Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’

  • 3
  • 44706
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’
Metin Külünk: ‘AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır!’

AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, Ümraniye'de bulunan çalışma ofisinde Dost Beykoz Başyazarı Kader Gür'ün sorularını yanıtladı.

Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan olan Ahmet Davutoğlu'ndan Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek'e... Anayasa değişikliklerinden Külünk'ün siyasetteki çok özel hatıralarına kadar pek çok konunun dile geldiği söyleşide, AK Parti’nin ilçe kongreleri de masaya yatırıldı.

AK Parti'de 'yeni Türkiye' ile birlikte 'yenilenme' sürecinin yaşanacak olmasını 'olağan ve kaçınılmaz bir gerçek' olarak değerlendiren Milletvekili Metin Külünk, hemen ardından ise önemli bir uyarı da yaptı: "Ancak partiye emek vermiş, zor anlarda maddi-manevi desteğini esirgememiş kişilere karşı da vefalı olmalıyız. Parti içerisinde 'AK Parti ruhu' korunmalıdır ve bunu da en iyi 'eskiler' ayakta tutabilir. Yenilik, kuşkusuz kaçınılmaz bir gerçekliktir. Ancak bu eski-yeni arasındaki bağı iyi kurabilmeli ve vefa sahibi olmayı da bilmeliyiz. Yüzüne kapılar kapansa da birilerinin inançla bu partiye emek vermeyi sürdürdüğü zamanlar oldu. Bu insanları incitmemeliyiz"

İşte AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk ve Dost Beykoz'un 'çok özel' söyleşisinde dile gelenler...

Sayın Davutoğlu'nun Başbakanlığı'nı ve AK Parti'nin 'Yeni Türkiye' projesini değerlendirebilir misiniz?

"Türkiye’nin dönüştürücü bir lideri var. O liderin adı da Recep Tayyip Erdoğan’dır. Dolayısıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın 10 Ağustos’ta Devlet Başkanlığı makamına oturması, onun dönüştürücü bir lider vasfının boyutunu da değiştirir. Dönüştürücü bir liderin olduğu bir yerde, 'sistem aklı' vardır. Fikrin devamlılığı vardır. Bizler, devamlılığı olan bir fikrin sahadaki mücadelesini veriyoruz. AK Parti bir büyük harekettir. Kurumsal olarak da AK Parti, yeni Türkiye’nin kurucu aklını inşa ediyor. AK Parti'nin Genel Başkanı, Sayın Ahmet Davutoğlu oldu. AK Parti’nin Sayın Davutoğlu ile beraber parti kodlarının ve de fikrinin sahaya yansıma biçimi, dönüştürücü liderinin açtığı yoldan devam edecektir.

Sayın Davutoğlu bilim dünyasının içinden gelen, son 10 yılda da Türkiye’nin bütün uluslararası ilişkilerinde bölgeye hâkim bir akıl olarak yanımızda yer alan bir isimdi. Geçen süreçte olaylara dair fikir üretebilen ve en önemlisi de bulunduğu noktada aklıyla ve ruhuyla hazır duran bir insan olarak var oldu. Sayın Davutoğlu, gençlik yıllarından bu yana dönüştürücü liderimizle aynı kaynaklardan beslenmiş ve beslendiği kaynaklardaki düşüncelerini de faaliyete dönüştürebilmiş bir insandır.

Külünk: “Türkiye’ye hep bir ayar çekilmiştir!”

Uluslararası ilişkilere dair ülkemiz bölge içerisinde konumlandırılırken, Lozan sonrası Türkiye'nin ötesine geçebilme girişimleri olsa da bu çabalar sürekli olarak akamete uğratıldı. Menderes ile akamete uğratıldı. Merhum Erbakan döneminde akamete uğratıldı. Özal zamanında akamete uğratıldı. Çok ağır bedeller ödettirildi bu insanlara. Çünkü Türkiye’nin dış politikası, Lozan ve 1948’de İsrail’in kuruluşuyla birlikte 'Tel Aviv–Londra' arasına ipotek edildi. Tel Aviv–Londra aksının dışında bir coğrafya, bir dünya tasavvuru eden kim varsa, ülke içinde engel olundu. Darbelerin aslında örtülü nedenlerinden birisi de budur: Yani Türkiye’ye onyıllardır hep 'bir ayar' çekilmiştir. Türkiye’yi kendi doğal genetiğine uygun tarif edenlerin adımları, darbeler üzerinden hep akamete uğratılmıştır. Türkiye’ye 'Bu aksın dışına çıkmayacaksın!' mesajı verilmiştir.

Bugün ise Türkiye'de AK Parti'yle birlikte, ilk kez içeride ekonomik istikrar sağlanmış ve bu istikrar üzerinden de sosyal barış inşa edilmiştir. Bireysel ve toplumsal refah, çağdaş normlara uygun olarak ve yeniden düzenlenmiştir. Türkiye’nin bu ortaya çıkan yeni görünümünde emek sahibi aktörlerden bir tanesi de sahip olduğu bilimsel ve siyasal donanımlarıyla Sayın Davutoğlu’dur. Biz bugünkü oluşan tabloyu 1970'lerde de konuşuyorduk ancak bu konuştuklarımız Ankara’da bir karşılık bulmuyordu. Bizler o yıllarda 'kenar mahalle çocuğu' olarak kabul ediliyorduk. Tayyip Erdoğan karakterindeki bir lider ise bizim bu düşüncelerimizi aldı ve Türkiye’de bir akla dönüştürdü. Bu anlamda Sayın Davutoğlu’nun Genel Başkanlığı ile beraber bu süreç istikrarlı bir şekilde devam edecektir diyebiliriz.

Burada Türkiye’nin temel ihtiyaçlarından birisi de Anayasa ve Başkanlık Sistemi’dir. Bu bir kişinin değil; bir kadronun hareketidir. Recep Tayyip Erdoğan ise bir yere gitmemiştir. Ne yaptı? Çıktı, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda herkesin gözünün içine baka baka ‘Dünya beşten büyüktür’ dedi. 'Laf zamanı değil, icraat zamanıdır' dedi. Küresel adaletten bahsetti. Tarihin tüm sayfalarında, dönüşümünün bir lider öncülüğünde gerçekleştirilebildiği yazılıdır. Tarihte dönüştürücü liderler ve bir de muhafazakâr liderler vardır. Muhafazakâr liderler, mevcudun içerisinde istikrar ararlar. Fakat dönüştürücü liderler, değiştirerek ve dönüştürerek, toplumun istikrarını inşa ederler. Osmanlı Devleti, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için eskiydi. Ancak aradan 90 yıl geçti ve artık o günkü Türkiye Cumhuriyeti de bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nden eski. Dikkat edin, hep bir 'eski-yeni' mücadelesi vardır. Ancak burada şunu da sormak gerekir: Neye göre eski, neye göre yeni? Zamanın ruhuna ve aklına göre eski; yine zamanın ruhuna ve aklına göre yeni. Bakınız bizler bugün Marmaray'ı konuşuyoruz. Hastane yatırımlarını ve havaalanlarını konuşuyoruz. AK Parti'yle birlikte Türkiye, Bilgi Çağı'na entegre olabilme fırsatını yakalamıştır. Bugün fiber optik kabloda Türkiye nerededir? AK Parti'yle birlikte bugün artık Türkiye, fiber optik ağların strateji kavşağı haline gelmiştir."

AK Parti'nin İstanbul İl Başkanlığı Kurucuları arasında yer aldınız. İl Başkan Yardımcısı da oldunuz. Hatta İl Başkanlığı'na adaylık süreciniz vardı. Şu an ise milletvekilisiniz. Ankara'da daha faydalı olacağınızı mı düşündünüz?

"Biz bir kadro hareketiyiz. Benim liderim Recep Tayyip Erdoğan'dır. Ben, düşüncelerini doğruya, halka ve Hakk'a yöneltmiş bir insanım. Aksinin doğru olduğunu bana bir başka akıl ispat edinceye kadar da doğru bildiğim düşüncelerimin her zaman arkasındayım. Düşüncelerimden ve iddialarımdan vazgeçmem! Ancak öte yandan da bizim bir kadro olduğumuz gerçeğini kabullenirim. Lider ve kadro arasında kurulacak uyumlu ilişkinin büyük bir nimet olduğuna yönelik inancım ise tamdır. Dün, İstanbul'da olmam gerektiği için İstanbul'daydım. Bugün ise Ankara'da olmam gerektiği için Ankara'dayım. Yerimin değişmesi ideallerimi, fikirlerimi etkilemez. Ancak Ankara yolunda, İstanbul'un da çok önemli bir okul olduğunu her zaman söylemişimdir. Burada siyaset yapmak, Türkiye'yi anlamaktır. İstanbul'a bakmak aslında Dünya'ya bakmaktır. Ben, Şehr-i İstanbul'u ve burada görev yapmayı bir şans olarak görüyorum. Buradaki sosyal hayatın içerisinde yer almak, aslında bütünüyle ülkeyi kucaklamak demektir.

Altını çizerek söylemek isterim: Ben, teşkilat geleneğinden gelen bir insanım. 1976 yılında, dönemin Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Merhum Erbakan Hoca’nın ansızın İl Teşkilatı’na geleceği söylendiğinde, kollarını sıvamış; su kovasını doldurup, yerleri paspasla silmekten mutluluk duymuş bir insanım. Bugün bile 'Bunu iyi ki yaptım!' diyen biriyim. Elde kova-fırça sabahlara kadar afiş asmış, duvarlara yazı yazmış bir partiliyim. Kış ayazında, sıcacık yatağından gece yarıları kalkıp, yollara düşmüş ama partisine 'Neden çağırıyorsunuz? Konu nedir?' diye dahi sormamış bir anlayıştan, gelenekten gelmekteyim. O gün için İstanbul uygundu. Bugün için de Ankara'da olmam gerektiğine inanılmış ki, ben de bugün Ankara'da mücadele etmekteyim. Ancak görüyorsunuz, duyuyorsunuz, tanık oluyorsunuz ki, İstanbul'dan da kopmuyorum ve Ankara ile İstanbul arasında sürekli gidip geliyorum. O günlerde İstanbul'da gördüklerimi İstanbul'da anlatıyordum. Bugün ise gördüklerimi Ankara'da anlatıyor ve İstanbul'un oradaki sesi olmaya çalışıyorum. Buranın sorunlarını, buranın Milletvekili olarak Ankara'ya taşıyorum. Çünkü İstanbul'da Beykoz'da yaşayan bir vatandaşım, Üsküdar'da yaşayan bir vatandaşım, Sultanbeyli'nde yaşayan bir vatandaşım hangi sorunu yaşıyorsa, Ankara'daki İzmir'deki Diyarbakır'daki Hakkâri’deki Rize'deki vatandaşım da aynı sorunları yaşıyor demektir. Ben bugün 30 yıl öncesi kadar kendimi dinç ve 30 yıl öncesi kadar kendimi heyecanlı hissediyorsam, bunun tek nedeni ülkedeki 80 milyona da aynı anda hizmet ediyor olmamdır. Milletvekili Metin Külünk olarak, İstanbul'da dinlediğim dertleri Ankara'ya ulaştırıp, çözüm arayıp, çözüm bulup; sonunda da dua almak tek gayemdir. Bizim davamız Halk davasıdır, Hakk davasıdır!"

Merhum Erbakan'dan bahsettiniz, peki Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın rolü nedir Metin Külünk'ün siyasi yaşamında?

“Ben bir lider-kadro ilişkisine inanmışım. Bir fikrin mücadelesine gönül vermişim. Recep Tayyip Erdoğan benim için bir değil birden çok anlam taşır: Birincisi, aynı toprağın insanıyız: Her ikimiz de Rize Güneysuluyuz. İkincisi, bizim 45 yıllık tanışıklığımız var. Babalarımız ve dedelerimiz arkadaştır: Bağımız var. Benim 40 yıldır 'Ağabey' dediğim bir insandır. Tabi bunlar işin duygusal tarafı...

Biz hep aynı mücadele çizgisinde birlikte olmuşuz; yan yana omuz omuza durmuşuz. Ben, Sayın Cumhurbaşkanımızın 1980’deki Milli Selamet Partisi Gençlik Kolları'nın yönetiminde yer almış birisiyim.

Bir başka şey daha var: Bu milletin yeni yüzyıldaki kaderi Recep Tayyip Erdoğan’da müşahhaslaşıyor, somutlaşıyor. O bir büyük kaderin somutlaştığı insandır. Liderlerin insanlarla bire bir hukukları vardır ama liderlerde topyekûn bir milletin kaderi tecelli eder. İşte ben de o kadere inanmış bir adamım. O nedenle Recep Tayyip Erdoğan benim için bu milletin gerçek kaderinin yükseklere çıkması yolunda verilen mücadelenin somut bir adıdır. Onun için Tayyip Erdoğan’ın yanında saf tutmak Semerkant’ta Medine’de İstanbul’da Söğüt’te Domaniç’te Sivas’ta Travnik’te Üsküp’te Mostar’da saf tutmak demektir. Ben bu fikre inanmış bir insanım.

Duygusal olarak biraz evvel ifade ettiklerimin yanında da benim için Recep Tayyip Erdoğan adı, bir fikrin mimarının; bir fikrin mimari tasarımının mühendislik üzerinden hayata intikal ettirilişinin adıdır. Ben, onunla birlikte ve bu inançlarla, bu duygularla bir yolun üzerinde ilerliyorum.”

AK Parti her zaman yeniliğe açık bir parti oldu. Önümüzde ki kongrelerde ne yorumlanıyor? Ne gibi hedefler var? AK Parti yeni bir görünümde mi halkın karşısına çıkacak?

"Öncelikle şunu söyleyeyim: Ben, Genel Merkez’de Kongre süreci yönetim çalışmalarının yürütüldüğü kurulun içerisinde değilim! Ancak bir İstanbul Milletvekili olarak, bu partinin kuruluşundan bu yana emek veren birisi olarak fikirlerimi, tahminlerimi söyleyebilirim.

AK Parti’nin kurucu ruhu korunmalıdır

Birincisi, bana göre AK Parti’nin kurucu ruhu ve heyecanı korunmalıdır. Bu ruhu canlı tutmanın yolu mutlaka aranmalı ve çağa özdeş bir şekilde de yöntemleri yenilenmelidir. İkincisi, AK Parti’nin kurulduğu ilk günden bu yana emek vermiş, alın teri dökmüş kadroları asla ve asla unutulmamalıdır. Yani yenilik, kuşkusuz son derece kıymetlidir. Ancak Hazreti Peygamber, 'muhaciri' hiçbir zaman unutmamıştır. Ensarla muhacirin arasında kurduğu denge de son derece kıymetlidir. Bu bir yol arkadaşlığıdır. Bu hareketin toplumun bir kesimi tarafından 'kerih' yani iğrenç görüldüğü zamanlarda... 'Size iktidar verilmez!' denilerek yüze kapıların kapandığı zamanlarda... ta 2000'li yılların başlarında... 'Burada gelecek yok!' denilerek kendilerini AK Parti'den uzakta tutmaya çalışan siyaset tüccarlarının pis pis sırıttığı zamanlarda... bu fikre ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan'a inanmış, maddi ve manevi her şeyini ortaya koymuş insanlar asla unutulmamalıdır. Onlara karşı vefasızlık edilmemelidir.

Elbette yenilenme olmalıdır

Elbette yenilenme olmalıdır. Bu hareket her iki kişiden birisinin oy verdiği bir harekettir ve bu hareketin kapısı, temel ilkeleri doğrultusunda herkese açık olmalıdır. Fakat bunun anlamı, 'Efendim, siz artık eskidiniz' demek değildir. Bu anlama gelmemelidir. Çünkü o kurucu ruhu ayakta tutacak olan, geçmişte en zor anlarda bile inandığı yolda yürümüş olan insanlardır. Bu nedenle yeni gelecek olan kişilerle eskiler arasında bir 'vefa dengesi' kurulmalıdır. Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli özelliklerinden birisi de yola çıktığı arkadaşlarına duyduğu vefadır. Bu vefayı kimi zaman onlarla yan yana durarak, kimi zaman çocuklarına gösterdiği vefa, kimi zaman hasta ziyaretlerinde gösterdiği vefa, kimi zaman düğününde, kimi zaman tabutunda...

Çok enteresan bir şey anlatmak istiyorum: Sayın Erdoğan ile bir gün, bir yerden çıktık. Çok eski arkadaşlarımızdan birisiyle ilgili olarak, bahsi geçince ‘Onun bu mücadeleye çok emeği geçmiştir’ dedi. Bunu unutmayan liderlik ruhunun, bu süreçte de partiye hâkim olması gerektiği, bu partide yaşıyor olması gerektiğine inanıyorum. Yani sözkonusu değişimse ‘evet’ ama konu, değişimin ana dinamiğinin, ahenginin bozulmasıysa ‘hayır’. Hazreti Peygamber, Hazreti Bekir’i Ömer’i Ali’yi Osman’ı hiçbir zaman yanından ayırmamıştır. Çünkü onlar yol arkadaşlarıdır. Bu bir ruhtur, akıldır. Dolayısıyla AK Parti hareketinin 12 yıldır başardıklarıyla geldiğimiz nokta, henüz yolun başıdır. Biz henüz tahayyül ettiğimiz Türkiye, coğrafya ve tahayyül ettiğimiz dünya noktasında yolun başındayız. Biz özellikle 1924 Anayasası’yla milletsizleştirilen Ankara’yı demokrasi üzerinden milletleştirme süreciyle beraber, henüz normalleşme sürecini konuşuyoruz. Başörtü tartışması hala daha gündemimizde... Bu milletin en temel hakkıdır. 10 yaşındaki çocuk başını örtecekmiş, velisi istiyormuş: Bu onun tercihidir. Özgürlük anlayışının bu derece değiştiği Dünya’da içerideki rejimistler, paganistlerin dayattıkları Türkiye’den; normalleşen bir Türkiye yolunda çalışmaların ve yapılması gerekenlerin henüz başındayız. Örneğin, gelir dağılımı konusunda da içeride yapmamız gereken daha çok şey var..."

Gelir dağılımı, yeni Türkiye gibi konularda istikrarın sekteye uğraması gibi bir endişeniz mi var, Sayın Külünk?

"Ben endişe etmiyorum. Hep pozitif bakıyorum. Bir kere şu anlayıştan çıkalım: AK Parti hareketi kurulduğu günden beri birileri hep bir yerlerden bir iğretilik yüklemek istedi. Oysa ki, her seferinde yanıldılar. Bundan sonra da yanılacaklardır. Çünkü AK Partili yeni Türkiye, aslında bir küresel adalet mücadelesinin adıdır. Yani yeni Türkiye, tarihin kavşak noktasında Türkiye’nin tercihidir. Biz şu an tarihin kavşak noktasındayız. Bu millete 1990 ve 2000'li yılları ıskalattırdılar. 1970 ve 1980’i de ıskalattırdılar. Biz neredeydik? İç kavgalarda... Kardeş kavgasına mahkûm edilmiştik. İstikrarsız bir siyaset, işlemeyen bir demokrasi; bürokratik oligarşinin kurumlarıyla ayırt etmeden yargı, askeri bürokrasi, sivil bürokrasi, iktisadi bürokrasinin vesayeti altında bir Türkiye vardı. Ülke içe kapanmış, Dünya’daki değişimden haberdar olmayan, Dünya’daki mal hareketlerinin ülkelere kattığı artı değerlerden hak ettiği payı alamayan bir ülkeydi. 1990 ve 2000’li yıllarda soğuk savaş bitti ve tek kutuplu bir Dünya tasavvuru ortaya çıktı. Balkanlar ve Türk Dünyası yeniden yapılandı. Yine biz içeriye gömüldük. Özal, tasfiye edildi. Yine içeriye sıkıştırıldık. Yine Dünya’daki değişim ve gelişimden hak ettiğimizi alma noktasında var olamadık. Çünkü geçmiş dönemlerde de olduğu gibi Türkiye, kendi içinde kitlenmiş bir ülke olarak kaldı. Şimdiyse, Avrasya’nın Balkanları yeniden şekilleniyor. Ama bu sefer AK Parti’nin 12 yılda bir fikrin iktidarıyla, başardıklarıyla şekillenmiş güçlü Türkiye var. O Türkiye ki, ‘Ben de bu süreçlerde varım!’ diyebiliyor. Peki, Fuller ne diyor? ‘Türkiye ve Amerika ilişkileri artık eskisi gibi değil’ diyor. Yani Türkiye'nin artık çantada keklik olmadığını o da kabul ediyor. Yine, Washington dehlizlerinden bazıları ne diyor? ‘Türkiye artık kontrol edilemez halde...’ diyor. Şimdi kontrol edilebilir Türkiye hangisiydi? 1924 Anayasası’yla şekillendirilmiş Türkiye’ydi. Kontrol edilemez Türkiye hangisi? Abdülhamit’ten bu yana verdiğimiz mücadelenin vücut bulduğu 2010’lu yılların Türkiye’si.

Hepsinin yanında bir de insani bir dönüşüm de var. Bu yeni Türkiye mücadelesinin akıl ve gönül mimarları alın teri mimarlarının esas olduğunu unutmamalıyız. Bu siyasi harekete herkes gelebilir. Ama bu siyasi hareket aklı, kalbi ve omurgası kurucu ruhtur. Bu ruh hep ayakta duracaktır! Bu ruhla ancak biz başarırız. Recep Tayyip Erdoğan sokağa çıktığında bu insanları hareket ettiren güç neydi? Hiç kimse unutmasın! Recep Tayyip Erdoğan, akıl ve ruh dünyasıyla, gönül dünyasıyla birlikte sokakla temas etmiştir. Maltepe’de 2 buçuk milyon insanı bir araya getiren güç neydi? İşte bu gücü unutmamalıyız! Dolayısıyla, örgütsel yapıda da "Nasıl olsa güç bizde! Hâkim unsur biziz! Ne yapsak bu millet bize oy veriyor!" anlayışıyla hareket etmemelidir. Oturarak, masa başı örgütçülüğü yapmak AK Parti hareketinin işi değildir. Altını çizerek söylüyorum: Restoranlarda oturarak, restoran teşkilatçılığı yapmak bizim işimiz değildir! Biz sokaktan geldik! Bizi ayakta tutan sokağın gücüdür! Yani, insanların bize ulaşabiliyor olmasıdır. İnsanların gözlerinin içine baka baka konuşabilme kaybetmememizdir. Dolayısıyla bu çizgiyi korumaktan bahsediyorum..."

Biraz da Beykoz'dan bahsedelim mi? Sayın Çelikbilek'in öncülüğünde geçen zamanda çok büyük mesafeler kat edildi. Sizler de Ankara'da çaba gösterdiniz. Beykoz'u bir de Metin Külünk'ten dinleyebilir miyiz? Siz baktığınızda gördüğünüz Beykoz fotoğrafını nasıl yorumluyorsunuz?

"Ben 50 yıllık İstanbulluyum. Beykoz benim için Yûşa Tepesi, Kanlıca ve Çubuklu demekti. Çünkü İstanbul için Beykoz budur! Göztepe’yi Hünkartepe’yi Şahinkaya’yı Çiğdem’i Soğuksu’yu kimse bilmez. İlk şaşkınlığım; 1800’lü yıllar Türkiye’nin sanayileşme sürecinde ilk işaretlerini verdiği yer olan Beykoz’du: Kundura Fabrikası, Şişe Cam, Tekel Fabrikası… Daha bir garip; sanatın ve edebiyatın da önemli bir adresi: Ahmet Mithat, Orhan Veli... Şehre, tarihe, İstanbul’a demografik yapıya, Beykoz’a Cumhuriyet tarihi boyunca giren paraya baktım. Son olarak da şehrin haline baktım. Ne gördüm? Beykoz sanayileşme süreci üzerinde gerçekleştirmesi gereken sosyo-kültürel dönüşümü gerçekleştirememiş. Biraz da Anadolu’dan geldiği gibi yaşamak mutluluklarının adresi olmuş. Saygı duyuyorum. Son derece de kendi perspektiflerinden insanımızın haklı bir yaklaşımı olarak bunu değerlendiriyorum. Ama 2B süreci Beykoz’a bir şeyleri de gösterdi. Neyi gösterdi?

Bir şehir düşünün ki, her noktada devletle kavgalı... Hazineyle, Orman’la… Vakıflar’la... Yani ben baktım ve gördüm ki, Beykoz İstanbul’un en zor yeri... Çünkü bireysel anlamda insanların huzur kapısı ocaklarıdır. Eğer ocağında huzuru yoksa o insan yaşayabilir mi? Her an damı kafasına çökecek duygusuyla yaşamak bir insan için en zor işlerden birisidir. Bu problemler Cumhuriyet tarihi boyun birikmiş problemlerdir.

Metin Külünk: “Yücel Çelikbilek’e hakkını teslim etmeliyiz!”

AK Parti bu nokta da çok önemli bir iş yaptı. Beykoz’un özgürlüğünün önünü açtı. Beykoz’da devletle milletin arasında yaşanacak barışın önünü açtı. Biz, Beykoz’da devletle milleti barıştırdık. Halk özgürleşti. Peki, haksızlar mı?

Boğaz’ın karşı tarafında Türkiye’nin en yüksek binası duruyor; sen burada 'Ne yapacağım?' diye bakıyorsun. Her an Ecrimisil mi gelecek, ceza mı gelecek, yıkım mı gelecek diye korkuyla bekliyorsun. Burada belediyecilik de zor, Kaymakamlık da zor; hatta burada vatandaş olmak da zor... İşte AK Parti iktidarı, Beykoz’da devlet millet barışını tesis etti. Burada Yücel Çelikbilek’in rolünü ve hakkını teslim etmek zorundayız. İlçe teşkilatının ve sokağın da rolünü ve hakkını teslim etmek zorundayız. Niye sokağın hakkını teslim etmek zorundayız diyorum? Biz sokağa indiğimizde, yüksek sesle bu problemleri dillendirdiler ve çözüm için arayış içinde oldular. Son derece de doğru bir iş bu.

Ben inanıyorum ki 2B ile birçok şeyin kapısı açıldı. Ben inandığım bir şeyi yaptım, inanmadığım bir şeyi yapmadım! Çünkü bu halk, bizim halkımızdır. Eğer Beykozlu Beykoz’da kalarak güçlü olacaksa, bu bizim onurumuzdur, gururumuzdur; mutluluğumuzdur. Bu ülkeyi bu noktaya taşıyan kim? Bu halk, bu insanlar... Beykoz da bunun bir parçasıdır. Eğer bir güzellik yaşanacaksa bunu Beykozlu'nun yaşamasından daha güzel ne olabilir? Bunu içtenlikle ve komplekssiz olarak söylüyorum. Hani derler ya 'uzayan kol bizim olsun' diye... İşte güçlenen insan, bizim olsun. Bunlar bizim insanımız başka birisi değil ki. Dolayısıyla bunu Beykozlu istedi. Recep Tayyip Erdoğan da Beykoz halkının bu isteğini gördü; mührü bastı.

Külünk: “Riva Projesine inanıyorum!”

Ben, İstanbul Milletvekili Metin Külünk olarak, Yücel Ağabeye inandım ve ilk günden beri de yanında oldum. Bundan dolayı da son derece mutlu olduğumu ifade etmek isterim. Çünkü Yücel Ağabey, bir Beykozlu olarak ilçesi için ne kadar önemli bir isimse; aslında partimiz ve Genel Merkezimiz için de önemli bir isimdir. Zaten Beykoz'un sorunlarının çözümü noktasında, AK Parti içerisindeki Yücel Çelikbilek isminin ve 'Ağabey' çizgisinin etkisi büyük olmuştur. Yücel Çelikbilek isminin gücü, sorunların çözümünde kolaylaştırıcı bir unsur haline gelmiştir. Şimdi bu yeni dönemde de yine Yücel Çelikbilek ile Beykoz'un daha da fazla yol kat edeceğine inanıyorum. Beykoz'da daha yapılacak çok iş var: Beykoz’u bir 'Cam Merkezi' yapmalıyız. Kaymakamımızın ve Belediyemizin bu anlamda gayretleri var. Beykoz’u küresel ölçekte 'cam' figürüyle birleştirmeliyiz; birlikte anılacak hale getirebilmeliyiz. Gerek Türkiye ve gerekse küresel ölçekte Beykoz, bir marka haline gelmelidir. Bunun yanında Beykoz, bir kültür ve turizm merkezine dönüşebilmelidir. Israrla söylüyorum: Beykoz’un köylerindeki eski evlerin tamamı restore edilmeli ve kültür turizmine açılmalıdır. Köyler, bu anlamda İstanbul’un hafta içi ve haftasonu insanların nefes aldıkları bir yer haline dönüştürülmelidir.

Riva Projesi’ne canı gönülden inanıyorum. Riva projesi, Beykoz’u Türkiye’de öne çıkaracak projedir. Bir ütopya falan değildir. Göreceksiniz, Riva projesi bittiğinde Beykoz, bu projeyle birlikte anılacak.

Bunun beraberinde yeni imarın ve şehirleşmenin İstanbul’da herkese örnek olacak bir mimari tasarımda olması gerektiğine inanıyorum. Yani Belediye, binanın dış cephesine bile karışmalıdır. Bunu olumlu anlamda söylüyorum ve karışmalıdır diyorum; çünkü bu şehrin bir bütünlüğü olmalıdır. İki yıldır Avrupa’dayım. Avrupalının dahi görmediği kadar Avrupa görmüşümdür. Bizim onlardan bir farkımız yok! Biz başarmışız. Ayasofya’nın arkasındaki Soğuk Çeşme Sokağı ne? Mahallede bir estetik var! Bütünlüğü olan bir mimari anlayışla çalışmalıyız. Mahalle mahalle, sokak sokak bu çalışmayı yapmalıyız. 100 yıl sonra birisi geldiği zaman, "Bu şehre birileri emek vermiş, akıl ve alınteri dökmüş" diyebilmeli. Anadolu Hisarı’nın o üstündeki sokaklarda dolaşırken aldığımız o lezzeti hissedeceğimiz bir mimari tasarımdır bahsettiğim..."

2B Yasası ilk çıktığı zaman vatandaş, bu fiyatların yüksek olduğundan yakınmıştı. Diğer yandan ise bu yasadan memnun olmayan bir kesim de vardı. Mesela adam 400 metrekare araziyi 30 bin liraya satın alıyor ve diğer taraftan da bir başka vatandaş, "Peki bu haksızlık değil mi? Biz 30 yıl çalışıp 150 bin lira ödeyip ancak bir daire sahibi olabilmişiz" diyor. Bu noktada nasıl bir değerlendirme yapmak gerekir?

"Bir tarafta oturduğu ikametgâhının barışını isteyenler, diğer tarafta da sizin söylediğiniz gibi itiraz edenler... Siyaset, işte bu sizin söylediğiniz iki farklı görüşteki kişinin ortalamasını alıp, bir barış denklemi kurabilme sanatıdır!

2B, toplumun on milyonunu ilgilendiriyordu. On milyon insanı ilgilendiren bir konuda Yücel Bey bir risk aldı. Bu risk sonucunda da Beykoz'a özel bir uygulamaya gidildi. Toplumun çok önemli bir kısmını ilgilendiren bir konuda bir barış ortaya kondu. Tabi ki, sizin söylediğiniz gibi kimi vatandaşlarımızdan, bu tabloya bakılarak, kendi şartlarını da ortaya koyduğu bir itiraz yükseliyor. Ona da saygı duymaktan başka bir şey elden gelmiyor. 'Peki, bunların da dışında bir şey yapılamaz mıydı?' diye sorarsak da bu kez akla bir başka soru geliyor: İstanbul’u 50 sene evvel yönetenler bu konuda ne yapmışlar? Bunu da sorgulamak gerekiyor. İstanbul’un Anadolu’dan gelen göçlerle birlikte değişen yapısı karşısında vatandaşlarımızı bu problemlerle kim ya da kimler baş başa bırakmıştır? Yoksa bir vatandaşımız kalkıp, 'Biz bu kadar zaman çalıştık ve 150 bin liraya sadece bir daire alabildik. Haksızlık değil mi?' dediğinde, ben buna saygı duyuyorum. Ancak bu konuda yüksek sesle itiraz etme noktasında da değilim. Önümüzde bir sorun vardı ve büyük bir problem olarak da karşımızda durmaktaydı. Milletin önemli bir kısmının rızasıyla biz bu meseleyi çözdük. Türkiye son derece kritik ve önemli bir sorunu artık geride bırakmıştır. Bizler şimdi -bana göre- artık önümüze bakmalıyız."

Milletvekili Metin Külünk’ün 2015 Genel Seçimleri’ndeki hedefi nedir?

"Birincisi, benim bir dünya görüşüm; bu uğurda da sürekli nefes alıp veren hayallerim, planlarım var. İkincisi, benim bu küresel adaletsizliğe itirazım var! Üçüncüsü, üç asırdır insanlık yitiktir. İnsanlığın yitikliğinin en çarpıcı karşılıklarından bir tanesi, okyanusun ortasına terk edilen 200 tane Afrikalıdır. İnsanlığın yitik olduğunun en çarpıcı örneği, Afrika’daki kemikten ibaret ve sadece nefes alıp veren çocuklardır. Çünkü 300 yıl öncesinde yenilen yalnızca Türkler ve Osmanlı olmamıştır. Yenilen; insanlık olmuştur. Ben, yenik düşmüş bir insanlığın galibiyet arayışına düşmüş, bu düşünceye gönül vermiş bir adamım. Bu yenilgiden bir galibiyet çıkarabilmenin derdiyle dertlenen bir adam olarak, İslam Dünyası’nda aklın özgürlüğünü savunan da bir yapıdayım. Akıl özgürlüğünün ve bununla şekillenecek bir medeniyet inşasının gayreti içindeyim. Önümüzde yeni Türkiye tasavvuru var. Devlet Başkanımızın liderliğindeki bu Türkiye tasavvuruna kalpten insanmış birisiyim. Kat edilen onca mesafeye karşın hâlâ yolun başında olduğumuzu söylüyorum. Bireysel anlamda da kendimi bu fikrin ve mücadelenin içerisinde, ruhuyla, fikriyle var olan birisiyim.

Bu millet nerede durmamızı istiyorsa, orada durmaya razı gelecek bir kişiyim. Benim için koltukların çok büyük bir anlamı yoktur. Koltuklar önemlidirler fakat içini hizmetle, akılla, eylemlerle doldurabildiğiniz zaman önemli hale gelirler. Koltuklar, tek başlarına çok da anlamlı değillerdir. İçini neyle doldurduğunuz önemlidir. Benim için bu mücadele, 'yürekten dudağa ulaşmış ve Allah'a hamd ile birlikte gelen' bir kısa duayı alabilme/duyabilme mücadelesidir. Ben nefes alıp verdiğim sürece de amacım, her nerede olursam olayım, bu uğurda yoluna devam edecektir."

Beykoz ile yakından ilgilenen birisi olarak Dost Beykoz’u nasıl yorumluyorsunuz?

"Beykoz’un bu anlamda renkli olması sevindirici bir şey... Ben yerel basının güçlü olması gerektiğine inananlardanım. Şu gazetede ben Türkiye haberini okumak istemem! Ben bu gazetede Ortaçeşme’de ne olduğunu görmek isterim. Çünkü ulusal basında göremem bunu. Dost Beykoz’un da bu anlamda ilçeye katkısı yadsınamaz bir gerçektir. Gerek estetik gerekse teknik olarak da şu haliyle, yerel ölçeği aşkın bir haldedir ve bu anlamda da kıymetlidir. Bunu içtenlikle söylüyorum. Gazeteyi elinize alıp sayfaları çevirdiğinizde, mizanpajından haberin sunulma biçimine kadar tümüyle takdir edilesi bir halde olduğuna tanık oluyorsunuz. Keşke başarabilsek de bizim İstanbul’da 500 bin satan bir gazetemiz olabilse... veya Beykoz ölçeğinde 50 bin satan bir gazetemiz olabilse... Maalesef bu konuda çok gerideyiz. Avrupa’da yerel basın bu anlamda çok güçlü. Köln Gazetesi'nin satış rakamları yüz binleri buluyor. Bizde 'bedava' olmasına rağmen Dost Beykoz’un bu istikrarının önemli olduğunu ve yayın hayatına daha uzun yıllar devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Yine Dost Beykoz'un istikrar ve kalitesini devam ettirebilmesi adına gerek Beykoz Halkı'nın ve gerekse Beykoz'daki siyasetçiler olarak bizlerin hakkettiği değeri vermesi gerektiğine inanıyorum."

Beykoz halkına son olarak söylemek istedikleriniz nedir?

"Beykoz’un önümüzdeki 10 yılda İstanbul için çok anlamlı bir şehir olacağına inanıyorum. Seçim zamanı hangi cümleleri söylediysem hepsinin arkasındayım. Beykoz adına hayallerimin ve daha da önemlisi Beykozlunun hayallerinin gerçekleşmeye başladığını ve bunun katlanarak süreceğini düşünüyorum. Beykozlu vatandaşlarımız rahat olsunlar. Bize güvenmeye de devam etsinler."

Özel Röportaj / Kader Gür

Çubuklu Derneği'ni 'kadınlar' koruyacak
Önceki Çubuklu Derneği'ni 'kadınlar' koruyacak
Beykoz Riva'daki film platosunda yangın çıktı
Sonraki Beykoz Riva'daki film platosunda yangın çıktı