Salih ŞİŞMAN
  • 08/10/2016 Son günceleme: 08/10/2016 12:37
  • 8.807

Çocukluğumuz döneminde okuduğumuz kitaplar olsun, büyüklerimiz olsun hep televizyonun insan üzerindeki kötü etkilerini anlatırlardı.

Hatta bazı ders kitaplarında ‘çocuğu kırbaçlayan televizyon’ karikatürleri çizilerek televizyonun başta gençleri olmak üzere insanlığı esir aldığı söylenirdi.

Büyüklerimiz bize televizyonu fazla seyretme derken biz tam ders çalışma esnasında kendileri açtılar bu bazılarının aptal kutusu dediği cihazı. O zamanlar topu topu televizyonda birkaç dizi oynarken evlerine video alıp, evinde sürüsüyle VHS kasetleri olanlarımız vardı. Yani, televizyona aptal kutusu der, çocuklarımızı hesapta sakınmaya çalışır ve televizyonun kötülüklerini anlatırken odanın orta yerine koyduğumuz bu cihazsız da yapamazdık. Ama eleştirir de dururduk. Halbuki büyüklerimize sorsak o televizyonu iyi niyetli olarak haber seyretmek için filan almışlardı.

Aslında onların söyledikleri sözlerde, o çizilen karikatürlerde doğruydu. Hakikaten televizyonlar bir neslin hem maddi hem de manevi dinamikleriyle oynadı. Ama buradaki sıkıntı bize örnek olmaya çalışanların söylemleriyle eylemlerinin bir olmamasıydı. Madem bu cihaz kötüydü niye evimize hatta baş köşeye sokulmuştu? Sokulduysa ondan neden dert yanılıyordu? Bir nevi rehinenin rehin alan kişiye aşık olma durumu. Günümüzün meşhur deyimiyle Stockholm sendromu…

Çok çok zaman sonra internet denen bir yenilik çıktı. İnsanların bilgiye artık her yerden ulaşabileceği söylendi. Artık televizyon devri yavaş yavaş kapanmaya başladı. Zamanla her eve bilgisayar ve bununla birlikte internette girdi. Kullanım arttıkça aynı televizyon yayınları gibi internette kirlenmeye başladı. Yine birileri çıktı ve yine internetin başta gençleri olmak üzere bütün insanlığı esir aldığı söylendi. Aile büyükleri önceleri ‘kedi uzanamadığı ciğere murdar dermiş’ hesabı kullanamayacakları sandıkları bu bilgisayarlara soğuk davrandı. Her koşulda ebeveynlerini uyarmaya kalktı. Fakat burada da söylemler ve eylemler birbirini tutmadı. Çocuklarına laf ederlerken bu sefer internetteki sanal odalarda okey masalarında saatlerini geçirmeye başladılar. Hâlbuki ailelere sorsak aslında bilgisayar ve interneti çocuklarının derslerinde yardımcı olması için aldıklarını söylerlerdi.

Zaman biraz daha ilerledi ve bu sefer kullandığımız cep telefonları halk arasında konuşulan deyimiyle ‘alo alo’ döneminden başka bir döneme yelken açtı. Java veya Symbian tabanlı telefonlara programlar yazılmaya başlandı. Windows Mobile ve PALM OS yüklü cep bilgisayarları rağbet görmese de rafları süslüyordu.

Ne olduysa birden Google firmasının 2005 yılında Android’i satın alıp geliştirmesi ve yine aynı dönemlerde Apple firmasının İOS yazılımını çıkarması teknoloji dünyasında yeni bir çığır açtı. Bu çığır telefonlarda akıl patlaması yaşattı ve akıllı telefon devri başladı. 

Akıllı telefonların durmak bilmeyen gelişimiyle paralel sosyal medya mecraları da mantar gibi çoğaldı. Yine birileri çıktı ve ‘telefonun akıllısı mı olur, telefon telefondur, alo alo dersin bu kadar’ demeye başladı. Bu seferde yine televizyon ve internetin gelişiminde söylendiği gibi akıllı telefonların ve sosyal medya alanlarının başta gençleri olmak üzere insanlığı esir aldığı söylenmeye başlandı.

Burada da söylemler ve eylemler yine dengede olmadı. Ebeveynlerine veya çevresindekilere kızanlar kendileri akıllı telefon sahibi olup yine her anında telefon ellerinde vakit geçirmeye başladı.

Sonuç olarak teknolojiye adapte olmayı, önce yeni çıkan teknolojiyi reddetmek sonra da söylediklerimizi yutup sorgusuz sualsiz o teknolojiyi kullanmak olarak algıladık. Cep telefonları çıktığında kullanım kılavuzundaki bu cihazın ömrü 7 senedir yazan bakanlık uyarısına güldük geçtik, biz bu cihazı 10 sene kullanırız dedik. Ama gün geldi kullandığımız telefonun borcu bitmeden en mütevazisi iki senede bir telefon değiştirir olduk. Şu an evlerimizde bilgisayarda bir şeyler izlerken, elimizde cep telefonlarıyla gelen iletilerimizi kontrol ediyor ve bunları yaparken de televizyonumuzda açık oluyor. Aynı anda 3 cihazda aktif olabiliyoruz ama teknolojiye sağlıklı adapte olamıyoruz.

Teknolojiye sağlıklı adapte olamadığımız için de araştırma ve sorgulama yeteneğini tam anlamıyla kazanamıyoruz. Haliyle bu eksik kültür yapısında yeri gelince yanlış bilgileri doğru kabul edebiliyor, doğru bildiklerimizi ise reddebiliyoruz. Başta sosyal medya alanları olmak üzere tüm internet ağı art niyetli insanların kirli bilgileri, kişisel itham ve iftiralarıyla doldu. Doğru bilgi paylaşıldıkça çoğaldığı gibi yanlış bilgiler paylaşıldıkça daha hızlı çoğalmaya başladı. Haliyle geçen yazılarımızda yazdığımız gibi günümüzde artık ‘medya okuryazarlığı’ kavramı önem kazandı.

Konuyu fazla uzatmadan diyeceğim şudur; Televizyon yayınları, internet, akıllı telefonlar, sosyal medya vs. gibi alanlar bir o kadar kötü yine bir o kadar iyidir. Sizin nasıl kullandığınıza ve kullanmak istediğinize bağlıdır. Hep bardağın boş tarafına bakarsanız dolu tarafını göremezsiniz. Bir de bu teknolojilerden kaçışta olmadığı için baştan düzenimiz bozulacak korkusuyla hemen reddetmektense itidalli yaklaşmaya çalışmalıyız.

Ben bu süreci İstanbul’a benzetiyorum. İstanbul’da ne ararsanız onu bulursunuz. İyilikte arasanız vardır kötülükte. Kötü ortamlarına bakıp İstanbul’a laf etmek ne kadar mantıklıysa bu da öyledir. İstanbul’a alışan birisi nasıl İstanbulsuz yapamıyorsa, teknolojiye alışan bir kitle de artık bundan kopamaz.

Geçenlerde internetteki bir haberde, Alzheimer hastalığının son dönemde artış gösterdiğini ve maalesef artmaya da devam edeceği yazıyordu. Alzheimer hastalığı malum halk arasında unutkanlığın ileri versiyonu olarak bilinir. Hafıza kaybıyla başlayan bu süreç bedeni hareketlilik ve konuşma işlevi kaybına yol açabilmektedir. Uzmanlar Alzheimer hastalığına yakalanmamak için bir takım yapılması gereken şeyleri sıralamışlar. Mesela siyasetçiler arasında bu hastalığa yakalanma oranının düşük olduğu belirlenmiş. Çünkü siyasetçiler devamlı beyinlerini bir şeyle meşgul ettiklerinden beyinlerini aktif tuttukları görülmüş. Yine tahsil seviyesindeki artışında bu hastalığa yakalanma oranını düşürdüğü belirtilmiş. Yine bunda da araştırma, plan, proje vs. gibi etkinliklerle beynin devamlı aktif tutulması gösterilmiş.

Konumuzla Alzheimer hastalığının ne alakası var diyebilirsiniz. İşte size bardağın dolu tarafından bir örnek. Bilgisayar ve akıllı telefon kullanan kişilerin arasında neredeyse sosyal medya kullanmayan kalmadı. Sayfanızda her gün paylaşılan onlarca hatta yüzlerce paylaşım arasından önemli gördüğünüz veya gerçek olup olmadığından şüphe ettiğiniz örnek olarak 3 tane paylaşımı belirleyin ve arama motorlarından konuyu aratın. Bu hem sizi doğru bilgiye daha fazla yaklaştıracak, hem zincirleme başka bilgilere ulaşacak, hem sizin aracılığınızla yanlış bir bilginin paylaşılmasına engel olunacak, hem araştırma yetinizi geliştirecek ve araştırma yeteneğinizin artması mukabilinde daha fazla beyninizi aktif tutarak Alzheimer gibi bir hastalığa yakalanmaktan uzaklaşacaksınız.

İşte bardağın dolu tarafından bakınca iyi şeyler de görülebilmektedir. İnsan isterse dezavantajları da avantajlara çevirebilir.

Yazarın Yazıları