Nimet ER
  • 14/06/2017 Son günceleme: 14/06/2017 23:20
  • 9.659

Yazılanın da bir kaderi var!

Yine olan bitenin hicabıyla rafa giden bir yazı yerine bir gayret yenisini yazmaya muradım var, lakin kelimeler zihnimde cirit atıyor da hislerimi tarif edecek bir sırayla dizilmiyorlar. Madem halleşiyoruz şuracıkta, bu yazının da kaderini bilin istedim.

Yazarken fark ettim ki; bizim en büyük sınavımız basit olanı hafif ve faydasız görmemizde. Niyesini sormayın, zaten sözün çoğunu huzurunuzda  kendime yazanım zira! 

Demem o ki; insan neye inanıyorsa ya da inanmıyorsa hayatının ölçüsünü ona göre entazelemeli. Zevkleri, beğenileri, istekleri, hayalleri, gayreti, tercihleri... Hasılı ne varsa insana ve yaşamına dair her şeyin mihengi  'O' olmalı.

Hangi çağda olursak olalım, üretilen kültür ile kan uyuşmazlığı çekmeden yaşamak halidir bu.

İnanmanın inceliği de tam burada tecessüm ediyor. İncelik kelimesini bilerek kullanıyorum hatta "hayatın ahengi" de diyebilirim rahatlıkla.

Zira yaşanılan tüm o buhran, hır - gür ve çatışma (ki çatışmanın modern ve Batı'ya özgü bir kavram olduğunu bilerek zikrediyorum)  bu ahengin bozulmasından kaynaklanıyor. 

Düşünsenize!

İnandığı gibi yaşayamayan, yaşadığına inanmayan, 

Olduğu gibi görünmeyen, göründüğü gibi olamayan insanların ölçüsüzlüğünü, haliyle ölçüsü, biçimi ve değeri olan hiçbir düzen kabul etmeyecektir.

 

Evet güzel yaşamak bu kadar basit işte. 

Neye inandığını bilmek, bildiğine göre yaşamak... Vücut bütünlüğü ile yaşamak hem de! Her bir uzvun ve bünyemizde olan her bir insani duygunun aynı şeye iman etmesi gibi bir basitlikten bahsediyorum.

Fikrine zikrin eşlik etmeli yani.

Kalbin Allah'a ve kitaplarına inanırken 

Kızgınlığın ve öfken ateşe tapmamalı mesela!

Amişler dahi bu basitlikle kurabildiği için hayatını ve düzenini hala bir topluluk olarak varlığını sürdürebiliyorlar.

Parça-  bütün meselesi bu! Bigane kaldığımız her parça eksiğimiz olacak bu böyle biline...

Çoğu zaman konuşurken bu dünyaya ait olmayan şeylerden bahsediyormuşum gibi bakan gözlere ben de aşinalığımı sorguluyorum artık! Ne vakit tanış olmak, uzaklığın ölçüsü oluverdi bilmiyorum! 

İnsan nasıl olur da yaşadıklarından, gördüklerinden ve duyduklarından bigane bir ömür tüketir? Neyse

Tüm bunları aklım alsa dahi, gönlüme sığmıyor işte. 

Düşünmeyi bırakan insan düşüyor. Her anlamda bir "düşkünlük" bu!

Başkalarının himmetiyle yaşamak, biçimlenmek... 

Siyasi, sosyal ve dini bir düşkünler ordusu oluyoruz da fark etmiyoruz bile.

Yahu Ramazan'dan feyiz almak dahi "feyizli hocaların" desteğine kalıyorsa ne haddime dini İslam’ın dünya üstündeki nizamını konuşmak! 

Nihayetinde dünya "geçilmesi gereken bir köprü ve yorumlanması gereken bir rüya" değil miydi büyüklerimize göre. Köprü ve rüya metaforunu kullanabilen bir irfan ile hangi çağ  geçilmezdi  Allah aşkına! 

Hangi yoldan yürüyeceğini bilmeyen kadar bedbaht biri var mıdır bilmiyorum! 

Ama bedbaht olduğumuzun farkında olmadığımızı biliyorum artık!

Kötülüğe hizmet etmek yerine  yeryüzünün en masumları "çocuklar" için halden düştüm yine!

Nasıl  söyleyeceğimi bilemediğim için söylenip durdum farz edin...

Belki diyorum; kederin de kaderi vardır kim bilir

LAL:

Bazen ve (benim için) çoğu zaman kelimeler de sükuta dahil...

Yazarın Yazıları