Nuray AK
  • 09/03/2017 Son günceleme: 09/03/2017 15:29
  • 9.543

Yine bahar, ümitler, mavi, martılar, dalgalar merhaba deyiverdi...

Cemrelerde düşüverdi... İstanbul yollarda, yosun kokularıyla ve tatlı rüzgarlarla geçen yıllardan daha güzelinin hayaline dalıverdi bile. Tatlı aile yemekleri, bayram ziyaretleri, tatilde yeni yerler keşfetmeler, yeni ev-araba belki, belki aileye katılacak yeni bir can... Belki bir yarışta birincilik, okuldan en yüksek puanla mezuniyet, işinde terfi...

Belki yeni uğraş; sebze-meyvesini yetiştireceği bir bahçe, resim kursu ya da bir öykü yazmak... Yaz yaz bitmez. Çünkü ne kadar insan, o kadar hayal. Ne kadar kalp, o kadar sevgi. Her birimiz ayrı dünya, ayrı alem. Mevla’mız parmak ucumuzdaki o çizgileri bile ayrı ayrı yaratarak mühürlemişken, bizleri kimliklendirip özel kılmışken kalplerimizdeki nasıl farklı olmasın? Fark oldukça renk, ahenk oluyor en güzeliyle. Mutluluk vesilesi oluyor herkes herkese. Bazen birine çok kızdığımda ve öfkem ruhuma galebe çaldığında düşünürüm: Sevdiğim birisi ve dünyada sadece o ve ben varız. Başka kimse yok. Tamam dünya nimetlerinin hepsi yerli yerinde; dağlar, kuşlar, aşık olduğum deniz, kahve, evim vs. Ama iki kişiyiz. Yatıyoruz iki kişi, kalkıyoruz iki kişi.

Yemek, gezme, muhabbet, temaşa, kahve içimlerimiz... Hep iki. Çok sıkıcı ya hu! Sinir bozan  komşumuz, asabi amca/dayımız, pahalıcı manavımız, yaramazlık yapan çocuklar, selamsız iş arkadaşlarımız, her yöremizden her şiveden hiçbir vatan kardeşimiz yoklar. Düşünür düşünür ve öfkemi bir su gibi yudumlar, yutarım.

Öyle zor gelir ki bu görüntü ruhuma, daralırım, nefesim sıkışır. Sensiz, bensiz, onsuz hayat... Olmaz ki be hey kardeşlik! Tüm parçalar yerli yerinde iken en önemli parça olmazsa dünya neye yarar? Hem sürekli aynı insanla aynı duygu ritminde yaşamak? Hani bunun atışması, küsmesi, tekrar barışarak daha güçlü bağlanması? Bir kutlaman olacak; yeni yaşın, düğün yemeğin, şampiyonluk kutlaman ama sadece iki baş dört ayak? Olmaz. Bazen duygular ters köşeye yatırılmalı. Bakın o zaman öfkelendiğiniz kardeşinizi nasıl kendi yüreğinin rengiyle, huyuyla suyuyla kabullenip olduğunca içinize sindireceksiniz.

Son günlerimizin hava durumu zannım o ki; yine bir değişik. Sanki bize ait olmayan muson yağmurları, yüreğimize ait olmayan çöl iklimleri hakim. Ya fırtına gibiyiz şimşek çakıyoruz kalp ve sözlerimizle, ya kurudu kalbimiz birbirimizi tınlamadan hiçe sayıyoruz. Sebep? Hayırdır yaaa, Siz? Sebep ne sebep? Kimin bağbanıyız da bir gül için bin hareyiz? Ya ezip geçtiğimiz papatyalar, sümbüller ne olacak?

Hep tarihleri var insanların. Şu gün gelince, şu olunca şöyle şöyle olacak. Hadi oradan. Nisan 17'ye vurduğunda da sen aynı komşu Ayşe Teyzeye sabah kahvesine gideceksin, ofiste aynı İrfan Bey'le döviz kurlarını ve El Bab operasyonunu konuşacaksın. Ya da bunu isteyeceksin. Yalan mı? Hani bugün canını dişine takıp saatlerce damarını çıkara çıkara tartışıp, uğruna kalp kırdığın o fikrin var ya; o gün ya (a)  şıkkı olacak ya da hiç olacak. Ama sen maalesef kırdıklarına  bir daha dönemeyeceksin. Sabah kahvelerini unut, heder ettin kendini çünkü oy toplayacağım diye. Sana yakışmayan şeyler yaptın. Ben Ayşe teyzemin yerinde olsam sana kahveyi asık suratımla ikram ederim, belki kıyamam kovmaya, ama gönül kapımın yarısını kapatırım. Zaten sende utanır, daha yeltenemezsin o kahveye ve komşuluğa.

Dedim ya, ters köşe yapmak şart, farz. Kafamı çevirdiğim yerde bu görüntülerden görmek, istemesem de bu satırlara konu oluyor. Hastanede doktor sıramı bekliyorum ve karşımda 85 yaşlarında bir teyzecik, tekerlekli sandalyede öylece yakınını beklemekte. Arkası bana dönük şekilde bir ablamda sıcacık bir ses tonuyla "ooooo canikom, pamuk prensesim sen hasta mı oldun, geçmiş olsun" diyerek başında nazireler düzdü. Nasıl sevindim, nasıl beğendim. Malum Sosyal Hizmet işi yapıyorum ya ilgi alanıma giriyor yaşlılar, düşkünler ve onlara iyi ve kötü davrananlar. Diktim gözümü 5 metre öteme, izliyorum: "Bana bak, o kahverengi kağıt var ya, hah işte ona (x) mührünü basacaksın, unutma sakın  (x,x,x), Allah şöyle bela versin, böyle kahretsin" diye diye benim pamuk teyzeciğimi terk etti ya? Vay anam babam bu ne? Oyy ben ölem, nerelere gidem, bu ne arkadaş? Allah hidayetini versin be hey gafil, sen pamuk teyzeme o mükemmel seçim propaganda hareketini yapmak için mi o kadar yağ çektin? Yuh sana, pamuk teyzem konuşamadı bile... Ardından aval aval baktı. Dostlarım farkındaysanız bayanın gözümüze soktuğu oy rengini yazmıyorum, orasında değilim ben. Ama tebliğ etme şekli, kamusal alanda bağıra bağıra ettiği beddualar, zehir zıkkımlar? 

Ben bir 15 Temmuz hatırlıyorum ya, hani daha üzerinden 8 ay geçmeyen, hani gazilerin hala hastanelerde tedavi gördüğü, zalimlerinin/darbecilerinin kimisinin dünyanın bilmem nerelerinde saklandığı, kiminin adalet önünde bin bir takla bin bir yalan ifadelerle savunma yaptığı. Dünya devletlerinin de olayın üzerinden bizlere, bizim gibi Türk oğlu Türklere, iman dolu serhaddımıza ayar verdiği hani. Paramıza ayrı ayar, huzurumuza ayrı ayar... Su yolu yaptılar aylardır vatanımızı, acep yıkma çalışmalarına hangi cepheden denemeler yapsak diye. Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuyor mu: "Bir mümin aynı delikten sadece bir kez yılana sokulur" diye. Yaaa sen hayırdır kardeş? Bir kendine gel ne olur. Allah lillah için ya da ne bileyim neyi önemsiyorsan onun gül hatırı için dünü unutma da bir silkin ne olur.

Benim kalbim senin haramın, senin kalbin de benim. Kıramazsın arkadaş. Dedim ya sana, 17'sinde Nisanın, biz yine aynı düğün veya cenazede olacağız seninle. Aynı toplantıda belki. Biz ayrılmayacağız ki. Biz hep biriz çünkü. O taraf bu taraf, senin köşe benim köşe, kime ne fayda getirdi ki 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubatlardan başka. Noldu, kim kazandı kim kaybetti. Her uğraşmam vatanım için dediğin vatanımız kazandı mı? Bence hayır. Birileri evet kısa vadeli kazanımlar elde ettiler, dünyalık. Para, otorite, yalakası oldukları ülkelerden az biraz menfaatler, tarihe -zalim- isimleriyle yazılmalar, hakkını yedikleri Anadolu insanlarının ahları bedduaları. Bayağı karlı alışverişler yani. Bize ne oldu peki? Çok üzüldük, biraz ayırdılar bizi, sonra baktık bize bizden başkasından fayda yok, güzellik yok, kardeşlik yok.

Sözün özü; ne olur biz "ben şu fikri savunuyorum, vatanımız için daha faydalı olacak, sen ne dersin, bana katılır mısın" gibi basit ve açık, nazik cümlelerle seçim/seçimler propagandası yapalım. Hatta her seçimimizde karşı tarafa yaklaşımımız bu minvalde olsun ve kalsın: Ben bu elbiseyi sana daha çok yakıştırdım, eğer sende beğendiysen bu renk olsun, gibi. Çünkü bir milim ötesinde kırıcılık var, ötekileştirme var, senciyiz/benciyizler var, güç zehirlenmeleri bile var. 

İçimi sıkan şeyler bir yanda, ama Rabbimizin yarattığı yeni güzellikler - baharlar bir yanda. Gökyüzü en güzeliyle mavileniyor, güneş içimi ılıtıyor. Kavgayla anlaştım, anlaşacağım sananları görüp duydukça kendime saklanıyorum kaçarak. Fakat tekrar toparlanıyorum sonra, biliyorum ki asla aynı toprakların rengarenk insanları olan bizler, ayrılıp ayrışmayız. Ne badireler gelir geçer, her şeyin sonu sanarız da sonlanmaz ve küllerimizden doğarız. Biz hala yapılan kamu deneylerinde ekmeğini yabancı biriyle paylaşan kişileriz. Seçimler, partiler, çekişmeler gelir ve geçer. Geçecek de. Biz buna hayat diyoruz kısaca. Yaşayacağız. İyisi mi biz bu hayatı dolu dolu nefes çekip ciğerimize, martıları seyrederek, çayımızı sohbetin yanında yudumlayarak, sadece birbirimizi sevip bolca güvenerek yaşayalım.

Baki Hüda'ya emanet olunuz...

Yazarın Yazıları