A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 15/04/2012 00:11
  • 10.903

Önceki yazımda sizlere, Mardin sempozyumu ile ilgili ana başlıklar ve özet alıntılar sunmuştum. Bugün ise hârika, ilginç ve önemli gelişmelerden ve Diyarbakır seyahatimizden bahsetmek istiyorum.

Ancak, öncelikle bu sempozyumun diğerlerinden farklılığını ve niçin çok-çok önemli olduğunu arz etmeye çalışacağım.

Yüz küsur sene önce Yüce Rabbimiz tarafından, çağımızın ihtiyaçlarına ait ilim ve kabiliyetlerle donatılarak gönderilmiş olan Bediüzzaman Hz.’nin, Padişaha ve sonraki yönetime ısrarla sunduğu islâh reçeteleri, maalesef uygulanamamıştı. Oysa; ihmal edilmiş o bölgenin islâh edilmemesi halinde, koca ülkenin başına onarılmaz yaralar ve dertler açılacağı, Bediüzzaman Hz. Tarafından tespit edilmişti. Üstelik sadece tespit etmekle de bırakmamış, mutlak çözüm reçetelerini de, beraberinde takdim etmişti.

 

Padişaha ilk müracaatında, kılık-kıyafetine ve aşırı cesaretine bakılarak ve belki de kıskanılarak “mecnun” muamelesine tâbî tutulmuştu.

 

O günkü en kapsamlı akıl hastanesine sevk edildiğinde ise “..eğer bu şahısta zerre kadar mecnunluk eseri var ise dünyada akıllı kimse yoktur” raporu çıkmıştı. Bu te’yidden sonra Bediüzzaman Hz.’nin teklifleri ciddiye alınarak uygulamaya konulduysa da, kısa bir zaman sonra, 1. Cihan harbi patlak verdiğinden, maalesef bu reçeteler bir kenara atılmış oldu...

TBMM Açılışında Bediüzzaman Hz.; “açılış duası” yapması için çağırıldığında da, yine bu reçeteler doğrultusunda çok cesur bir konuşma yapmış, fakat gecikmiş olan acı reçeteler, bazılarının canını acıtmıştı. Kendisine tepki gösterildi. Bu tepkilere dayanamayarak ve “siyasettekilerle çözüme ulaşılamayacağını” anlayınca meclisi terk ederek, Van’a döndü.

 

Sivil iradeyle; hem Güneydoğu’nun, hem tüm ülkenin, hem de tüm insanlığın, dünya hayatında ve Âhiret hayatında selâmete ermeleri için, daha etkili reçeteler hazırlamaya başladı. Bediüzzaman Hz.’nin, talebeleriyle birlikte bu müspet çalışma ve gayretleri de, Yüce dinimize bile ters düşen o günkü tek parti zihniyeti tarafından yakın takibe alındı. Engellemek için bin bir türlü desise, entrika ve baskılarla yıldırılmak, daha sonra da susturulmak istendi. Asılan âlimler gösterilerek tehdit edildi. Yetmedi, 163. Madde çıkarıldı. Hatta 2510/34 sayılı iskân kanundaki 7. Madde de değişiklik yapılarak, zorunlu ikametlere mecbur edildi. Bugün yürürlükte olmayan o günkü bu ek madde şöyledir: “..TÜRK IRKINDAN OLMAYANLAR, hükümetten yardım istemeseler bile, hükümetin göstereceği yerde yurt tutmaya ve hükümetin izni olmadıkça buralarda kalmaya mecburdurlar.” (Bkz. Akrebin Kıskacında S.98. Av. A.Ö.) Bu madde Türk ırkının dışındaki tüm lâz, çerkez, kürt, ve diğer ırkları kapsadığı halde, kürt olduğundan, sadece Bediüzzaman Hz. için uygulandığı, bilinen acı bir gerçektir... Böylesine acı verici baskılar altına alınmasına, 28 sene sürgün hayatına, mahkemelere, hapislere ve 19 defa zehirlenmelere rağmen, insanlığın selâmeti için didinen Bediüzzaman Hz. Durdurulamadı.  Çünkü; Allahın c.c. özel inayeti altındaydı. Yüce Rabbimiz tarafından ilham edilen hakikatleri haykırmaktan ve yazmaktan, bir adım bile duraklamadı. İç ve dış şer güçlerin tümüne meydan okudu. Matbaalar bile yasaklandığından, el yazmasıyla 6000 küsur sayfadan fazla eser yazdırdı. Bugün 6 kıtada 50 ayrı lisanda okunuyor ve baş tacı ediliyor. Adına, üniversitelerde kürsüler kuruluyor. Ekolü ile ilgili mastırlar, doktoralar ve derin araştırmalar yapılıyor. Asrın bilim adamları, onun eserleri karşısında düğme ilikliyor. O günkü mâlum ceberut yönetim tarafından, o mübarek zâta maalesef “bir kabir bile” çok görüldü ve kabri boşaltıldı... 

 

·        Mardin Sempozyumu, işte bunun için çok-çok önemlidir.

Dış ve iç şer güçlerin bir nevi yapılanması olan E.T.Ö. deşifre edildikçe, gerçekler bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmaya başladı. Neyin altın, neyin elmas ve neyin pırlanta olduğu, hem bilim adamları, hem siyasiler, hem kanaat önderleri ve hem de bu güne kadar sindirilen masum halk tarafından da anlaşılmaya başladı.

·        Mardin sempozyumu, işte bu gecikmiş idrâkin bir tezahürüdür.

Akademik seviyede bir haykırıştır. 100 Sene kadar önce takdim edilmiş olan gerçek reçetelerin, bu kangren olmuş yaraya geç dahi olsa, bir operasyonun başlangıcıdır.

İnşaallah bu kez ciddiyetle uygulanır ve cümle âlem rahat bir nefes alır…

 

Bu ekolü henüz incelememiş olanlar, merak ediyorlardır. Acaba bu reçetede neler var?

Tadımlık olarak; sadece tek bir cümlesini özetlemeye çalışayım.

Bediüzzaman Hz. "Bizim düşmanımız; CEHALET, ZARURET (yoksulluk) ve İHTİLÂF(yani, bölünmüşlük, ötekileştirilmişlik, dışlanmışlık)’tır. Bu üç düşmana karşı SAN’AT(teknoloji), MARİFET (bilim), İTTİFAK (kardeşlik kaynaşması) silahıyla cihad edeceğiz…" ..buyuruyor.

Şimdi şu kısacık ve tek cümleye lütfen dikkat edelim:

·        Türkiye ve özellikle güneydoğu insanı, yüz yıla yakın bir zaman içinde, bu üç düşmanla baş başa bırakılmadı mı? Kaderlerine terk edilmediler mi? Dağlarına, inadına “ne mutlu Türküm diyene” yazılmadı mı? Kendi diliyle konuşması ve eğitim yapması yasaklanmadı mı? Bu haklarını talep ettiklerinde ise, tepelerine binilmedi mi?...  

·        Bediüzzaman Hz.’nin reçetesinin sadece yukarıdaki maddesi, o yıllarda titizlikle uygulansaydı, bugün bu anarşik olaylar olur muydu? Yüz bine yakın insanımız ölür müydü? 400 Milyonluk milli sermaye habâ olur muydu?...

İşte Mardin üniversitesinde 91 bilim adamının analizini yaptığı reçetedeki maddelerden, sadece bir tanesi buydu...

Sizlere 155 sayfalık Münazarat kitabından sadece bir cümle sundum.

Değerini, önemini ve diğerlerini siz düşünün ve karşısında düğme ilikleyen binlerce bilim adamlarına hak verin. Diğer yandan ise Bediüzzaman Hz., ne denli ileri görüşlü ve feraset sahibi bir âlim olduğunu artık hepimiz anlayalım…

Saygıdeğer dostlarım.

Bugün sizlere Diyarbakır seyahatimden de bahsedeceğimi bildirmiştim. Ancak, “Böylesine müthiş bir yangının söndürülme çalışmaları varken, seyahat notlarımın ne önemi var?...”

Fakat söz verdiğim için, birkaç cümleyle özetlemeye çalışayım:

Diyarbakır; medyada abartıldığı gibi ürkülen ve kurtarılmış bölge gibi bir şehir değil, aksine bir hayli sakin bir şehir. O olayların körüklendiği bir veya iki sokak var. Bu iki sokak, TV ekranlarında abartılarak teşhir ediliyor. Bunları, görüştüğümüz taksi şoförleri, esnaf ve yerli halk söylüyorlar. Çok misafirperver bir halkı var. Şu anda birçok gerçeği idrak etmişler, fakat yukarıda belirtilen sebepler nedeniyle, hâlâ yılgınlıkları ve çekingenlikleri var.Haksız da değiller hani. Sempozyumda sunulan reçeteler, bunca yıllık gecikmelere rağmen uygulanması halinde, 5-10 yıl içinde, en huzurlu ve en mutlu bir bölge olacağı muhakkaktır. Çünkü, bir çok açıdan özlemişlik ve susamışlıkları var. Bu konuda hükümetimiz de,  üniversitelerimiz de, sivil toplum kuruluşlarımız da bilinçli ve ciddi adımlar atmaya başladılar. Tahrip kolay, fakat tamir zor olduğu için, elbette iyileşme de yavaş oluyor.

·        İşte, Mardin Üniversitesindeki Sempozyum, bunun için çok önemlidir…

Bediüzzaman Hz.’nin bir müjdesi: "Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür seda, İslam’ın sedası olacaktır." Burada mühim olan, biz hangi saftayız?Vesselâm…

Yazarın Yazıları