A. Raif ÖZTÜRK
  • 11/09/2014 Son günceleme: 08/11/2014 23:11
  • 5.818

Hiç unutamıyorum. 1999 Marmara (Gölcük-Adapazarı) depremi sonrasıydı. Sanki Kıyametin bir nevi hatırlatmasıydı.

Yüzlerce binalar, fabrikalar, seralar, çiftlikler yerlere serilmişti. 16 Ağustos’ta milyarder olanlar, 17 Ağustos’ta tamamen MUHTAÇ duruma düşmüşlerdi. Dün Kur’ân kursuna bağış yapmayı reddeden tanıdık bir zengin bile, o gün bir tas çorba için, (o Kur’ân talebelerinin hizmet ettiği) o uzun kuyruklarda saatlerce bekler duruma düşmüştü…

Biz de İstanbul’dan, Boğaziçi Nurkent Yapı Koop. Başkanı Alaattin bey ile bir minibüs dolusu erzak, giyim ve ev eşyası ile Adapazarı’na gitmiştik. Çeşitli engelleme ve zorluklara rağmen, çok mağdur bölgelere yardımlarımızı ulaştırdık. Geriye kalan vaktimizi de o bölgede araştırma yapmakla geçiriyorduk. Sıcak yemek kuyruğunda milyarder bir tanıdığımıza rastladık. Yemek sırasında ve sonrasında uzun uzun dertleştik. Daha doğrusu, biz onun taptaze dertlerini dinledik. Fabrikasının da evlerinin de yerle bir olduğunu, kendisinin o gece başka bir şehirde bulunduğunu, evinden hiç sağ çıkan olmadığını öğrenince, metanetine çok şaşırdık. Taziyelerimizi ve tesellilerimizi yapmaya çalıştık ve nihayet biz İstanbul’a döndük.

Aradan birkaç hafta geçmişti ki, bu milyarderlikten yoksulluğa düşen, hatta tüm ailesini kaybeden kişiyi bir türlü unutamıyorduk. Alâattin bey ile onu aramaya ve ziyaret etmeye karar verdik. Şehrin dışında, zaman zaman kafa dinlemek ve dinlenmek için yaptırdığı, tek katlı ve bahçeli küçük bir evde bulduk kendisini. Bizlere; “Burası sonradan aklıma geldi, burasının zarar görmemiş olmasına sevindim ve şimdilik burada kalıyorum” Diyebildi. Fakat bizlerle hep yere bakarak konuşuyordu. Yüzümüze bakamıyordu. Israrla kendisine sorduk:

-“Mehmet bey, herkesin durumu yürekler acısı, fakat sizin durumunuz bize daha ilginç geldiği için biz seni merak ettik. Size yardıma geldik. Ölenler geri gelmez ama sen kendini toparlayabilirsin. Ne olur bize söyle, senin için yapabileceğimiz şeyler mutlaka vardır.”

  • Saygıdeğer dostlarım. Buraya kadar anlattıklarım bir girizgâh idi. Benim sizlere anlatmak istediğim çok önemli ve çok ilginç olaylar şimdi başlıyor. Bu ısrarlı sorumuz ve taleplerimiz üzerine, Mehmet bey çok derin nefes alarak anlatmaya başladı.

-“Allahtan c.c. gelen bir musibete ağlıyoruz, sızlıyoruz, fakat mecburen tahammül ediyoruz ve hazmetmeye çalışıyoruz. Hatta o zenginliğin içinde boğulduğumu, tamamen boş yaşadığımı şimdi anlamaya çalışıyorum. Buraya taşındığımdan bu yana, her sabah temiz hava almak için bahçeye çıktığımda, bahçe kapısının iç kısmına asılmış bir poşet buluyorum. O poşeti açıp baktığımda ise tam benim günlük ihtiyacım olan yiyecek ve malzemelerle karşılaşıyorum. İçinden “..Ben falanım” şeklinde tek bir not bulamıyorum. Bu kişiyi çok merak ediyorum, bir türlü çözemiyorum. Acaba, kapıma bu erzak poşetini KİM bırakıyor?...”

Biz, “..evet Mehmet bey, biz de çok merak ettik. İstersen birlikte yorumlar yaparak, çözmeye çalışalım.” Dedik ve şöyle yorumlar yapmaya başladık:

  1. Meselâ, o kişi sizin bu durumunuzu çok iyi biliyor ve sizi yakından takip ediyor ki, tam sizin ihtiyacınız olan yiyecek ve malzemeleri bırakıyor. Hatırlamaya çalışın…
  2. O kişi sizi çok seviyor ve sizi çok düşünüyor ki, sizi ihmal etmiyor.
  3. O kişi sizin çok merak edeceğinizi de mutlaka biliyor. Kendisini eninde sonunda mutlaka bulacağınızı da umuyor ve bekliyordur. Buna göre düşünmeye çalışın.
  4. O kişi, …..  ……. ..derken, Mehmet Bey birden fırladı ve “HAH, BULDUM… Vayy be, daha önce niçin hiç aklıma gelmedi?” demeye başladı.

Bu ana kadar hiç konuşmayan ve bizimle beraber gelen yol arkadaşımız Hüseyin hoca ciddi bir şekilde araya girdi ve “Bir dakika, bir dakika, beni dinler misiniz?” ..dedi. Bizim yakinen tanıdığımız Hüseyin hocamız, hiç boş konuşmaz, konuşunca da tam yerinde ve altın değerinde konuşan birisi olduğu için, kendisini pürdikkat dinlemeye başladık.

-Arkadaşlar, ben bu kişinin kim olduğunu hiç merak etmiyorum!... Ben neyi çok merak ediyorum biliyor musunuz? Bizler bu dünyaya Mehmet beyin bu günkü durumundan daha aciz ve muhtaç durumda, üstelik de dişsiz bir bebek olarak gelmişken, bizim ağzımıza, tam ihtiyacımızın kıvamında SÜTÜ göndereni, acaba hiç Mehmet beyin bu kişiyi merak ettiği kadar merak ettik mi?...

  • En önemli ihtiyacımız olan oksijeni, ağaç ve bitkilere ürettirip burnumuza dayayanı, SUYU bulutlara yükleyerek, rüzgârlarla ülkelerimize taşıtanı hiç böyle merak ettik mi?
  • Kapkara bir topraktan yüzbinlerce çeşit sebze ve gıdalarımızı, vagonlarla, kamyonlarla ve tırlarla semtlerimize yollayan o Merhametli Zâtı hiç merak ettik mi?
  • Kupkuru odunlardan, kiraz, elma, dut, şeftali, hurma, armut, kayısı v.s. yüzbinlerce çeşit meyveleri bizlere uzatan o cömert Zâtı hiç merak ettik mi?
  • Et, süt, yün, deri, nakliye v.s. ihtiyaçlarımız için bizlere, binlerce çeşit MÛNİS hayvanları musahhar eden O Kudretli zâtı hiç bu kadar merak ettik mi?
  • Binlerce çeşit balığı, göl, nehir ve denizlerden, bizlere sunan O zatı hiç merak ettik mi?

..Mehmet Bey başı önünde sükûnetle dinlerken, birden ayağa kalktı ve iki elini ileriye uzatarak “durun-durun” der gibi, bir vücut diliyle konuşmaya başladı:

-Allah sizlerden razı olsun. Ben 45 sene bomboş yaşamışım. Kapıma 8-10 gündür bırakılan o erzak poşetini merak ettiğim kadar, şu yeni tanıdığım Hüseyin hocamın söylediklerinin hiç birini, hiçbir zaman merak etmemiştim. Bu depremde eğer ben de ölseydim, O yüce Kudreti tanımadan ölecekmişim. Bu huzur ve mutluluğu hiç tadamayacaktım. İyi ki sizleri tanıdım. Hâşâ “iyi ki bu deprem oldu” demek bile içinden geliyor ama korkuyorum, söyleyemiyorum…

Saygıdeğer dostlarım. Bu anekdotu sizlerle paylaşmakta üç maksadım vardı:

  1. Her hayırdan şer çıktığı gibi, her şerden de hayırlar çıkabildiğini te’yid etmek. (Âyet.)
  2. Hüseyin hocamız gibi ferâset sahibi hocalara, çok ihtiyacımız olduğunu idrak etmek.
  3. Bir olaydan istifadeyi, daha geniş kitlelere ulaştırıp, hayırlı dualar almak… Vesselâm.
Yazarın Yazıları