Nimet ER
  • 24/10/2016 Son günceleme: 24/10/2016 18:38
  • 7.789

Sonbaharın serin günlerinde son bir gülücük gibi çıkan güneş, değil havayı insanın içini dahi ısıtmıyor mu Allah aşkına?

Böyle günlere dost muhabbetinde  yakalanmak ayrı güzeldir hani.
Öyle bir gündü.
Dinlemenin dinlendirdiği bir sohbetin  göz kaçamağıydı ilk,
Sonrasında birkaç kere göz göze  gelince, kendiliğinden mimiklerle konuştuk galiba... Bir tebessüm hafifçe selam belki, hatırlamıyorum.
Arkadaşımın sözlerine söz katarken , güneş vurduğunda neredeyse kıpkırmızı olan seyrek ve kısa saçlarının boyasız bembeyaz olduğunu hayal ettim. 
Bebe yaka blüzünün üstüne triko bir hırka giymişti. Omuzları küçülmüş yüzü çökmüştü. Boncuktan ipi olan gözlükleri ne kadar yardım ediyordu ona bilmiyorum ama etrafını sürekli süzen bakışları hep arıyordu sanki...
Masasındakilerle ahenksiz duruşu! Neyse ....
Birden kalktı bize doğru yürüdü. O ana kadar Gülran'ın habersiz olduğu bir iletişim söze döküldü.
Kolyesini tutmuş gösteriyordu " burada eski yazı yazıyor.Bak! Ben  öğrenemedim  eski yazıyı, ne yazıyor? Ama çok öğrettim ben çooook...Benim eşim kanserden öldü çok sigara içerdi, içmeyin siz olur mu ? Hiç içmeyin. Hava güzel çocuklar gezelim biraz, sahile inelim dediler beni buraya getirdiler... Şu kızım, öbürü büyük kızım ,kırmızılı olan torun o çok güzel değil mi ?..." 
 
Ellerini ellerimin içine alıp  pür dikkat gösterdiği kolyesini inceledim; ayetelkürsi yazıyordu." Öğretmen emeklisi" olduğunu söylerken başörtümü düzeltti.Birbiri ardına söylediklerini  dinlerken ve arkasından çekiştiren kızlarına rahat olun demeye çalışırken fark ettim, çenesi ve elleri bariz titriyordu .
Yaprak gibiydi. Narin ve zarifti. Mis gibi kokuyordu. Gül kurusu ruju silinmiş  sanki alacağı nefesler kadar soluklaşmıştı.
 
Kızları muvaffak oldular ve geri yerine oturttular.
Sonrası bize kalsın. Kısa bir diyalog, hızlıca toparlanıp gitmeler...Arkalarından bakakaldık. 
Bizi ne yazarak ne söyleyerek  tam anlatamayacağım hislere boğarak uzaklaştılar.
 
Açıklamalarından anladığımız kadarıyla Ona yaşadığı yaşlılık hastalığı nedeniyle şuursuz muamelesi yapmaları yeterince yazıktı da onun giderayak  Rabbine  sığınma telaşını niye anlamlandıramadıklarını anlamak istemedik işte.
Arkadaş alışkındı  olası tuhaflıklara, birlikte sustuk. 
 
Kısık sesleri yok sayarak başladılar ...
Bağırmayan duyulmadı, çemkirmeyen sayılmadı...
Küçücük kalbimize sığanlar, kalıplarına sığmadı...
Biz, sessiz kalmayı tercih ettik , dilimizde büyüdüğünü bilerek ...
 
İnsan bazen  , gözünü bürüyenlerden midir nedir bilmiyorum,
Görmüyor, görünmüyor... Sezmiyor...
Gökyüzüne bakınıyor  mesela, 
sığınırsa sığacak gibi   bu dünyaya ...
 
Ya  sığdıramadıkları ? 
Ne hayatlarına, ne de bu sınırları sığ dünyaya...
Bu hazan günlerinin yaşattığı güzelliklerden biri de tohumlar. 
Sizinle  bıraksalar onları yani o küçük mücevherleri  sayfalar dolusu konuşabilirdim ama artık öğrendim
Bir şeye sizin gözlerinizle bakmayanın gönlünü yormak da bir çeşit zulümmüş.
Çevredeki ağaçlara, bitkilere, çiçeklere  gönül indirenlere diyorum, tohumları ıskalamayın ne olur.
Nasıl güzel ölünür...
Ölürken, nasıl doğulur...
 
LAL:
 
Ne çok anlatamadım kendimi...
Keşke  gözlerimle bakabilseydi kendine...
Yazarın Yazıları