Sinan KAVRAKOĞLU
  • 01/01/1970 Son günceleme: 15/03/2008 23:11
  • 27.891

Ülkemiz, 1960’tan beri ortalama her on yılda bir girdiği kaos alışkanlığından maalesef vazgeçemiyor.

Üniversite öğretim üyelerinin tahriklerinden beslenen ve sonucunda bir başbakan ve iki bakanın idamıyla sonuçlanan 1960 darbesi.

Yine, üniversitelerde başlayan ve sendikalarla desteklenen, ideolojik ayrılıklarla gerilerek ülkücü kesim ile sol gençliği birbirine kırdıran ve 12 Mart 1971 tarihinde saat 13.00’de yayınlanan askeri bildiriyle son bulan ikinci darbe. Şapkasını alıp giden bir başbakan.

Her gün onlarca kişinin anarşiye kurban gittiği kanlı bir süreç, Hasan Mutlucan türküleriyle 12 Eylül 1980 sabahı uyanan sancılı Türkiye ve bıçak gibi kesilen katliamlar…

Darbelerin ülkeye çok ağır ekonomik ve sosyal krizler yaşattığının geç de olsa farkına varılmış olunmalı ki, bu tarihten sonra yapılan darbeler ya 28 Şubat 1997’deki gibi “post- modern” oldu ya da 27 Nisan 2007’deki gibi “e-darbe” oldu. Ancak tabi ki sonuç değişmedi. E-darbenin ilk günü Türk halkı 8 milyar dolar fakirleşti.

2002 yılından bu yana yaşanan mesele laiklik, başörtüsü, cumhurbaşkanlığı, yolsuzluk vs değildir. Mesele AK Parti’dir. Ülkemizde demokrasiye, istikrara ve güvene yönelik anti demokratik girişimler ve bu girişimlere çanak tutan sözde aydınlar, halka ihanet eden STK’lar, statükocu zihniyetler ve bürokratik elitler ise asıl meselenin özünü oluşturmaktadır.

Sonuç olarak 2007 Nisanı’nda yaşanan e-muhtıraya karşı dik duran AK Parti hükümeti kurumlara konumunu hatırlattıktan sonra, bulanık suda balık avlamaya çalışan muhalefeti erken seçimlerle baş başa bıraktı. Neticede büyüme yönündeki ivmesini giderek arttıran AK Parti olurken muhalefet iyice eridi.

Bu kısır muhalefet ve AK Parti’nin duruşunu görünce 2009 yılında yapılacak yerel seçimlerin sonucunu tahmin etmek pek de güç değil. Kaldı ki, yapılan ve yapılacak birçok reformla yerel yönetimler de oldukça güçlenecek. Bu gidişe etik siyaset kuralları çerçevesinde dur diyemeyen; başta CHP olmak üzere muhalefet, varlık sebebi halka hizmet olan ama kendisini halkın efendisi gören bürokratik elitler, her darbede etkin rol oynayan YÖK, adı STK olup sivillerle uzaktan yakından alakası olmayanlar ve hepimizce malum olan çevreler el birliğiyle AK Parti’yi yok edip mirasını paylaşmanın peşinde. Yani ülke kimsenin umurunda değil!

Bu ülkenin en saygın konumu olan Cumhurbaşkanlığı’na, Başbakanlığa atıfta bulunulan ifadeler gerçekleşen girişimler en hafif tanımıyla hakarettir. Bu hakaret Türk halkına karşı yapılmıştır. Yasalara, demokrasiye, istikrara ve güvene karşı yapılmıştır. Bir bardak suda fırtına koparmanın bu ülkeye milyarlarca dolara mal olduğunu, toplumu böldüğünü, insanların ruh sağlığını bozduğunu, toplumsal morali sıfıra indirgediğini görmemek, görmek istememek hangi hırsla, hangi amaçla bağdaşır anlamak mümkün değil. Hani “egemenlik kayıtsız şartsız milletindi”.

Görevinin başında olan ve ülke seçmeninin neredeyse yarısının oyunu alan bir başbakana 60 ihtilalinde asılarak idam edilen merhum Adnan Menderes’i hatırlatarak, 72 milyonun gözlerinin içine baka baka “sen de asılabilirsin”, “istersen % 95 oy al, biz istemezsek iktidara gelemezsin”demek hangi akılla, hangi mantıkla açıklanabilir? Düşünüyorum, düşünüyorum benim havsalam almıyor, cevap bulamıyorum. Öte yandan “biz istemezsek iktidara gelemezsin” diyorlar ya! Pardon ama siz kimsiniz? Ülkemizin başbakanını alenen tehdit etme cüretini gösteren bu kendini bilmezler maalesef hala aramızda ve ben onlarla aynı havayı solumaktan hicap duyuyorum.

Değerli okurlarım; 1979 yılında 81,6 milyar dolar olan milli gelirimiz, 1980 ihtilaliyle beraber ilk yıl 68,3 ve ikinci yıl (1981) 56,4 milyar dolara düşmüştü. 28 Şubat 1997 yılında yaşanan post-modern darbe ise halkımıza oldukça pahalıya mal olmuştu. Bu darbe ile 1998 yılında 204,7 milyar dolar olan milli gelirimiz 1999 yılında 186,9,  2000 yılında 201,3,  2001 yılında 148,2 ve 2002 yılında 165,6 milyar dolara inmişti. Milli gelir 1999 yılındaki rakamla sabit tutulduğunda bu dört yılın kaybı 116,8 milyar dolar olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani post-modern darbenin halkımıza yüklediği fatura 116,8 milyar dolar olmuştur. Ne acı… Keşke demokratik yollarla sorunu çözmeyi deneselerdi…

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iktidar partisine kapatma istemiyle dava açması yukarıdaki verileri ve analizleri yapmama yol açtı. Diğer yandan kapatma davasını açan Başsavcının dünya ekonomi tarihinin en büyük krizinin müsebbibi olan 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in son saniyede atadığı kişi olması ve kulislerde Sezer’in AK Parti’yi bitirecek isim olarak zikredilmesi bazı taşları yerli yerine oturtuyor.

Maalesef ülkemizin yumuşak karnı olan, siyaseti, demokrasiyi kesintiye uğratma geleneği devam ediyor. Bu kapatma davası veriler ışığında iktidar partisi için olumlu sonuçlanacaktır diye düşünüyorum. Ama hedef iktidar olunca ve iktidara bilinen saflar bu kadar belirgin olunca dağ fare doğurabilir mi? Evet doğurur. Halka rağmen, Anayasaya rağmen, demokrasiye rağmen, yakın tarihten alınan derslere rağmen maalesef doğurabilir. Ancak, ortaya çıkacak milyar dolarlık faturayı yine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ödeyecek, AB bize kıçıyla gülerken, dünyaya rezil olmamız da cabası olacak… Deniz Baykal’mı, o şimdi en yakın aktara gitmiştir bile.

Yazarın Yazıları