A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 12/01/2014 23:11
  • 11.841

Memur maaşları denilince aklıma hep, “maaşı peşin alıp, devlete borçlanarak bir ay çalışmak” aklıma gelir.

Yani tüm işçiler, bir ay çalıştıktan sonra maaş almaya hak kazandıkları halde, memurlar ise çalışacakları ayın maaşını ayın başında alırlar, sonra o maaşın hakkını, bir ay çalışarak öderler. Bu sistemin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu düşünmek, bugünkü konumuz değil. Zaten bu sistemler, hiç kimsenin itirazı olmadan uzun yıllardan beri uygulanıyor. Peki, bizim konumuz ne? Memur maaşlarının peşinen ödenmesi, yani “borçlandıktan sonra görev yapmayı” bana niçin çok hatırlatıyor? Veya bu durum niçin çok ilginç? Sizlerin de çok hayret edeceğinizden eminim...

Asrın en mühim İslâm Âlimi Bediüzzaman Hz.’nin çok önemli bir tespiti, şu memur maaşlarıyla tam örtüşüyor. Şu edebî cümleyi çözdüğümüz an bana hak vereceksiniz: "Ubudiyet(ibadetler) , mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır..."

Tam anlayamadık, değil mi? 90 Sene öncesinin en edebî bir cümlesi olan şu hârika cümleye, kasıtlı olarak sabık devletler eliyle ve zorla yabancılaştırıldığımız için elbette anlayamadık! Dilimizi katletmelerinin zararlarını, ilmî eserleri anlayamamakta görüyoruz. İşte bu nedenle, genç kardeşlerimiz için şu edebî cümleyi bile açıklamak gerekiyor.

Anlamı şu: “Allah’a yapılan kulluk ve ibadetler, mükâfatın bir sebebi ve başlangıcı değil, (yani Cennet v.b. mükâfatlar beklentisine girmek için değil,) insana önceden verilen nimetlerin bir sonucu, bir neticesidir. Bu sebeple insanlar ibadet ederken, Cennet ve gelecekte verilecek nimetleri hak etmek için değil, daha önceden (hiç hakkı olmadığı halde) ihsan edilen nimetlere bir teşekkür mecburiyeti ile ibadet etmesi gerekir.” Yani, yukarıda arz ettiğimiz memur maaşları gibi, bu peşin aldıklarımızı ödemek için ibadet edilmeliyiz...

Daha açıkçası: Bizler, tüm ibadetlerimizin karşılığını PEŞİNEN almışız. İşte bu nedenlerle, bizlerden istenen kulluk ve ibadetleri harfiyen yerine getirmeye MECBURUZ. Hatta Cennet beklentisi içinde bile olamayız. Ancak Cennet de yüce Rabbimizin fazlından lütfedeceğini bildirdiği çok önemli bir mükâfattır.

Peki, bu ücreti ne zaman ve nasıl almışız? Bunun cevabı da yine Bediüzzaman Hz.’den: “..Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız.(Görevliyiz.) Çünkü ey nefis; hayr-ı mahz (her yönüyle sırf hayır) olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden, Rezzâk ismiyle, bütünmat’umâtı (yüz binlerce çeşit gıdaları) bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.(Her mevsimde vagonlarca sergilemiştir.) Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. (GÖZler, güzel manzaralardan, renklerden, KULAKlar kuş sesleri, su şırıltıları v.d. seslerden, BURUN tüm güzel kokulardan, DİL ise bütün meyve, sebze ve tüm gıdalardan lezzet alır.) Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki,rû-yi zemin (yeryüzü) kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur. (Ağaçların v.b. DAL ellerine takmıştır.) Sonra, mânevî çok rızık ve nimetler isteyen İNSANİYETİ sana verdiğinden, (seni taş, ağaç, hayvan v.s. değil İNSAN olarak yarattığından,) âlem-i mülk (görünen âlem) ve melekût (göremediğimiz GERÇEK âlem) gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. Sonra, seni bâtıl değil de en geçerli din mensubu MÜSLÜMAN yaratmış. … … …
Sonra, ÎMANIN bir nuru olan MUHABBETİ 
(sevgi nimetini) sana vermekle, gayr-ı mütenâhi (sınırsız) bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. Yüce Rabbimiz de bizden istediği ibadetlerin karşılığını, bizlere PEŞİNEN ödemiştir...” Aynı memur maaşları gibi…

Veya herhangi bir sebeple, o görevler ve emirler yerine getirilmez ise peşinen alınmış olanları iade etmek durumundadır. İADE etmesi kesinlikle mümkün olmadığına göre, vaad edilen ve hak ettiği cezayı da mutlaka çekecektir. İBADETLERİMİZ işte bunun için çok önemlidir ve asla ihmal edilmemelidir...

Mustafa İslamoğlu’ndan kulluk için güzel bir te’yid: 

"İnsan Rab olan Allah’a kulluk etmekle, ondan bir karşılık bekleyecek durumda değildir. Zira O’na yaptığı kulluk, alacağına karşılık değil, aldığına karşılıktır.
Çünkü insan, başta varlığı olmak üzere, her şeyini Rabbe borçludur. Kulluk etmesi, borcunu ödemesi anlamına da gelmez. Zira kulluk ederken alacağı her nefes, yaşadığı her an, kullukta kullandığı her organ, kalbinin her atışı yeni bir borçtur. Borç borçla ödenmez. O halde Allah’ın istediği kulun borcunu ödemesi değildir. Borçlu olduğunun bilincinde olması ve itiraf etmesidir. Eğer kul borcunu itiraf ederse, Allah ödemiş kabul edecektir.”…

" Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan) ’dır, Hamid (övülmeye layık) ‘dır." (Fatır Suresi, 15. ayet.) 

Yazarın Yazıları