A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 15/07/2013 00:11
  • 11.724

Asrımıza damgasını vurmuş ve uluslar arası câmiada da “HALK ÜNİVERSİTELERİ” olarak anılan Risale-i Nur sohbetleri hakkında, müspet veya menfi birçok sözler söylenegeldi.

Her şeye rağmen bugün, 45 lisana çevrilerek her ülkede okunan, yabancı üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulan bu eserlere ve bu ekole olan ilgi, bir ÇIĞ gibi büyümeye devam ediyor. Gerek meşrep farklılığından veya gerekse merak saikasıyla “..evet, şu Risale sohbetleri çok güzel, çok faydalı, çok anlamlı, sosyal etkinlik bakımından da çok gerekli fakat, acaba niçin genellikle ÎMÂNÎ BAHİSLER mütalâa ediliyor? İnanan kimseler için delîle ve ispâta gerek yok ki! Çünkü şüphemiz yok…” ..gibi itirazlara şahit oluyoruz.

“Acaba bu konudaki fıkhî hüküm nedir?”... diye, uzun soluklu bir araştırma yapmaya çalıştım. Şimdiye kadar fark edemediğim, bu ilginç hükümlerden çok istifade ettim.

·        Görüşlerinize ve istifadelerinize arz ediyorum:

Öncelikle bu konuda, Ulu’l Azm bir Peygamber olan İbrahim A.S. ile ilgili bir âyeti arz ederek, mezhep imamlarımızın çok ilginç ve çarpıcı görüşlerine geçeceğiz.

Bakara Sûresi, Âyet 260.:

Bir vakit de İbrâhim: “Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin? ” demişti. Allah: “Ne o, yoksa buna inanmadın mı? (Şüphen mi var?)” dedi. İbrâhim şöyle cevap verdi: “Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim. ” … … (Prof. Dr. Suat Yıldırım meâlinden.)

 

Aslında Kur’an baştan sona, tüm iman hakikatlerinin ispatından bahsediyor ve şu Kâinatı iman hakikatlerine delil yapıyor.

Güneş’ten, yıldızlardan, bulutlardan, yağan yağmurdan, esen rüzgârdan, arıdan, karıncadan, deveden, örümcekten, sinekten, bağlardan, meyvelerden, bitkilerden, denizlerden ve daha birçok eşyadan bahseder. Daha sonra da bunlardan iman hakikatlerine pencereler açar. Zikrettiği eşya ile Allah’ın varlığını, haşrin ve ahiretin tahakkukunu, Kur’anın hak kelam olduğunu ve diğer iman hakikatlerini ispat ediyor.

Dolayısıyla “Ben zaten inanıyorum. Delile ihtiyacım yok. V.S.” demek, bütün bu ayetleri (hâşâ) manasızlıkla itham etmek olur… (Yukarıdaki âyette vurgulanan İbrahim A.S.’ın, delile ihtiyacı mı vardı?)

·        Fıkhî hükümlere gelince: (Bu kısımdaki görüşler, mezhep imamlarına aittir.)

İmam-ı Âzam, Ahmet İbn-i Hambel, İmam-ı Şâfi, Süfyan-ı Servî ve diğer bütün âlimlere göre,“..kişinin imanı; delili olmasa da sahihtir. Ancak delil aramayı TERK ettiği için, günahkâr ve âsîdir.”

Bu âlimlere göre “îman hakikatlerinin delillerini bilmek VÂCİP, terki ise haramdır.”

·        Ehl-i sünnetin iki itikad imamından biri olan İmam-ı Eş’ârî ise bu konuda biraz daha ileriye gider ve der ki:

-“İmanın sıhhatinin şartı, imanın temel meselelerinden her bir meseleyi, aklî deliller ile bilmektir…” Bu duruma göre, imanın delillerini bilmeyen kimse için “mutlak Mü’min değildir” denilebilir. (Mutlak Mü’min= Büsbütün ve Tahkiki îman sahibi.)

Bu kişi her ne kadar mutlak mü’min olmasa da küfre zıt olan şeylerin kendisinde var olmasından dolayı, kâfir de değildir. Bu kişi, araştırmayı ve delil talep etmeyi terk ettiği için ÂSÎDİR…

İmam Eş’arî şöyle devam eder:

-“Bu kimse, diğer(içki içen, kumar oynayan ve diğer haramları işleyen) âsiler gibidir. Onun durumu Allah’a c.c. kalmıştır. Dilerse affeder, dilerse günahları kadar ona azap çektirir ve daha sonra da Cennetine sokar.” ..buyuruyor. (Fıkhî Kaynaklar: İmam-ı Âzam/Fıkh-i Ekber Şerhi. Şârih; Allame Aliyyülkâri. İlme davet. Seyrangâh.)

Demek ki üç mezhep imamlarına göre, İMAN HAKİKATLERİ hakkında, delil talep etmek ve imanî meseleleri delilleriyle bilmek VÂCİPTİR…

Bilmeyen de mümindir, fakat delil aramayı terk ettiği için âsi ve günahkârdır.

·        Cumhurun görüşü de böyledir…

İmam-ı Eş’arî ise DELİL aramayı, Îmanın sıhhat şartı kabul etmiş ve iman hakikatlerini delilleriyle bilmeyenin, mutlak mü’min olmadığını söylemiştir.

Şu halde bir mü’minin ve Müslüman’ın ilk işi: Öğrenilmesi VACİB olan iman hakikatlerinin delillerini öğrenmek ve delilleri öğrenmeyi terk etmekten dolayı kazanılan “ÂSΔ ve “GÜNAHKÂR” sıfatlarından kurtulmaktır.

Bu ilmin sürekli tahsili, her kişiye namaz kılmak, oruç tutmak, kurban kesmek v.d. gibi gereklidir ve FARZ-I AYN bir ibadettir. Farz-ı kifaye değildir. Hükümler böyle!...

·        Tam bu noktada, Yüce Rabbimizin iman edenlere hitabına kulak verelim: (4.S./136.Â.)

“Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara iman edin!” ..Hitap; inananlara olduğu halde, hem de yine“İMAN edin!”..buyurması çok anlamlı, değil mi? (Yani, devamlılık ve süreklilik emri açık…)

 

·        NETİCE: Mademki âlimlerin ittifakıyla “iman hakikatlerini delilleriyle bilmek ve araştırmak Vâciptir ve madem delil talep etmenin terki de haramdır…”

O halde “delile gerek yok, şüphemiz yok ki! Her gün Risale okumaya ve sohbetlere gitmeye ne gerek var?” gibi sözlerin ne kadar geçersiz, bâtıl ve İslâm’ın Rûhuna ne kadar muhalif olduğunu, aklı olan herkes anlar...

NOT 1.) : İman hakikatlerini, yani imanın altı şartını, camilerimizde, muhtelif İslâmî ilim meclislerinde ve İslâmî cemaat sohbetlerinde tahsil etmek, elbette mümkündür ve gereklidir.

Seçici olmak şartıyla, İslâmî KİTAP, Radyo, TV, CD ve kasetlerden de faydalanılabilir. Ancak, şu keşmekeş (kaos, curcuna, çekişmeli) asrımızda; İman hakikatlerinin en güzel ve en sağlıklı tahsil edildiği mekânlar, hiç şüphesiz ki sürekliliği olan RİSALE-İ NUR dersleridir. Kaynaklar ise asrımıza damgasını vurmuş olan Risale-i Nur eserleridir.

·        “İbadetlerin en makbul olanı, SÜREKLİ olanıdır”Hadîs-i Şerîfine (Buhârî, İman 32; Müslim, Müsafirîn 215-218, Münafıkîn, 78.) göre, Risale sohbetlerinde sadakatle süreklilik, yani devamlılık esastır.

NOT 2.) Niçin Risale-i Nur?... Çünkü bu zamanda, ebedi saadetin vesikası olan sağlam ve “tahkiki imanı” bu eserler çağdaş ispat metotlarıyla, zahmetsiz ve kolayca veriyor…

Ancak; Risale-i Nurlar kalp ve ruhumuzda müthiş bir tesir ve tedavi gördüğü halde, bazen bunun  amellerimize tam ve kemali ile yansımamasının sebebi, çevre ve muhitin aynı şekilde müthiş günahlı ve gafletli olmasındandır. Yani Risale-i Nurlar iman ve ibadet enerjisini şarj ettiği hengâmda, günahlı ve gafletli muhit, aynı oranda deşarj edip boşaltıyor. Bu da amel ve ahlâkta tam bir kemalâtı göstermiyor. Bunun da yegâne çaresi, muttaki ve imana takviye verecek yeni bir çevre ve muhitin inşa edilmesidir ki, bugünkü şartlarda bunun en kolay ve pratik yolu cemaatleşme ve cemaatten insanlarla teşriki mesai etmektir. Yani, bizzat okumada da, sohbetlere devamda da süreklilik, bu zamanda bir zorunluluktur.

 

Vesselâm…

Yazarın Yazıları