Kader GÜR
  • 01/01/1970 Son günceleme: 05/07/2007 00:11
  • 14.077

Ülkede yapılan her seçimin biz yazarlar içinde avantajlı bir tarafı var… Süreç içerisinde köşelerimizde yer verdiğimiz öngörülerimizin isabetli olup olmadığını, karşılaştığımız siyasilerle test etme olanağımız oluyor.

Yine geçtiğimiz günlerde iktidar partisinin üst düzey bir yetkilisiyle özel bir görüşme yapma fırsatım oldu. Bu yetkilinin hükümet politikalarında etkili bir isim olması değerlendirmelerime gerçekten ciddi anlamda ışık tuttu.

Türkiye’de bir dönem ağızdan ağıza dolaşan bir kavramın içini doldurmaya çalıştık. Derin devlet… Bu kavramın varlığını artık herkes kabulleniyor… İktidarda bu gerçeğin varlığını göz önünde bulundurarak siyaset üretiyor.

Derin devlet kelimelerinden “karanlık güçler” anlamı çıkaran iktidar, partisinin logosunu, demokrasiyi kesintiye uğratanlara mesaj niteliği taşıması maksadıyla ampul koymuş. Ve… bu mesajı,“karanlığın bir kibrit çakana kadar ömrü vardır” gerçeğiyle bütünleştirmiş.

İktidarın üst düzey yetkilisi, 14 Ağustos 2001’de bütün bunların hesabını yaparak yola çıktıklarını, halka hizmet ederken, demokrasiyi kesintiye uğratmaya çalışanlarla, siyaseti belden aşağı vurarak şekillendirme arzusuyla yaşayanlarla da mücadele ettiklerini söylemesi yakın zamanda yaşanan bazı olaylarla örtüşüyor.

ABD 21 Mart teskeresinin intikamını alıyor

ABD’nin PKK terör örgütünü Güneydoğu’dan kaldırmak istemeyip Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a operasyon yapmasına sıcak bakmaması TBMM’inde kabul edilmeyen 21 Mart Teskeresi’nin intikamı şeklinde kabul görüyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Anayasa Mahkemesi’nin 367 toplantı yeter sayısı istemesi de Türk Siyasetinde bir ayıp olarak değerlendiriliyor. Akabinde CHP’nin, Cumhurbaşkanını halkın seçmesine yönelik yapılan Anayasa değişikliklerini yüksek yargıya taşımasına verilecek ret cevabıyla bu ayıbın temizlenmesi gerektiği görüşü öne çıkıyor.

İktidar Partisinin etkin ismiyle yaklaşan iki saat devam eden sohbetimizde, gerçekten enteresan şeyler konuştuk… Anavatan DYP birleşmesinin arkasında da Süleyman Demirel’in olduğu ve banka batıran yeyeni nedeniyle iktidarla ters düştüğü zaten kamuoyunca biliniyor.

Sözde birleşmenin fiyaskoyla sonuçlanması da yine Demirel’in projesi. Yılların siyasetçisi Demirel, Anavatan’ında DYP’ninde halkın gözünde sempatisi olmadığının hesabını en iyi yapabilecek isimlerden birisi… Demirel’in damadı İlhan Kesici’nin CHP’den siyasete yeniden girmesi de “dün dündür, bugün bugündür” anlayışının Çankaya’da egemen kılınması arzusunun bir ayağı olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’de derin devlet olgusunun ortaya çıkması da, parlamenter sistemin bazı güçler tarafından durdurulmaya çalışılmasından ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sistemin nasıl işlediğine bakılırsa, kör düğüm gibi gözüken sistem çözülüyor.

Türk siyasetinin çıkmaza girdiği her durumda Cumhurbaşkanlığı makamı kendine bir rol biçer ve o rolü oynar. Tıpkı 28 Şubat’ta, Süleyman Demirel’in arkasına sığındığı, “denge unsuru oldum… Demokrasiyi kesintiye uğratmadan devamını sağladım” atmosferini yaratması gibi. Oysa denge unsuru olma hayali yerine, demokrasiyi kesintiye uğratanlara karşı durması gerekirdi.

Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aynı durum yaşandı. AK Parti iktidarına, ideolojik görüşü nedeniyle, ta başından karşı olan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, tüm yetkilerini kullandı. Tek başına iktidara gelen bir partinin tüm çalışmalarını etkisiz kıldı. Buda Cumhurbaşkanı’nın ne kadar geniş yetkileri olduğunu, gerektiğinde halkın oylarıyla seçilen hükümeti yok sayabileceğini göstermekle beraber sistemi de tartışmaya açtı.

Ama bu sistem tartışmalarına CHP hiç yanaşmadı. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi CHP tarafından kabul görmediği gibi, iktidar tarafından Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesine yönelik yapılan Anayasa değişikliğini yüksek yargıya taşıdı. Çünkü CHP siyaseti hep böyle yaptı. Halka güvenmedi.

Neden?

Halkın kendisine güvenmediğini biliyor da ondan. Muhalefetini; ya Cumhurbaşkanıyla kol kola girerek yaptı. Ya demokrasi karşıtlarının yanında yer aldı. Ya da 367 kararında olduğu gibi yargıyı etkileyerek hedeflerine ulaştı.

Cumhurbaşkanlığı makamı CHP’nin umudu. Onun için bu makama kimin oturacağını halkın belirlemesi CHP’nin sonu olur..

Anayasa Mahkemesi’nin 367 Kararı’na karşı oy kullanan Haşim Kılıç ve Sacit Adalı dışındaki tüm üyeler Ahmet Necdet sezer tarafından atanmıştır ve “367 gerekir” yönünde oy kullanmışlardır. 367 Kararı’nın bu şekilde çıkması, hukuki olmaktan uzaklaşıldığının göstergesi.

Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK), yıllardır tartışılmasına rağmen sadece kendisine bağlı olan üniversiteleri değil, devleti de yönetmeye çalışıyor. Ve bir çok değeri; hukuku öne sürerek ayaklar altına alıyor. Onra da güç gösterisi yapabiliyor.

Bunların sonucunda, ABD'li düşünce kuruluşu Hudson Enstitüsü'nde karanlık senaryoları konu alan toplantının gerçek olduğunu ortaya koyan isimler gün geçtikçe çoğalıyor.

Yapılan kamuoyu anketlerinde çıkan sonuçlar daha fazla baskı olmasın diye açıklanmıyor. Gerçek rakamlar gizli tutuluyor. 

Yazarın Yazıları