A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 15/10/2012 00:11
  • 12.026

Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven'in, ölen PKK'lılara yönelik söylediği sözler, kamuoyunu bir hayli meşgul eder oldu. Peki, ne demişti Sn. güven?

-“Ölen PKK'lılara ağlamayan, insan değildir…”

Evet, irticalen söylenmiş, radikal ve sivri bir söz, fakat bu radikal sözde de birkaç hakikat payı var. İlk anda sizlerin de benim gibi, tepkiyle irkildiğinizi tahmin edebiliyorum, fakat her zaman olduğu gibi ben yine ihmal edilen en önemli perspektiften bakacağım.

Ana hatlarıyla ve Kıyamete kadar geçerli olan İslâm’ın prensipleriyle tahlil ettikten sonra, sizler de bana hak vereceksiniz.

·        Şöyle ki:

Her şeyden önce olaylara bakış açısına göre, farklı, hatta zıt yorumlar da yapılabiliyor.

·        Tahlile meşhur bir kıssa ila başlayalım:

Kalabalık bir cenaze cemaati geçerken, Hz. Ömer’i bir kenarda oturmuş hıçkırıklarla ağladığı fark edilir. Birkaç kişi Hz. Ömer’in yanına yaklaşarak omzunu tutarlar.

-“Yâ Ömer, bu cenaze yakının mıydı? İnan ki bilmiyorduk. Affen…” Derler. Hz Ömer ise bir taraftan gözyaşlarını silerken:

-“Hayır, yakınım veya akrabam değildi. Müşriklerdendi.” Deyince, şaşkınlık ve merak iki katına çıkar.

-“Yâ Ömer, o halde niçin kendini bu kadar tahrip ederek ağlıyorsun?”

Cevap, asırlar boyu tüm insanlığa ibret ve örnek olacak niteliktedir.

-“Bu müşrik, çok zeki, yardımsever ve akıllı bilinen bir ihtiyardı. Bu aklını ve zekâsını, kendisini yaratanı bulmaya ve niçin yaratıldığını anlamaya ve şu anda gittiği EBEDÎ hayata gerektiği gibi hazırlanmaya kullanamadı. Kendisine yazık etti. Şu anda, Kur’ânda vâad olunan ebedî azaba gittiği için acıyor ve ağlıyorum. Keşke o da ebedî gerçekleri anlayabilseydi de böyle bir azâba gitmeseydi…”

 

Saygı değer dostlarım.

Anarşistlere, ateistlere veya PKK’lılara bu duygularla bakabiliyorsak eğer, elbette Sn. Recep Güven’in “Ölen PKK'lılara ağlamayan insan değildir…” sözüne bir nebze hak vermek lâzım. Fakat burada da “..ağlamayan insan değildir” ifadesi çok abartılı ve yanlıştır. Bunun yerine“..merhamet duyguları zayıftır” diyebilirdi…

Bu olay bana, Bediüzzaman Hz.’nin, Eskişehir hapishanesinin penceresinden kız Lisesi talebelerine bakarken, ağladığını hatırlattı.

·        Gençlik Rehberi adlı eserden aynen alıyorum:

-Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks (dans)ediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden, sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar, kat’î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: “Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz…” 
Evet, gördü
ğüm hakikattir, hayal değil. Nasıl ki bu yaz ve güzün âhiri (sonrası) kıştır; öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hadisatı (olayları) sinema ile hâl-i hazırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hadisâtını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve sefahetin elli altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilseydi, şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşrû keyiflerine nefretle ve teellümlerle (üzüntüler ve elemler çekerek) ağlayacaklardı...

 

·        Evet, onlara işte bu duygularla ağlayabiliyorsak veya üzülebiliyorsak ne âlâ…

Yok, onlara bu duyguların dışındaki bir takım dünyevî sebeplerle üzülüyorsak, madalyonun diğer yüzü devreye girer. Bu hattı çok iyi belirlemek lazım. Yoksa, şu Âyet-i Kerimenin tehdidi altına girebiliriz.

Hûd suresi, 113. Âyet: ..Bir de sakın zulmedenlere meyletmeyin, sempati duymayın!...Yoksa size ateş (Cehennem azâbı) dokunur. …

·        Son olarak; asr-ı Saadetten bir örnek ile konumuzu taçlandıracağım.

Münafıkların reisi olan Abdullan bin Übeyy İbn-i Selûl öldükten sonra, son derece samimi bir Müslüman olan oğlu Abdullah, Rasülellah’a (SAV) gelerek, “Yâ Resûlallah! Gömleğini bana versen de, babamı onunla kefenlesem, o ne de olsa benim babamdır. Onun namazını kılıp istiğfarda bulunsanız" diye ricada bulundu. Gariptir ki, hayatı boyunca İslâmiyet aleyhinde plânların tasavvuru ve tahakkuku ile meşgul olan bu adamın kefenlenmesi için Resûl-i Ekrem Efendimiz sırtından gömleğini çıkarıp, Hz. Abdullah'a verdi ve "Cenaze hazırlanınca bana haber veriniz, namazını kılayım" buyurdu.

Cenaze hazırlandı ve musallaya kondu. Peygamber Efendimiz namazı kılmaya kalkarken Hz. Ömer, arkasından ridasına yapıştı, "Yâ Resûlallah! Allah sizi münâfıklar üzerine namaz kılmaktan nehy etmedi mi?" dedi.

·        Peygamber Efendimiz gülümseyerek şöyle dedi:

"-Yâ Ömer, ben istiğfar etmek veya etmemekte serbest bırakılmışım. Ben de tercihimi yaptım. Allah Taâlâ, 'Onlar adına ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları bağışlayacak değildir...'” (Tevbe Sûresi, 80) buyurmuştur.
Daha sonra Resûlallah (SAV), münafıkların reisi olan Abdullah bin Übeyy'in cenaze namazını kıldırdı ve kabri başına kadar da gitti.
Aradan çok zaman geçmeden Peygamberimiz (ASV)e, münâfık ölüleri hakkında Cenâb-ı Hak tarafından şu kesin emir içeren bir Âyet nâzil oldu:

·        Yâ Muhammed; "Onlardan ölen hiçbir kimsenin asla namazını kılma ve kabrinin başında durma. Onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr etmişler ve Allah'a itaatten çıkmış olarak ölüp gitmişlerdir…" (Tevbe Sûresi, 84. Âyet.)

İşte bu kesin emirden sonra Peygamber Efendimiz, hiç bir münâfığın cenaze namazını kılmadı ve kabrinin başında da durmadı… 

Yazı başlığı olan konuda da, tartışmaya hiç gerek yok. Olay, İŞTE BU KADAR NET…

Kaynaklar:

Kur’ân-ı Kerim, İbn-i Kesîr, Sîre, 4:64., Müsned, 2:18., Buharî 2:76; Tirmizî 5:280…

ÖNEMLİ NOT:Efendimize (SAV) o münafık cenazeye, gömleğini niçin verdiği ve cenaze namazını niçin kıldığı sorulduğunda, şu ibret dolu cevabı vermişti:
-"Gömleğim ve onun üzerine kıldığım namazım, kendisini Rabbimden gelecek azaptan kurtaramayacaktır. Fakat ben, bu sayede onun kavminden bin kişinin samimi Müslüman olmasını umuyorum…"
Gerçekten de Abdullah bin Übeyy'in vefâtında, Peygamberimiz (SAV) den medet umduğunu ve Allah Resulünün bu anlamlı davranışını gören 1000 küsur kişi, samimiyetle Müslüman olmuştur. Bunu gören Hz. Ömer de, o davranışından pişmanlık duymuş, "Allah ve Resûlü elbette daha iyi bilir" demiştir…

Yazarın Yazıları