmek öncelik olmalı. İnsanlar geleceğe dair hayal bile kuramaz hâle gelmişken, azıcık da olsa kalan umut kırıntılarını yok etmemek devletin sorumluluğudur.
Objektif bir makale, tebrikler Özer Güneş…(AKP ve AKP’LİLER maddi olarak büyüyor ama manevi olarak da resmen çürüyorlar.)