Av. Ferda KAZANCIBAŞI
  • 06/09/2017 Son günceleme: 06/09/2017 18:36
  • 7.207

Henüz on üç yaşında olduğum 1945’li yıllarda Beykoz Anadoluhisarı’ndaki komşularımızın evleri Göksu yamaçlarının yeşilliklerine serpilmişti.

Böğürtlen çalıları arasındaki patikadan birbirimize gelir giderdik. O dönemler rahmetli babam Malatya Tütün Fabrikası Müdürlüğü’nden emekli olmuştu. Annem Milli Eğitim Bakanlığı’ndan emekli olduğu 1959 yılına kadar son on yılında Anadoluhisarı Defterdar Mehmet Bey İlkokulu’nda öğretmenlik yapıyordu.

Su tesisatı yoktu

O dönemlerde bizim bulunduğumuz bölgede su tesisatı olmadığı için evimize (Saka) adı verilen taşıyıcılarla su gelirdi. Rizeli Muhittin pırıl pırıl tertemiz tenekeler içindeki suyu bayır yukarı taşıyıp evimize getirir ve mutfaktaki küpe boşaltırdı. (Küp) ise bir metre yüksekliğinde toprak pişirme dev su testisi idi. Toz girmemesi için üzerinde tahtadan bir kapak vardı.  Kapağın üzerinde sakız gibi beyaz ve tertemiz bir tülbent örtülü idi. Ayrıca kullanılmaya hazır vaziyette ters çevrilmiş (Kulplu Maşrapa) vardı. Yemek pişirme ve içme ihtiyaçlarında tertemiz maşrapa ile küpe daldırılıp ihtiyaç kadar su alınır ve iş bittikten sonra yine aynı şekilde ters kapatılarak yerine konurdu. 

Elektrik yoktu

O yıllar Göksu’da elektrik olmadığı için sokak aydınlatmaları (Gaz Yağlı Fener)  ile sağlanırdı. Akşam loşluğu çökmek üzere iken Belediye İşçisi’nin Göksu Caddesi üzerindeki direklere uzanarak uzun sopa ucundaki mum alevi ile lambaları teker teker yakışı halen gözümün önünde.

Aynı şekilde evimizin bulunduğu bölgede elektrik tesisatı olmadığı için (Gaz Lambası) ışığında ders çalışırdım.

Komşuluk İlişkilerimiz güven ve mutluluk içinde idi

Komşularımızdan bir Rum aile vardı. Babaları tornacı idi. En büyüğü Vangelia, sonrasında Miço, Despina ve en küçüğü Santipi olmak üzere üçü kız biri erkek dört çocukları vardı. Evlerinden içeriye ayakkabı ile girilmezdi. Yemekleri Türk yemekleri ile aynı idi. Dil, din ve etnik farklılığımız olsa dahi kültür ve geleneklerimiz aynı olduğu için güven, uyum ve mutlulukla bir arada yaşıyorduk.

Diğer bir komşumuz ise Kürt Ziya ve eşi Rukiye Hanım teyzeydi. Bir keresinde eve geç kaldığım için annemden dayak yiyecektim. Önce Rukiye Hanım Teyze’nin evine gittim. Durumu anlatıp sığındım. Çalılar arasındaki dar patikada Rukiye Hanım Teyze önde ve ben arkada süklüm püklüm bizim eve vardık. Kapıyı kızgınlıkla açan annem çok sevdiği Rukiye Hanım Teyzeyi karşısında görünce yumuşadı ve beni affetti. 

Bir keresinde babamdan (komşuya saygıda kusur ettiğim için) dayak yedim. Bir keresinde de annemden (evde öğretmen şikayet edilmez) dayağını yedim. Nur içinde yatsınlar. Keşke yine dövseler de hayatta olsalar.

Ekonomik şartlarımız ahım şahım değildi

Babam ve annem, Trabzon Oflu Büyük Dedem Hacı Süleyman’dan kalan arsaya ev yapma uğraşında idiler. Emlak Kredi Bankası’ndan aldıkları borç taksitini yetiştirmekte zorlanıyorlardı. Bu nedenle Anadoluhisarı’nda (Yamalı Pantolonla) dolaştığım günlerimi hatırlıyor, o günleri gurur duyarak anıyorum.

Sonuçta

Çok iyi komşuluk ilişkilerimiz vardı. Huzur ve güven için deydik… Geceleri evlerimizin kapılarını içerden kilitlemezdik.  Elektriğimiz yoktu, suyumuz yoktu, varlıklı değildik, yamalı pantolonla dolaşıyorduk.  Ama milletçe huzur ve mutluluk içindeydik. 

O günleri arıyorum.

Yazarın Yazıları