A. Raif ÖZTÜRK
  • 05/08/2017 Son günceleme: 05/08/2017 17:49
  • 4.243

Ana Haberlerde: “29 Mayıs 2017 İzmir’de Sel felâketi, 18 Temmuz 2017 İstanbul’da sel, 03 Temmuz 2017 Edirne’de DOLU ve sel felâketi, 4 Temmuz 2017 Trakya’nın birçok yerinde DOLU ve sel felâketi, 27 Temmuz 2017 İstanbul’da DOLU ve sel felâketleri yaşandı”vs. ..diye manşetler geçildi. Bu tür haberler elbette hepimizin dikkatlerini çekti. 

Meteoroloji uzmanları tarafından ‘Süper Hücre, ‘sıcak-soğuk hava tabakalarının birleşmesi’, ‘konvektif sistem’ vb. gibi çeşitli yorumlar yapıldı. Bu felâketlerin teknik açıdan çeşitli isimlerle elbette ilmî açıklamaları olmalıydı ve yapıldı da. Hatta maneviyattan pek nasibi olmayanlardan, bu tür olaylar için “doğanın katliamı, tabiatın öfkesi” gibi basit yorumlara bile rastlandı!

Görünen o ki; hiçbir haber bülteninde, gerçekten de merak edildiği halde, âfet ve musibetler hakkında“NASIL” ..dan ziyade “acaba NİÇİN?” sorusuna hiçbir cevap verilmedi.Mânevî açıdan tek bir değerlendirme bile yapılmadı.Oysa her bir musibetin NİÇİNİ de sorgulanıp, gerekli tedbirler alınmalı değil miydi? Her şey sadece maddeden ibaret değil ki! Bir de madde ötesi, yani MÂNÂ âlemi de var. İnanmamak, bu gerçeklere asla engel değil. Aynen, Galile’nin“..siz bana,‘dünya dönmüyor dersen, seni idam etmeyeceğiz’, diyorsunuz. Oysa,ben dünya dönmüyor desem de dünya dönüyor” dediği gibi…

Bakınız; bizim, her birimizin, Dünyanın, Kâinatın, kısacası her şeyin yaratıcısı ve mutasarrıfı olan Yüce Allah cc, En’âmSûresi 59. Âyette ne buyuruyor:“… ..O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez...”

O halde Yüce Allah bu tür âfet ve musibetlere niçin müsaade ediyor veya niçin veriyor? Esasında bu tür âfet ve musibetlere, bu açıdan da bakılmalı değil mi?

Bu konuda net bilinen gerçek şudur.Her bir musibetin üç ana sebebi var:

1. İşlediklerimizden ve yanlış yaşantılarımızdan dolayı insanları ÎKAZ için.

2. Yaratılış maksadımız olan SINAV gereği.

3. Âhiret hayatımıza müspet katkılar sağlamak için… Her maddeyi tek tek özetleyeceğim.

Mademki Kâinatın Mutasarrıfının Sünnetüllahı böyle tezâhür ediyor, bizler de her musibet ve âfet sonrası, öncelikle birinci maddeyi düşünmemiz lazım. Yani “acaba bizler ne günah işledik ki, bunlar başımıza geldi” diyerek, her âfette ve musibette kendimizi sorgulamalıyız.

Bakınız, Şûrâ Sûresi, 30. Âyet: “Başınıza ne musibet ve felâket gelirse, kendi elinizle işledikleriniz yüzündendir. Üstelik günahlarınızın birçoğunu da Allah affeder.”

Yunus S. 24. Âyet.:“… ..Nihayet yeryüzü (o bitkilerle) bütün ziynet ve güzelliklerini alıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kâdir (ve mâlik) olduklarını sandıkları (zannettikleri)bir sırada, geceleyin veya güpegündüz ansızın ona emrimiz (afetimiz) geliverir de, bunları, sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir hâle getiririz. ….

Şimdi lütfen dikkat: Bu âyetin,“(tarla ve bahçe)..sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kâdir (ve mâlik) olduklarını SANSIKLARI bir sırada,”…..kısmı çok önemlidir.

Bu emir, yani âfet  ve musibet; insanların ürünlerini“ben kazanıyorum”, “benim malım”, “benim mülküm”, “benim tarlam”, “benim ağaçlarım”, “benim evlâtlarım”diye sahiplenirken, bunları kendi tasarrufuyla yaptığını zannetmesinden, yani Hakiki Mâlikinve Mutasarrıfın Allah cc olduğunu unutmasından dolayı geliyor!.....buyruluyor.

Gerçek şu ki: Herhangi bir meyve için insanın tasarrufu sadece, Allah’ın cc bahşettiği aklı ile düşünerek, O’nun ihsan ettiği gözlerle bakarak, O’nun cc. bahşettiği sağlıklı vücudu ile yine Allah’ın tohumunu, Allah’ın toprağına ekmek ve Allah’ın suyu ile sulamak fiili, sadece bir kaç icraattır. OysaAllah’ın sadece bu konudaki icraatı ve tasarrufu ise BİNLERCEDİR.

İnsanın bir meyve üzerindeki birkaç tasarrufu nedeniyle, Allah’ın BİNLER tasarrufunu unutması veya YOK sayması ve bu icraatları KENDİNDEN SANMASI, bir nevi şirk değil de nedir?Bakara S., 22. Âyet.: “O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a ŞİRK koşmayın.”(Yani, “Tarlam verdi, ağaç verdi veya ben yaptım”, demeyin!)

Lokman S., 13. Âyet.: “Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür,demişti.” Böyle zulümler de elbette cezaya müstahaktır.

  • Bunları asla tenkit için değil, bu gerçekleri düşünüp, bütün nimetlerin O’nun cc. lütfu ve ikramı olduğunu idrak etmemizve bilmeden şirke düşmememiz için arz ediyorum.

2. Maddeyi, yani âfet ve musibetlerin sınav yönünüTevbe S. 126. Âyetten öğrenelim: “Doğrusu onlar, her yıl bir veya iki defa (çeşitli belâlarla) imtihân edildiklerini görmüyorlar mı? Yine de,ne tevbe ediyorlar ve ne de kendileri ibret alıyorlar!”..buyuruluyor.

Demek ki diğer bir açıdan da buna, yani sınav yönüne de dikkat edeceğiz ve sabredeceğiz.

3. Maddenin izahı ise:Enfal S., 25.Âyet.:“Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah’ın azabı çetindir.”

Yani, 1. maddedeki işlenen cürüm ve hatalara karşılık bir musibet geldiğinde, elbette arada masumlar da o belâdan zarar görecektir. Masum oldukları halde zarar gördükleri için, onların hakları hiç zâyî edilmeyecek. Onlara âhirette tahmin edilemeyecek kadar çok mükâfatlar verilecektir. Hatta bir nevi şehitlik mertebesi de bu mükâfatların içindedir.

Çünkü; Allah cc,mutlak ÂDİL-i HAKÎM ve iki cihanın da MÂLİKİDİR, sahibidir…

Elbette bu mükâfatları hak etmenin de bir şartı var:

Sel, Dolu, hortum, Deprem ve diğerafet ve felâketler geldiğinde, yukarıdaki üç sebebi düşünüp idrak ederek, ‘azamî sabır göstermek ve tevekkül etmektir’… Vesselâm.

Bunları idrak eden bir mü’min, hem hiçbir musibet ve âfettenkorkmaz.

Hem Yüce Rabbimizin Celâl ism-i Celilini izlerken bile ‘tefekkür sevabı’ kazanır.

Hem de her hangi bir zarar veya ölüm dahi gelse, huzur içinde tevekkül ile sabreder…

Yazarın Yazıları