Muharrem ERGÜL
  • 10/08/2015 Son günceleme: 10/08/2015 20:40
  • 7.389

​Hepimize…

Yazmak zor zanaattır dostlar. Sorumluluk ve ciddiyet ister. Olaylara, kişilere ve kurumlara aynı ölçüyle bakacak basiret ister. Sonra, yazmak kalem ve kâğıttan ibaret bir eylem değildir. Yazılan her harf, hece, kelime ve cümle tarihe bir not düşer. Hani hepiniz bilirsiniz ya; "Söz uçar, yazı kalır" derler. Bu söz tüm zamanlar için böyledir. İnsanın varolduğu günden bugüne kadar durum değişmemiştir. Kutsal kitaplar da yazıyı ve yazmayı ayrı bir yere oturturlar. Bizim Kutsal Kitabımız da "Oku" diye başlar ve sonra "...kalemle öğretendir..." diye devam eder. Bütün düşünürler, ilim adamları, din adamları, filozoflar, yazmanın; ama doğru ve hakkaniyetle yazmanın öneminden bahsederler. Yani dostlar, yazmak zor zanaattır; sorumluluk ister.

Böyle bir giriş yapmamın nedeni yazmanın getireceği sorumluluktur. Geçmişte yıllarca günlük gazete ve dergilerde yazı yazmış birisi olarak, yerel bir gazetede yazı yazmak kimilerine basit gelebilirdi. Ancak durum hiç de öyle değil... Gelişen dünya ve iletişim araçları artık evrensel, ulusal ve yerel tanımlarının önemini yok etti. Artık her iletişim aracı hem evrensel, hem ulusal ve hem de yerel oldu.

Dünyanın öteki ucunda en küçük bir haber, yerel iletilerle bir anda evrensel bir boyut kazanabiliyor. Dünkü dünya yok artık... Büyük bir paradigmal değişim yaşıyoruz. Konuşulan belki yerel kalabilir ama yazılan asla! Konuşulan belki kişide kalabilir ama bilinmelidir ki, yazılan her şey artık tümüyle insanlığa ve geleceğe aittir. Bu yüzden yazmak zor zanaattır derken; hem kendime, hem yazanlara özenli davranmanın erdemini hatırlatmak istedim.

Kendim için…

"Seni tanırız... Bunca yıldır okuyan-yazan birisin... Niye bu zamana kadar tüm ısrarlara rağmen yerel bir mecrada yazmadın?" diyen dostlarımız olacaktır. Onlar için bir-iki not düşeyim. Hatta onların mecralarında yazı yazmadım diye alınganlık yapabilirler de... Sanırım yazılarımı okuyunca beni daha iyi anlayacaklardır.

Kendimi bildim bileli kültürel konu ve olaylarla ilgiliyim. Tabi ki, siyaset ve tarihle yoğrularak büyümüşüm, şekillenmişim; bilen bilir... Yazdığım makaleler ve yayımlanmış kitaplarım, bunun şahididir. Ancak "Ucundan kenarından gelerek tam merkezine yerleştiğim siyaset kurumunu etkilerim..." düşüncesiyle bu mecralarda yazmayı hep erteledim. "Yaşadığım muhitte güncel siyasetle ilgili düşüncelerimi yazmak, başkalarına haksızlık olabilir..."  diye yazmadım. Benden beklenen, o tarzda yazı yazmak ve siyaset yapmak olabilirdi. Kısa vadede faydalı ancak kültürel anlamda büyük zarar verecek anlamları olacağı için yazmadım. Çünkü inancım oydu ki, elinde kalem olanlar, bunu çok iyi kullanmalıydılar. Siyaset yapacak olan kişi, siyasetine kalemini bulaştırmayacaktı. Ben bu düşüncelerle ve siyasetime kalemimi bulaştırmadan yazmak için bekledim. Ha, siyaset yapmak mı? O ayrı bir bahis. Zamanı gelince konuşulur.

Size…

Her gün yüzlerce yayın kurumunda, binlerce kişi zaten yazıyor. Terör, ekonomi, günlük siyaset, dış politika, beslenme, moda alanlarında herkes ahkâm kesiyor. Tekrarın tekrarı metinler yazıladuruyor. Hepimiz bu konularla adeta abandone olduk. Ben elimden geldiğince o alanlara, onların yazdığı gibi girmemeye çalışacağım. Bildiğim ve sizlerle paylaşmayı yeni bir ufuk olarak gördüğüm konularda yazarak, hoş sedaya katkı sunmanın daha doğru olacağını düşünerek yazacağım. Ünlü bir şairimizin benim de olduğum bir ortamda, her konuda ahkâm kesen çokbilmiş bir yazara söylediği şu sözleri hiç unutmam: "Kardeşim, matbaalar basıyor diye, yazmak zorunda mısın?"

Yani dostlar yazdığımız 'sadre şifa, derde deva' gibi olsun... Yazacaklarımızla hiç kimseye hedef-yön çizme gibi bir düşüncemiz yoktur. Ama herkese bir sözümüz vardır: Bilene, anlayana...

Yazdıklarımızla gelecek inşasına ışık tutabilirsek ne mutlu bize... Bakın, buna bir örnek vereyim de meramımız daha iyi anlaşılsın:

Yıllardır "Kültür! Kültür!" diye diye dilimde tüy bitti... Ancak bundan zaman zaman yakın çevremdeki arkadaşlarım bile rahatsız olmuştur diye düşünüyorum. 'Hissel kablel vuku' kabilinden. Ancak geçen zaman zarfında onların da bana hak verdiklerini gördüğümde çok mutlu olmuştum. Bursa'daki eşsiz Irgandi Köprüsü'nü ziyaretimde yaşadığım duygusallığa bakıp adeta ağladığıma gülen arkadaşlarımın ve Fransa'daki Ponte Vecchio Köprüsü'nde ben aynı duyguları yaşarken, orada beni yalnız bırakan arkadaşlarımın bugün daha farklı duyguları yaşaması, ne kadar çok yol aldığımızın somut bir kanıtıydı. O zaman... Israrla "Kültür!" demeye devam...

Ha, bu köprüleri merak edenlere küçük bir not: Google'da bulamadıklarınızı ileride yazarım sizlere anılarıyla beraber...

Kalın sağlıcakla...

Yazarın Yazıları