A. Raif ÖZTÜRK
  • 16/10/2017 Son günceleme: 16/10/2017 19:21
  • 4.827

İslâm tarihinin ilk imparatorluğu olan Endülüs İslâm Medeniyetinin kalıntılarını ve harika eserlerini ziyaret için, eşimle ve bazı arkadaşlarımızla İspanya’ya gidecektik. Hünkâr Turun bizden istediği 15 maddelik gerekli evrakları büyük bir titizlikle hazırladık ve İspanya konsolosluğuna gittik.

Burada yaşadığımız sorgulama sonrası o psikolojik travmaya geçmeden önce, dilerseniz Endülüs tarihini kısaca hatırlayalım:

Başkenti Şam'da bulunan Emevi Devleti, daha İslâmiyet’in ilk yüzyılı olan yüzyılda Kuzey Afrika'nın tümüne hâkim olmuştu.

8. yüzyılın başında (yani 714 yılında) Emevi Devleti'nin Kuzey Afrika'daki valisi olan Musa Bin Nusayri, Emevi Halifesi Velid Bin Abdülmelik'in desteğiyle bir Berberî kumandan olan Tarık bin Ziyad'ı, Cebelitarık Boğazı'nı geçerek İber Yarımadası'na gönderdi. O zamanlar Yarımadası Germen asıllı bir ulus olan Vizigotların elindeydi ve başkentleri Toledo kentinde bulunuyordu.

Tarık bin Ziyad'ın savaşta hiçbir askerin ricat (yani geri dönüş) ümidi olmaması için, kendi gemilerini yaktırdığı ve “önümüzde deniz gibi bir düşman ordusu, arkamızda ise düşman gibi bir deniz var, bu savaşı mutlaka kazanmalıyız” dediği belirtilir.

Bu kararlılıkla Tarık Bin Ziyad, Vizigot kralı Rodrigo'yu ağır bir yenilgiye uğrattı. Vizigot krallığı parçalandı ve bütün İber yarımadası kısa bir süre içinde Müslümanların eline geçti. 750yılına kadar 36 yıl Endülüs Emevilerin gönderdiği valiler tarafından yönetildi. 750 yılında AbbasilerBağdat'ta halifeliklerini ilan ettiler ve Emevi hanedanından Abdurrahman bin Muaviye, Endülüs'e giderek kendisini Emevi emiri ilan etti. Akabinde Kurtuba (Córdoba) kentini kendisine başkent yaptı. İberya Yarımadası'nda Müslümanların fethettikleri bütün topraklar (bugünkü İspanya, Portekiz ve Güney Fransa), "Müslüman İspanya" kastedilerek Endülüs adıyla anılırken, Hıristiyanların etkili olarak 1085yılında başarmaya başladıkları Reconquista (yani, Endülüs'ü Müslümanlardan geri alma hareketi) ile birlikte toprak kaybı hızlandıktan sonra, sadece İslâm hâkimiyetindeki yerler bu isimle anılır olmuştur. 376 Yıl süren bu hâkimiyet sırasında, bu beldelerde binlerce İslâm abidesi inşa edilmiş olup, bunlardan sadece bir tanesi 27 000 kişi kapasiteli Kortoba camiidir.

Bu ünlü devletin çöküş veya diz çöktürülüş sebebi de çok ilginçtir. Yani hep aynı sinsilikte “böl, parçala, birbirilerine düşman et, sinsi hile ve iftiralarla birbirileriyle çatıştır ve zayıf düşürerek yut” taktiğidir. Şöyle ki:

Endülüs Emevi Devleti'nin son halifesi olan III. Hişam1031yılında öldüğünde, dış devletlerin sinsi planlarıyla Endülüs toprakları,çok sayıda bağımsız devletçiklere bölündü. Bu devletçikler hem kendi aralarında çarpışmaya başladılar, hem de İspanya'nın Hristiyan devletçiklerinin de saldırılarıyla karşı karşıya kaldılar ve zayıf düşerek kolay yutulur lokma oldular. Acı akıbet malum…

Bu günkü Kuzey Irak’ta uygulanan sinsi planlar gibi. Yani, tarihten ibret alınmadığı için, hâlen tekerrür ettiriliyor. …

Neyse, Endülüs tarihini özetlememiz biraz uzadı galiba. Biz esas konumuza,yani Konsolosluktaki Sorgulama sonrası, Psikolojik Travmaya dönelim:

 

Büyük bir titizlikle hazırladığımız o 15 maddelik gerekli evrakları, konsolosluk görevlisine verip beklemeye başladık. Her birimize de ayrı ayrıhaklı olarak; “.bu evrak eksik ve geçersiz.” “Bu evrak gereksiz, hiçbir işe yaramaz.” “Gerekli olduğu halde, falan evrak yok, nerede?”gibi sorgulamalar yaşadık. Sonra da“Bunları gerektiği şekilde hazırlayarak tekrar geleceksiniz” gibi ikazlar alarak oradan ayrıldık. Çok şükür ki geri dönüp, eksikleri tamamlama imkânlarımız vardı ve o gün hallettik.

Ancak burada böyle sıkıntılı terler dökmek, bana istikbalde mutlaka yaşayacağımız çok daha önemli sorgulamaları hatırlattı. Mutlaka gireceğimiz Kabirde Müncer-Nekir sorgulamalarını ve çok daha önemlisi de Mahkeme-i Kübra sorgulamalarını hatırlattı!

Lütfü İlâhi ile İman ile vefat etsek bile, bizlere Kabirde ve Mahkeme-i Kübra’da: “Namazlarınız eksik ve bazıları da geçersiz!” “Oruçlarınız da eksik, bazıları da sakat.” “Hac yapmışsınız, fakat Riya karışmış.” “Zekât vermişsiniz fakat hem eksik, hem gösterişle ve hem de yoksula tepeden bakarak rencide etmişsiniz, geçersiz olmuş.” “Kurban kesmişsiniz, fakat konu-komşu desinler diye olduğundan, red.” “Kur’an okumuşsunuz, hayır-hasenat yapmışsınız, fakat yarıdan çoğu halk sizi beğensin diye olmuş. Halk da sizi beğenmiş ve buraya bir şey kalmamış.”“Evlât yetiştirmişsiniz, fakat onlara kısacık dünya hayatı için 15-20 yıl eğitim verdirmişsiniz de EBEDÎ ve SONSUZ bir Berzah ve ahret hayatını kazanmaları için sadece 3-5 yıl eğitim verdirmişsiniz, bu da çok eksik”.vs.denilirse, acaba telâfi imkânı olmayan o âlemde halimiz nice olur, diye çok düşündüm, endişelendim ve çok korktum.

Bu duygular içinde çareler ararken, Zümer Suresi 53. Ayeti imdadıma yetişti.

-De ki: “Ey nefisleri aleyhine (günah işlemekle ömürlerini) israf eden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidi kesmeyin! Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar! Doğrusu, Gafur, Rahîm (kullarına çok merhamet eden)ancak O'dur.”.müjdesi banabir nebze teselli oldu. Fakat hâlâ endişe ve tereddütler içindeyim.

Henüz yaşıyorken, yani elimizde bunları telâfi etme imkânı varken, asrımız için bir nevi can simidi olan Nur Terapilerle, bu konuda seferber olmaktan başka çaremiz yok! Allah cc hepimizin Yâr ve yardımcımız olsun… Âmin.

Yazarın Yazıları