A. Raif ÖZTÜRK
  • 02/03/2015 Son günceleme: 02/03/2015 10:12
  • 6.859

Bugün sizlere, benliğinizde fırtınalar koparacak, kişiliğinizi sarsacak, hayatınıza çeki düzen verdirecek,

Hayret, ibret ve (biraz uzun olmasına rağmen) bir solukta okuyacağınız ve “İşte İslâm âlimi böyle olur” diye hayıflanacağınız bir hatıra arz edeceğim. Eski bir Milletvekili ve komşum olan, Bediüzzaman Hz’nin de hayattaki bir talebesi H. S. Salih Özcan abi onaylıdır…

Yıl 1950, ... Pakistan Milli Eğitim Bakanı Ali Ekber Şah, resmi bir ziyaret için Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin davetlisi olarak Türkiye’ye gelir... Misafir Bakan bir ara, Bediüzzaman Hz.'ni ziyaret etmek arzusunu dile getirir. Milli Eğitim Bakanı merhum Tevfik ileri M.V. Salih Özcan abiyi makamına çağırarak, misafir bakanı Üstad Bediüzzaman'a götürmesini rica eder. Ancak bu ziyarete gidiş ve gelişten kimsenin, özellikle de basının haberi olmasın diye de tembih eder... Misafir Bakanı alarak, hiç kimseye haber vermeden, taksi ile Emirdağ ilçesine giderler. Yolda giderken misafir Bakan Ali Ekber Şah sorar:

“-Üstadın kaç tane taksisi (yani özel arabası) var?”
“-Üstadın hiç taksisi yok! Herhangi bir kente gitmek isterse umumi arabayla gider.”
..der Salih abi. Taksinin içerisini bir sessizlik alır. Biraz yol aldıktan sonra, yine misafir Bakan sorar:
“-Üstadın kaç apartmanı var?”
“-Üstadın apartmanı olmadığı gibi, şahsına ait oturacak bir evi de yoktur.”
“-Mübalağa ediyorsunuz. Ben İstanbul'da sordum, Üstad'ın Türkiye'de bir milyonun üstünde talebesi varmış. Bunun her biri bir lira hediye verse, bir milyon lira yapar. Nasıl olur da, Üstad'ın apartmanı evi olmaz!”
der...

Salih abi: “Üstad Hazretleri, suret-i kat'iyyede (kesinlikle) hediye almaz. Bu hayatının vazgeçilmez bir düsturudur, prensibidir. Kimsenin minneti altına girmek istemeyen bir fıtrata sahiptir. Şimdi gittiğimiz zaman göreceksiniz. Kira ile ahşap bir evde oturmaktadır”, der...

Bu tür konuşmalarla birlikte Emirdağı'na yaklaşırlar. Şehre girecekleri sırada yola çıkarak “dur” işareti veren Üstad'ın hizmetkârı Zübeyir abi görünür. Ve hemen şoföre “dur” denir. Taksi durur. Zübeyir abi yaklaşarak, “Üstad, misafirini bekliyor, buyurun” der...

-“Hareketimizi hiç kimseye duyurmadığımız halde, Üstad kendisine misafir geldiğini nereden öğrendi!” der Salih Özcan abi. Zübeyir abiyi de taksiye alarak, Üstad'ın evinin önünde dururlar. Üstad'ın bulunduğu odaya birlikte girerler...

Bediüzzaman Hazretleri misafirini görür görmez ayağa kalkar ve “Hoş geldin kardeşim Ali Ekber Şah” diyerek, sünnet üzere kucaklaşırlar. Ve yere serilmiş olan mindere bağdaş kurarak, otururlar... Ne bir koltuk ve ne de doğru dürüst bir halı vardır... O kadar mütevazı bir eve gelmesi bakanı hayrette bırakır... Üstad'ın Ali Ekber Şah'ı ismiyle karşılaması da oradakileri hayretler içerisinde bırakır. Sonradan, içlerinden “Bu, bal gibi üstad'ın kerametidir” dedikleri öğrenilir...

Ali Ekber Şah, Pakistan ulemaları ile birlikte, İslam'ın mukadderatına dair, 70 sual (soru) hazırlamıştır. Bu suallerin listesini cebinden çıkartarak, sorma fırsatını bulamadan, Üstad Hz. Ali Ekber Şah'a hitaben:

“Ali Ekber Şah kardeşim, sizin hatırınıza şöyle bir sual gelebilir. Biz o meseleyi Risale-i Nur'un falan yerinde şöyle hallettik” diye diye, Ali Ekber Şah'ın sormak istediği bütün sualleri tatminkâr bir şekilde cevaplandırır...

Bu hali gören misafir Bakan, sevinç gözyaşları dökerek, öpmek için Üstad'ın ellerine sarılır ve hıçkırarak: “Efendim ben burada bir hafta kalmak istiyorum. Bana ders verir misiniz?” der...

“-Ben siyasetçileri kabul etmem. Sizi bu defa kabul ettim. Bir daha da kabul etmem. Fakat size verdiğim bu ders, yirmi senelik bir derstir... Seni yirmi senelik bir talebem olarak kabul ediyorum .” der… Bakan, Üstada bu kez sitemkârane:

-“Türkler sizin kıymetinizi bilmiyorlar. Ben sizi Pakistan'a götüreyim. Size orada bir villa tahsis edelim... Yüksek bir maaş bağlayalım... Koca üniversiteler ve medreseleri emrinize verelim, orada istediğiniz gibi hizmet edersiniz... Bakın size burada zulmediyorlar, zehirliyorlar, hapislerden hapislere atıyorlar... Ne olur bizimle gelin” der... Üstad:

-“Hayır. Yara burada başladı, burada tedavi görecek. Bu millet bin sene Âlem-i İslam'ın bayraktarlığını yaptı. Bundan sonra da yapacak. Ben, eğer şimdi Mekke'de, Medine'de olsaydım, bu hizmet için buraya gelmeye, kendimi mecbur bilirdim.” der...

Misafir Bakan çok üzülerek izin ister ve otele döner... Üstad'ın “siyasetçi olduğunuz için sizi ikinci bir defa ziyaretime kabul etmem” sözüne çok müteessir olan Bakan, o gece uyuyamaz, yatağın içinde durmadan hıçkıra hıçkıra ağlar... Üstadı bir daha görememek endişesi onu ziyadesiyle üzmüştür...

Ertesi gün Ankara'ya müteveccihen hareket hazırlığı içerisindeyken, Zübeyir abi gelerek, “Üstad misafirini yolcu etmek için geliyor” der. Bu tebşirat (bu müjde) sayın Bakan'ı o kadar sevindirir ki; “Hani, nerede, sahi geliyor mu?” diyerek sevincinden ne yapacağını şaşırır... Bu sırada Üstad hazretleri teşrif eder. Taksiye üstadı ve Zübeyir abiyi de alarak hareket ederler. Kasabanın dışına çıktıklarında Üstad :
“-Biz burada inelim” der. Taksiden inerler. Vedalaşma faslındayken Ali Ekber Şah bir paket çıkararak: “Efendim, bu kumaşı özel olarak sizin için Pakistan'da dokuttum. Lütfen kabul buyurmanızı ve bir elbise yaptırmanızı rica ediyorum .” Üstad:

-“Ali Ekber Şah kardeşim, hediyeni aldım, kabul ettim. Bende size hediye ediyorum. Benim namıma kendiniz elbise yaptırarak giyin.” der... Ali Ekber Şah her ne kadar ısrar ettiyse de değişen bir şey olmaz. Kumaşı gerisi geriye almak mecburiyetinde kalan Bakan, bu defa bir kese altın çıkararak: “Üstadım bu altınları Pakistan'dan sizin için getirdim. Lütfen bunu kabul buyurun” der. Üstad:

-“Ali Ekber Şah kardeşim, aldım, kabul ettim. Bende size hediye ediyorum. Siz harcayın.” Der... Bu defa misafir Bakan altınları alması için çok fazla ısrar eder. Zübeyir abi müdahale ederek:
“-Efendim, fazla ısrar etmeyin. Üzüyorsunuz. Üstadın bu düsturunu bozması mümkün değil” der...

Ali Ekber şah, gözyaşlarıyla Üstad dan ayrılır... Bir İslam âliminin bu kadar yoklukla, servetten bu kadar uzak yaşaması, ona teklif edilen altın ve hediyeleri kabul etmemesi onu derinden etkiler... Ankara'ya gelir, Ankara'da bir beyanatta bulunur. Uzun olan beyanatın sadece özet anlamı aynen şöyledir:

“Ben kırk senedir Âlem-i İslam'da aradığımı, Türkiye'de buldum. Bediüzzaman yalnız bu milletin değil, bütün İslam Âleminindir. Ondan Âlem-i İslam'ın mukadderatına dair pek çok soracaklarım vardı. Bütün müşküllerim, kendileriyle görüştüğüm birkaç saat içinde halledildi. Şimdi memleketime büyük müjdelerle dönüyorum. İslam âleminde birçok büyük hizmetler başarmış, faziletli ve yüksek âlimler gelip geçmiştir. Bunların çoğu mükâfatını, ya mülk ve servet yahut şeref ve şöhret şeklinde elde etmişlerdir. Hâlbuki Bediüzzaman Hz.’nin evinde bugün, yakacak bir lambası dahi yoktur...” (..M. Fidan)

Yazarın Yazıları