Ekrem TUNCER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 18/03/2014 23:11
  • 11.586

Bir önceki yazıdan devam.... Mart 2009 seçimlerinden bir süre sonra Belediye Başkan adayımız Salih Birinci'nin tekrar İlçe Başkanlığına dönmesiyle Beykoz'da teşkilat olarak yeni bir yapılanmaya gittik..

Bu dönemde bize de STK'lardan sorumlu ilçe Başkan yardımcılığı görevi verildi. (23 yaşındaydım) Seçim akabi olmasına rağmen bölge derneklerinden başlayarak ziyaret ve toplantılar yaptık. Beykoz'da bir ilki gerçekleştirerek; Muharrem ayında, Cemevi'nde iftar organize ettik. Tam görevime ısınmışken; İl Gençlik Kolları Başkanlığımızdaki yeni yapılanmada görev almamız gerektiği söylendi. Yaptığım istişareler sonucu önce Mali konular daha sonra da Tanıtımdan sorumlu İl Başkan Yardımcılığı görevlerini üstlendim. Her şey güzel giderken; Genel Merkez, 11 Temmuz 2010 tarihinde olağanüstü kongre yapılacağını duyurdu. Milli Görüş siyasetinde olmayan bir durumdu. Bizde bu işler olağan, yapılması zorunlu olduğu için yapılırdı. Ilde herkes birbirine; 'Nereden çıktı bu şimdi?' diye soruyordu. Ankara'da gittiğimiz toplantılarda Hocamız ile Genel Başkanımız arasında bir sıkıntı olduğunu hissediyorduk ama işin kopma noktasına varacağına inanmak istemiyorduk.


Genel Merkez; Kongre salonundaki tüm görevleri İstanbul İl Gençlik Kollarına vermişti. Bana da tribün sorumluluğu düştü. Belirlediğimiz sloganların dışına çıkılmaması ve kurumsal pankartlarımızdan başkasının asılmamasını sağlayacaktım. Kongre güzel başlamıştı. Salonda iyi bir hava vardı. Ortak sloganımız; 'Mücahit Erbakan, Başbakan Numan' şeklindeydi. Genel Başkanımızın gelmesiyle Tribünlerin bazı noktalarında kıpırdanmalar olduğunu fark ettik. Bir grup; 'Hocaya Sadakat Şerefimizdir.' gibi sloganlar atıyor, viniller açıyordu. Zamanında çokça söylediğim bu ifadelerin o gün o ortamda sakıncalı hale gelmesi ve benim ona müdahale ediyor olmam gerçekten şahsım adına çok ama çok üzücüydü. Ortam gerilmeye başlamıştı. Genel Başkanımız konuşmasını yaparken sataşma olmaması için sakıncalı gördüklerimizi kongre salonunun dışına çıkartmaya başladık. 

Numan Bey, o sıralar Milli Görüş'ün oluşumunu anlatırken; tutturmuştu: bir 'Filibeli Ahmet, Sait Halim Paşalar' gidiyordu. Kongrede de yine benzer ifadelerden bahsedip; Adnan Menderes'in ruhunu davet ederek, tüyü dikip kürsüden indi. Söylenenler doğruydu ama yanlış zamanda, yanlış zeminde konuşmuştuMillet kendisinden Hocamıza vurgu yapan ifadeler bekliyordu. Filibelisi, Paşası vs. Kimsenin umurunda değildi.

Erbakan Hocamızın salona teşrif edeceğini öğrenince sevinmiştim. Her şeyin yoluna gireceğine inanmak istiyordum. O da ne? Hocamız; sanki kongreye gelmemiş, ortada hiçbir sıkıntı yok, başladı 'Hayim Nahum' doktrininden anlatmaya... İçimden 'hadi hocam bir işaret ver, şu gerginliği bitir' diye söylenirken; telefonum çalmaya başladı. Arayan Fatih Erbakan'dı. Kongreye gelmemişti. İki liste çıkacağını, Hocamızın yeşil listeyi onayladığını söyledi ve 'Arkadaşlarımızı ona göre yönlendirin' dedi. 'Niye böyle oldu?' diye sorunca; 'Muhterem Babam ile Numan Bey dün gece bu yeşil listede uzlaştılar. Ama sabah Genel Başkan listeyi değiştirmiş' dedi. Şok olmuştum. Ama iki listenin Genel Başkan Adayının Numan Kurtulmuş olması içime su serpmişti.

Biraz olsun rahatlamışken; Numan bey kürsüye çıkıp yeşil listenin Genel Başkanlığındanistifa ettiğini söyleyince ortam yine elektriklendi. Hocamızın listesinden istifalar divan başkanıTeoman Rıza Güneri'ye peşi sıra gelmeye başladı. Kurtulmuş taraftarları yeşil listeyi delmişti anlayacağınız. Şaşkınlık içerisinde olanları izlerken Fatih Erbakan yine aradı ve delegasyona oykullanılmaması yönünde telkinde bulunmamı, böylelikle yeter sayıya ulaşılamayarak,kongrenin iptal ettirileceğini söyledi. Bende bunun üzerine salonu terk ederek, bahçede Fatih Akdağoğlu (Şuan Saadet'ten Meclis üyesi adayı) ile durum değerlendirmesi yaparken içerisinin iyice karıştığı haberi geldi. Bu sefer olayları yatıştırmak için tekrar içeri girdiğimizde Divan Başkanlığını Salih Turhan'ın (Agd'nin şuan ki Genel Başkanı) başında olduğu bir grubun işgal etmeye çalıştığını görünce kürsüye çıkarak duruma müdahale ettik. Salih Turhan'a; 'Neyapıyorsunuz abi? Ayıp değil mi?' diye çıkışında o da utanarak; 'Ben insanları sakinleştiriyorum' dedi ve öyle de yapmaya başladı. O sırada yaşanan arbede de platformdan düştüm. Gerisinin bir önemi yok. Saadet Partisi olarak rezil olmuştuk ve Milletin gözünden de düşmeye başladığımız süreçlere doğru sürüklenmeye başlamıştık. Olaylı iftarlar, bizim arayı bulmak için, Ramazan ayında Altınoluk'a Hocamıza gidip kapıdan döndürülmemiz,havalimanında Hocamızı karşılamaya giderken araçlarımızın darp edilmesi vs. Sonraki aylarda gördük ki Fatih beyin dediği gibi oldu. CHP'li Önder Sav'ın omuz vermesiyle partiye şimdikiGenel Başkan Prof. Dr. Mustafa Kamalak kayyum olarak atandı ve 17 Ekim'de kongre yapılması kararı alındı. Bunun üzerine Prof. Dr. Numan Kurtulmuş yaşanan olayları göz önünde bulundurarak 'Kerbela olmasın' dedi ve istifa etti. 

Benim için siyaset o saatten sonra ruhen bitmişti. Çünkü inandığım tüm değerlerin kutsiyeti yıkılmış, gönül verdiğimiz büyüklerimizin zaaflarını gördükçe davaya olan inancım resmen tecavüze uğramıştı. Ama sağ olsunlar kıymetli dostum, Abi'm, başkanım, İhsan Sorar yakamı bırakmadı ve Has Parti serüvenimiz başladı. Tabii Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarının samimiyetine de inanıyordum. Öyle olmasa Parti'nin kuruluş aşamasında yer almazdım. O süreçte çok git geller yaşamadım desem yalan olur. Hocamızın varlığına ve Saadet'in başında oluşuna rağmen benim Has Parti'de olmam gerçekten kendi açımdan bile kabul edilebilir bir durum değildi. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim; Numan Kurtulmuşsayesinde siyasetteki tabularımı ve sığ yaklaşımlarımı ortadan kaldırmış oldum. Olayları hep bir noktaya kilitleyip, günlük siyasete ayak uyduramıyor ve bizim dışımızdakileri ötekileştirerek siyaset yapıyorduk. 'Bizden başka doğru yoktur. Varsa da doğruya en yakın yanlıştır. Ve daha tehlikelidir.' Mantığıyla hareket ediyorduk. Aslına bakarsak; doğruya en yakın yanlış bizmişiz de haberimiz yokmuş. 

Erbakan Hocamızın vefatı...

27 Şubat 2011 Mecidiyeköy meydanında Has Parti Gençliği olarak 28 Şubat ile ilgili bir Tiyatro sahneleyeceğiz. Öncesinde de divan toplantısı yapmıştık. Arkadaşlarımız meydana geçtiler. Toplantıya başkanlık yaptığım için tutanakların tasnifiyle ilgili komisyon üyelerimle salonda biraz daha kalmıştım. Aklımda meydandaydı. Ulusal basın, ajanslar hep gelmişti. Ben Süleyman Demirel'i oynayacaktım. İşimiz bitip meydana doğru yürümeye başladık ki; bir sessizlik var. İçimde kıpırdanmalar başladı. İhsan Sorar'ın gözündeki yaşları görünce meseleyi anlamıştım. Hocamız vefat etmişti. Bir gün göçüp gidecekti ama böyle olacağını hiç ama hiç düşünmemiştim. Programı iptal ettik ve meydandan ayrıldık. 

Aldığımız tehditler sebebiyle Cenazeye 'yabancı' gibi katılmak zorunda kalmıştık. Öyle bir psikolojik baskı vardı ki üstümüzde sanki Hocamızı biz öldürmüştük. Bir gece öncesinden Fatih Camii'ne yakın bir evde (Abdülkerim Buğra Şimşek'in evi) konaklamıştık. Sabah da AtPazarındaki Bab-ı Yaren'e geçip Prof. Dr. Numan Kurtulmuş'u beklemeye başladık. Koruma sayısı artırılmıştı ama olası bir karışıklık için tedbir almamız istenmişti. Bizde aracımızı Fatih Camii'nin Protokol çıkışına önceden park etmiştik. Aksi bir durum olursa Numan Başkanımızı o araç ile uzaklaştıracaktık. Emniyetteki arkadaşlarla istişare yapmaktan acımızı bile yaşayamadık anlayacağınız. 

2011 seçimleribenim için öncekilere göre daha teknik geçmişti. Halk ile birebir temasım sadece ilçem Beykoz'da olmuştu. Onun dışında çoğunlukla Teşkilat içi programlara ağırlık vermiştim. Beklentim % 2 ile % 3 arasında oy alacağımız yönündeydi. Sonuçları İl Merkezimizde takip ediyorduk. Bilgiler geldikçe moraller dip yapmaya başladı. Saadet'in bile gerisinde kalmamıza anlam verememiştim. Bu arada Genel Başkan Yardımcılarımızdan Prof. Dr. Mehmet BEKAROĞLU'nun 'bu parti tutmamıştır.' Tweetini görünce iyice kızmıştım. Hemen kendisini aradım ve tepki gösterdim ardından da ilçe teşkilatlarımıza moral vermek için tek tek İlçe Başkanlarımız ile görüşmelere başladım. HAS Parti'ye seçimden sonra daha fazla ısındım diyebilirim. Çünkü yenilgiler siyasette benim vazgeçilmezim olmuştu. 

Seçim sonrası Yaz rehavetini de atlattıktan sonra çalışmalarımıza başladık. Oy oranlarının bizim açımızdan bir önemi yoktu. Teşkilatları yavaş yavaş toparlamaya başlamıştık ki; Genel Başkanımız İstanbul'a ortada hiçbir sebep yokken Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu'nu İl Başkanı olarak atadı. Ben ve arkadaşlarım Mehmet Bekaroğlu'nun tavır ve davranışlarından ciddi şekilde rahatsızdık ve atanma şeklide Numan Kurtulmuş'un söylemleriyle ciddi manada çelişiyordu. Yaptığımız uyarılar dikkate alınmayınca topluca istifa kararı aldık. Ama iki gün gecikmeli olarak istifa ettik. Çünkü Fatih Üniversitesi’nde bir programımız vardı önceden planlanan, onun aksamasını istemedik. O programa Genel Başkanımız ve Bekaroğlu ile beraber katıldım. Akşamında da icra toplantısında istifa edeceğimi ifade ettim. Sağ olsun Mehmet Bekaroğlu bey, benimle güzel işler yapacağını, bir daha düşünmem gerektiğini ve önümün siyasette açık olduğunu ifade etti. Ama geldiğimiz noktada o şuanda Rize'de Saadet'in adayı, Numan Kurtulmu’ta AK Parti'nin Genel Başkan Yardımcısı..

30 Mart 2014 Yerel Seçimleri.

HAS Parti'deki görevlerimden 17 Kasım 2011 yılında istifa ettiğimden bu tarafa aktif siyasetin dışındayım. Zaman zaman parti kapanana kadar bazı programlara iştirak ettik. AK Parti'ye katılım sağlandığı vakit aldığım davetlere de icabet ettim. Ama AK Parti üyesi değilim.Olmayı da şu aşamada düşünmüyorum. Çevremden bazı arkadaşların beni AK Parti ile olumlu veya olumsuz manada yakıştırmalarına da aldırış etmiyorum. Çünkü ben kendimi biliyorum. Allah'ta biliyor. Pekii bu seçimde ne yapacağım? Sorusuna gelirsek; ülkemiz maalesef her seçim ortamında olduğu gibi yine kutuplaştırıldı. Belediye yöneticilerini değil de mevcut Hükümeti oyluyoruz sanki. Resmen AK Parti Hükümetinin güven oylamasına dönen bir seçim ortamı var. Bir tarafta Cemaat ile CHP ittifakı, bir tarafta iki ırkçı Parti'nin (BDP ve MHP) tabanlarını muhafaza etmek için ellerinden geleni artlarına koymamaları. Diğer tarafta da bunlardan prim yapan AK PartiSaadetBBP vesaireleri bu işlerin dışında, sanki seçime girmiyorlar. Bu partilerin etkisini bazı bölgelerdeki güçlü adayları sayesinde görebiliyoruz. Mesela; Saadet, Rize'de iddialı. BBP Beykoz ve Keçiören'de etkili. Millet Partisi aynı şekildeBeykoz'da aktif. Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar yerde isimlerinden söz ettiren bu partilerden birtek Saadet'te düzenli ve hiyerarşik çalışma bulabilirsiniz. Onda da maalesef iç karışıklıklar, dedikodular, fitne ve fesat almış başını gidiyor. 

Yıllarca savunduğum; 'AK Parti'ye mecbur değiliz' felsefesinden vazgeçmiş değilim. Bu ülkede AK Parti'den öncesi de var. O zaman dindar kesim daha samimi, dürüst, ihlaslı ve helal kazanca dikkat ediciydi. Şimdi maaşallah, devletin ve milletin malının üstüne oturmuş, homur homur yiyerek; İslam davası güdülüyor. 'Şu sorunu biz çözdük, bunu da biz çözeceğiz' gibi kibirli tavırlarıyla ahkam kesen, içindeki manevi duyguları boşalmış, dışı çeşitli markalarınsüsüyle dolu insanlık müsvetteleri!! Tabii çözeceksiniz. Bu millet size hep yiyesiniz, içesiniz diye oy vermedi. Bu kadar zaman iktidarda nasıl kaldınız? Allah'ın yarattığı özel insanlar mısınız siz? Kendinize 'mülk' gördüğünüz şeyler ayağınızın altından kayıp gittikten sonra ne kadar ahlanıp vahlansanız bir işe yaramaz. Ortalık sanal mücadeleden, klavye mücahidinden geçilmiyor. Çıkıp kefen giyiyor süslü püslü jargon Müslümanı genç kardeşim. Hadi oradan sana mı kalmış o iş. Önce sen, o yaşta nasıl palazlandın onun hesabını ver. Tiki, karizma,entellektüel, cart-curt bilmem ne bela.. İşimiz bu zavallılara, alçaklık komplekslilere kaldıysa vay halimize. Cemaat ile sizi bir kefeye koysak belki sağ tarafımıza denk gelirsiniz ama bu ders almamanız anlamına gelmiyor. Bu adamlarla kol kola gezerken; alaycı ve aşağılayıcı gözlerle baktığınız samimi binlerce nasihat size kifayet etmedi. Demek ki; bu bela sizi dize getirecek. Sizi paklayacak, aydınlatacak ve samimiyet kazandıracak. Başınıza gelmesi muhtemel bu belanın ne yanındayım ne de destekçisiyim. Ama köstekçisi olmak içinde size oy verecek değilim. Sadece dua edeceğim ki; bu bela sizlere, bizlere ve tüm inananlara çeki/düzen versin. Allah cümlemizi hayırla ıslah etsin. 

Bu niyet ve düşünce ile ben oyumu kötünün iyisi olarak gördüğüm SAADET PARTİSİ'ne vereceğim. Ama Beykoz'da Selman Yücel'e oy vermenin doğru olduğunudüşünmüyorum. Teşkilatın içerisinde aday kalmamış gibi dışarıdan bir kişinin getirilmesiBeykoz halkına yapılan bir haksızlık. 'Zaten kazanamayacağız' mantığıyla hareket edilmiş. İşte ben bu sığ, bağnaz ve akılsız yaklaşımları kabullenemiyorum. Bakın, BBP ve Millet Partisi'ne.. Onlar da kazanamayacaklar ama iddialı adaylarla seçime girdiler ve kendi rekorlarını kıracakları kesin gibi.. 

Adayları ele alırsak;

Mehmet Ali Anafarta: Güzel bir çalışma yapıyor. Beklediğimin üstünde bir performans sergiledi. Ama Beykoz'da Belediye Başkanlığı yapabilecek düzeyde değil. Tamamladığı ve istikrarlı olduğu bir tane işini görmüş değilim. Adaylığa çıkış felsefesinde Alaattin Köseler'e destek mantığıyla hareket etmesi yanlıştı. Sevdiğim bir arkadaşımdır. İleriye dönük iyi bir yatırım yapmış oldu. Umarım hesapları hasbi olur ve tutar. 

Bilgehan Murat Miniç: BBP'nin bu zamana kadar Beykoz'da çıkardığı en iyi adaydır. Belki de mevcut adayların en iyisidir. Ama O'nun da Mustafa Tahmaz'a endeksli bir şekilde aday olması itici duruyor. Giresun'un adayı olarak hafızalarda yer edecektir. Anafarta gibi o da çıkış noktasında hata yapmıştır. Ama geleceğe dönük iyi bir iz bırakacağı kesin. Bana; 'Yüzde %10 'u geçeceğiz' dedi. İhtimal vermiyorum. Siyasette hep belli bir çizgide durmayı başarmış, inandığı gibi yaşamayı şiar edinmiş iyi bir dostumdur.

Selman Yücel: Güleryüzlü ve Babacandır. Saadet'ten ayrıldığım süreçte nezaketini bana ve birçok arkadaşımıza muhafaza eden ender bir kişidir. Sevdiğim bir Abi'mdir. El-Aziz ile irtibatlı olması dışında kızdığım bir yönü yoktur. Liyakatine de diyecek bir şeyim yok.

Hızır Yılmaz: Bana göre, CHP'nin gelmiş/geçmiş en kötü adayıdır. Üçüncü olmayı başarabilir. Fazlaca yorum yapmaya gerek duymuyorum. Şahsen tanışıklığımız yok.

Mimar Alaattin Köseler: MHP'nin görüp göreceği en iyi adayıdır. Bağımsız aday olması daha şık olurdu. Böyle saf değiştirmeler halk nezdinde fazla itibar görmüyor. Beklediğimden düşük bir performans sergiliyor. Sağ seçmen sempatizanlarından oy desteği alırsa; ikinci olabilir.

Yücel Çelikbilek: ihlaslı, samimi, dürüst bir kişi. Beykoz'un en önemli sorunu olan Mülkiyet hususunda adeta bir devrim yapmıştır. Hataları, eksiklikleri tabi ki vardır. Özellikle beşeri ilişkilerinde. O da tamamen iş odaklı olmasından kaynaklanmakta. Önümüzdeki dönemdeBeykoz'a gelecek olan ciddi manadaki kaynağı yine Beykoz halkı için kullanabilecek tek adaydır. Geçtiğimiz dönemde teknik çalıştı. Önümüzdeki dönemde daha pratik ve faal olacaktır. 94 ve 99 arasında yaptıklarına güvenerek bunları söylüyorum. Oyumu Belediye Başkanımıza vereceğim. Vebale girmemek için bu tercihi yapmam gerektiğini düşünüyorum. Benim mantığım; 'CHP gelir onun için zorunlu tercih ediyorum.' şeklinde değil. En liyakatlisi, tecrübelisi ve yaptığı hizmet ile oyu hak edişi sebebiyledir.

Şimdi bir takım adamlarMülkiyetin hala çözülmediğinden dem vuruyor. Ben Gayrimenkul danışmanlığı yaptım. Bu konuda eğitimimde, pratik tecrübemde var. Lokal bazı sıkıntılardışında bu iş çözülmüştür. Fiyatların yüksekliğinden yakınıyorsunuz. 'İtiraz ettiğiniz paranın iki katına satar mısınız?' desem havalara zıplarsınız. Yapmayın ALLAH aşkına. Keseri hep kendinize yontmayın. 

Beykozlunun, Beykoz'da kalacağı şekilde bu sorun çözülmüştür. Bu işin yapılışında ateşten gömlek giyilmiştir. Tepkilere göğüs gerilmiştir. Benim Yücel Başkan'ın emeklerinin,Beykoz'un kazanımlarının heba edilmesine gönlüm razı olmaz. Eli vicdanında olan hiçbir kimsenin de buna müsaade etmemesi lazım. Tabii burada siyasi parti mensuplarını ayrı tutuyorum. Onlar mensubu oldukları partileri desteklesinler ama yalan ve iftiradankaçınsınlar

Selametle

Yazarın Yazıları