Saadettin KILIÇ
  • 04/07/2020 Son günceleme: 04/07/2020 15:30
  • 3.749

Futbol tabiriyle; Recep Tayyip Erdoğan, tüm zıt görüşteki rakiplerine karşı 18-1 gibi ezici bir üstünlüğe sahiptir.

Dünya tarihinde onun gibi hakkıyla yükselen başka liderler var mıdır bilmiyorum ama her konuda olağanüstü bir grafiği var…

Belki yazılı liyakati yok fakat kaynağı ne olursa olsun üstün bir satranç ustası kadar zeki biri o…

Ağzından, ne gireceği ve ne çıkacağını tüm mevcut siyasilerden en az on kat daha iyi bilen biri…

Ayrıca, sinirlerleri ve öfkesi çelik gibi; zıtları bir adım atarsa o en az 10 adım atmaya her an hazır bir yetenektedir…

Tırnaklarıyla kazıyarak, devasa emekler ve göz nuruyla elde ettiği bu muhteşem iktidarını asla geri vermeyecektir.

Onun gibi zeki, çalışkan ve yetenekli bir lider neden geri versin ki?

Elindeki muhteşem gücü zıtlarına versin de; yaşamı boyunca çok büyük bir azimle elde ettiklerini anında burnundan getirsinler diye mi?

Elindeki muhteşem gücü zıtlarına geri versin de; hemen yargılansın, tüm sahip olduğu servet ve iktidar elinden zevkle alınsın, en üstün zirveden, en alt zindana atılsın diye mi?

Zeki ve cesur biri ölümden bile daha büyük bir felaket olan bu yenilgiyi bile, bile kabule eder mi?

“Ama icraatları doğru değil ki!”

Neyin doğru, neyin yanlış olduğunun tek noteri siz değilsiniz.

Size göre doğru, ona göre yanlış olan, ona göre doğru size göre yanlış olamaz mı; ülkemizin veya dünyamızın mutlak noteri kimdir ki?

Sonradan oluşmuş insanı ve evrensel değerler değil mi? O değerler de dünyanın her yerinde güçlü insanlara ait sonradan edinilmiş bilgiler değil mi?

Demek ki, doğru ve yanlış her zaman, herkes için görecelidir, sana göre, bana göre gibi ama güç; hiçbir zaman değişmeyen yegâne kuvvettir.

Böylesine muhteşem bir kuvveti; neden hiç katılmadığı insani değerler ve demokrasi için feda etsin?  Üstelik göz, göre! Recep Tayyip Erdoğan o kadar pasif biri değil ki.

İsteyen demokrat demesin, diktatör desin, isteyen kıskansın, isteyen tapsın, isteyen nefret etsin, isteyen sevsin; o bugün ülkemizde mevcut siyasi parti genel başkanları içinde en cesur ve en kararlı olan liderdir ve davasından asla geri dönmeyecektir.

Ayrıca yüzde 51’in üzerine çıktığında da hiçbir muhalefet önünde direnemeyecektir…

Çıkabilir mi?

Kesinlikle çıkar, özellikle karşısında bu kadar zayıf bir muhalefet varken, çok daha yukarılara zekice çıkabilir; o sıradan bir siyasetçi değildir…

“Ama ekonomi, ama işsizlik ama ulusalcılık sorunları o kadar kötüleşti ki?”

Olabilir…

Koskoca bir devrim yaptı-yapıyor hem en kansızından, ya da en az kanlısından hem de yürekten inanmış en alt kitleyle.

Tabi ki, iktidarını muhafaza etmek için zıtlarını asker, sivil dinlemeden dize getirmek o kadar bedelsiz olmayacak. Elbette bazı ekonomik ve sosyal riskler yaşayacak.

Ve Recep TAYYİP Erdoğan, davasını başarıya ulaştırmak için tabi ki asimetrik taktiklerden hiç vazgeçmeyecek.

Tabi ki her olayın pragmatik yanlarını önceleyecek ve sadece en çok güvendiği kendisinin becerdiği gibi yoğurt yemeye devam edecek…

Bu bir sistem değişikliği karşı veya çarşı ama mutlak bir devrimdir.

Zıtları; onun olumlu veya olumsuzluklarını ağızlarına sakız yapacağına;  becerebiliyorlarsa onun kadar cesur, onun kadar çalışkan ve onun kadar nitelikli liderler olsunlar; ellerini tutan mı var?

Ya da zıtları ellerini neden tutturuyor da, beceriksizliklerinden her gün aynı nakaratlarla şikâyet ediyorlar?

Tüm mevcut siyasiler önce bunları sorgulasın, varsa yürekleri 18 yıldır bükemedikleri bileği öpüp “en büyük siyasi lider ülkemizde sensin” desinler. İnanın hem kendilerine, hem de temsil ettikleri kitlelere çok daha gerçekçi görünürler.

Şaka değil Recep Tayyip Erdoğan mutlak bir gerçektir.

O merdivenleri birer, birer tırmanıp büyük bir azim ile partisine üye, delege, İlçe Başkanı, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı ve Başkan olmuş çok güçlü ve çok nitelikli bir liderdir. Bu gerçeği inkâr mı edeceğiz?

Belki bu 18 yılda daha huzurlu çalışma koşulları ve daha rasyonalist ve yapıcı eleştirilere muhatap kalsaydı gereksiz gündem değiştirmek ve belirlemek için enerjisini daha az nafile kullanırdı.

Objektif olarak kabul edelim; dört, sekiz, on iki değil tam on sekiz yıldır asker, sivil dize getiremediği hiç kimse kalmadı Türkiye’de.

Ne söylediyse, er, ya da geç mutlaka yaptı…

Dünyada her zaman böyle bir lider yetişir mi?

Hataları, yanlışları ve doğrularıyla davasını başarıyla sonlandırmak için Cumhuriyet’in yüz akı bir tarım laboratuarı olan Atatürk Orman Çiftliğine oto yollar yaptı.

Marmaray Tüp Geçidi yaptı.

ÇED raporlarının olumsuz uyarılarına rağmen İstanbul’un akciğerlerine devasa bir Havaalanı yaptı.

Üzerinden geçecek araç sayılarını garanti ederek Osmangazi Köprüsü yaptı.

Hasta garantili, Şehir Hastaneleri yaptı.

Yine araç geçiş garantili Üçüncü Boğaz Köprüsünü yaptı.

Cumhuriyetin kurduğu neredeyse bütün fabrika ve bankaları sattı.

Beş tepede imara aykırı muhteşem sarayını yaptı.

Kozmik Odayı Açtı, Genel Kurmay Başkanı dâhil yüksek rütbeli subayları, parti genel başkanları, gazetecileri ve iş adamlarını zindanlara attı.

Kuleli ve pek çok askeri liseyi kapattı…

Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, HSK, YSK, YI ve BAROLAR dahil tüm Meslek Odalarını hizaya soktu.

Yazılı ve görsel Medyanın yüzde 99’unu ele geçirdi…

Muhalif medya TELE -1- Halk TV’ye haksız, hukuksuz para cezaları ve ekran karartma yasakları uyguladı.

Mahkeme karasız, hukuksuz çok sayıda belediye başkanlıklarına kayyumlar atadı.

Yurtta sulh, Cihanda Sulh ilkesini kulak arkası yaptı.

Sivil Toplum Örgütleri ve Sendikaları güdükleştirdi…

Ve belki Fay hattı üzerinde İstanbul için alenen bir felaket olacak Kanal İstanbul’u da yapacak. Vs. vs. vs. vs. vs. vs…

Ya muhalefet, nal toplamaktan başka ne yaptı?

Hangi anti demokratik yasanın çıkmasını karşı çıktı da pek çok konuda kökten değişimi engelleyebildi?

Evet, ana muhalefet Kibar Feyzo misali amacına ulaşmayan Ankara’dan, İstanbul’a kadar 440 kilometre “Adalet Yürüyüşü” yaptı…

Biri polis sekiz kişinin öldüğü, on binlerce insanın yaralandığı yine hiçbir kazanımı olmayan “GEZİ EYLEMİNE” katıldı…

Salı toplantılarında kesintisiz nutuk attı…

Statükocu parti örgütlenmesine her salise inatla sadık kaldı.

Recep Tayyip Erdoğan’dan demokrat olmasını talep etti ama kendi partisinde hukuk dışı gerekçelerle anti demokratlık yaptı, yapıyor.

Recep Tayyip Erdoğan’ın 18 yıldır belirlediği gündemlere hiç aksatmadan anında su taşıdı.

CHP iktidar olunca neler yapacağını tek, tek anlatacağına, hep iktidar partisinin neler yaptığını anlattı…

Kendiliğinden gelişen (spontane) toplumsal baş kaldırışları izole etti.

Yüksek kibrinden dolayı, düşük eğitimli insanlara tepeden baktı…

Kendisini aşabilecek yetenekli insanlara şans tanımadı…

Galiba düşünemiyor ya da bilmiyorlar; basit bir oto park arsası için bile ölüme göze alan insanların yaşadığı bir ülkede, “780 bin kilometre karelik toprakları yönetmeye adayım” diyebilmek için o siyasetçilerin en azından Recep Tayyip Erdoğan gibi kefenini giyip yola öyle çıkmaları gerekir.

Ve ne Deniz Baykal, ne de Kemal Kılıçdaroğlu asla böylesine cesur liderler değildir…

Ve hatta demokrasisi az gelişmiş toplumlarda ana muhalefetin yapacağı ve yaptıracağı eylemlerle ölümü göze alması gerekir.

Ama sorsanız; hiç biri ölümden korkmaz, kimileri en has teorisyen Solcuyuz, kimileri de en has Atatürkçüyüz derler... Bir baksınlar bakalım aynaya; geçmişteki Solcu ve Atatürkçülerle uzaktan yakından azıcık olsun ilgileri var mı hiç birinin? Yıllardır ezdirdikleri kitlelerini hak edecek tek bir eylemleri var mı?

(Adayların kişisel başarısı ve konjektürel koşullardan dolayı kazanılan son yerel seçimlerden başka?)

Örneğin; Recep Tayyip Erdoğan, Kozmik Odayı Fetoculara açtığında Mustafa Kemal Atatürk evinde bavulu hazır, Silivri Zindanlarına davetiye mi beklerdi?

Yoksa gerçekten söz konusu vatansa ve ucunda ölüm de olsa emperyalist güçlere engel olmak için ne gerekirse onu mu yapardı?

Fabrikalar ve ulusal bankalar tek, tek satıldığında DİSK Başkanı Kemal Türkler Kukumav Kuşu gibi sert bakışlarıyla mı yetinirdi? Yoksa 16-17 Haziranlarda olduğu gibi bütün işçilere meydanlara mı davet ederdi?

O zamanın koşullarıyla, bugünün koşulları aynı değil ama” diyenler olabilir…

(İkinci bölümde devam edeceğim.)

Yazarın Yazıları