Metin AYDIN
  • 24/11/2021 Son günceleme: 24/11/2021 19:40
  • 4.145

​Birinci Dünya Savaşı’nın son dönemlerinde kolordunun subayları Rus bir casus yakalarlar.

Onu tanıyan halk; bölgede olay çıkarıp casusun serbest bırakılmasını ister. Ve komutanın (Kazım Karabekir Paşa) odasına girerek bu taleplerini iletirler. Lakin Paşa casusu yani sahte Müslüman’ı vermez.

Kazım Karabekir Paşa’nın “Birinci Dünya Savaşı’na nasıl girdik?” kitabında da belirttiği gibi İngiliz gizli servisi kimsesiz küçük yaştaki çocukları onlara rahatça müdahale edebilecekleri Müslüman Türk ailelerinin içine sokar. Ve bunların çoğu yetiştikten sonra şeyh unvanı alan ajanlar olurlar. Kazım Karabekir’in eserinde aynı zamanda şeyh unvanı almış casusların bir listesi de vardır.

Tarihte bu casuslara inanmış benim saf milletimi görebiliriz. Birkaç örnek; İskilipli Atıf, Kubilay’ı şehit eden Molla Mehmet, İngiliz Muhip Cemiyeti kurucularından Molla Sait. Bu İngiliz ajanları saymakla bitmez. Dönemimizi de biraz incelerseniz bu hainlerin benzerlerini görebilirsiniz.

Bilge Kağan’ın Orhun anıtlarına yazdırdığı, “Türk; budun ökün” yani, “Türk; aklını başına topla”, cümlesinin sebebi; Türk halkının yüzlerine gülene, onlara tatlı söz söyleyene ve çeşitli hediyeler verene safça inanmaları yüzündendir. Ancak bu durumu yalnızca saflığa bağlamak bizim de aynı hataya düşmemize neden olur. Osmanlı’da halkın okuma yazma oranının %3 seviyelerinde olduğu bilinmektedir. Bu eğitimsizliğin de kişinin muhakeme yeteneğini zayıflattığı aşikârdır. Her Müslüman görüneni dürüst sanıp onların her dediğine inanmaları bu eğitimsizliğin bir getirisi olup günümüzde de devam etmektedir.

Ekonomik çöküş

1683 yılında Viyana Kuşatması’nın bozgunla sonuçlanması sonrasında; Rus Çarlığı’nın da sıcak denizlere inme sevdası Osmanlı’yı devamlı savaş içinde tutmuştur. Osmanlı’nın zor durumunu gören ve iştahı kabaran İran’ın da Osmanlıya saldırması, Osmanlı Devletinin hazinesinin zayıflamasına ve bu sebeple devletin vergileri arttırmasına neden olmuştur. Tarım vergilerinin yüksek olması, tarımla uğraşanların tarımı bırakıp büyük şehirlere göç etmesini beraberinde getirmiştir. Bu arada Osmanlı’nın toprak kaybetmesi de vergi gelirlerinin azalmasına yol açmıştır. Bu da bütçe açığına sebep teşkil etmiştir. Yani sonun başlangıcı…

19’uncu yüzyılda halkın elindeki altın ve gümüş gibi kıymetli madenler halktan toplanarak sikkeler bastırılmıştır. Kaime (ilk Osmanlı banknotu) çıkarılmış ve bu enflasyonun başlangıcı olmuştur. İlk olarak 1788 yılında Cezayirli Hasan Paşa’dan borç alınmıştır. Bu durumu takiben ülkedeki diğer zenginlerden de yine borç talep edilmiştir. Buna Osmanlı’nın ilk iç borçlanması da diyebiliriz. Ve ilk bütçe açığı 1841 yılında 4.163.000 kuruş olmuş, bu durum artarak devam etmiştir. 1854 yılında iç borç miktarı 15 milyon sterline yükselmişken, yine aynı yıl ilk dış borç; 200.000 Sterlin İngiltere’den alınmıştır. 1876 yılında Osmanlı’nın dış ve iç borcu 239 milyon liraya yükselmiştir.

1881 yılında Muharrem Kararnamesi’nin 15inci maddesine göre; Düyun-u Umumiye adlı; borç ödemelerini güvence altına almak, vergi kaynaklarının toplanması ve denetlenmesini yürütecek kurum kurulmuştur. Ve Osmanlı’nın çöküşü başlamıştır.

Türkiye Cumhuriyet’i Osmanlı’nın son borç taksidini Düyun-u Umumiye’ye 1954 yılında ödemiştir.

Bilinmelidir ki tarım ve hayvancılıkta üretim devlet tarafından desteklenmez, çiftçi borç yükü altında ezilirse, sanayi üretimi kendine yetemez ve fabrikalar (ülkenin kaleleri) kapatılırsa ve buna bağlı olarak ithalat ihracattan fazla olursa bütçe açığının oluşması kaçınılmaz hale gelir. 

Sonra ALLAH KORUSUN.

 

 

 

Yazarın Yazıları