A. Raif ÖZTÜRK
  • 05/03/2017 Son günceleme: 05/03/2017 10:14
  • 3.761

Bizlere bahşedilen yeni bir yılın ilk aylarında...

Şu kısacık dünya hayatımızın içinden sadece ortak yönlerimizi mütalâa etmek, yani hepimiz için %100 mukadder olan ‘mazi ve istikbalimizi’ özetlemek istiyorum. Şöyle ki:

Her birimiz çok net olarak görüyoruz ki; insanlar doğuyor, bir süre bebeklik, çocukluk ve bir dizi eğitim süreci geçiriyor. Bir meslek sahibi oluyor, bazen başarılar ve terfîler alarak, bazen de iflâs ve tökezlemeler yaşayarak olgunluk yaşını tüketiyor. Emekli oluyor, yaşlanıyor ve nihayet, fırtına gibi sür’atle geçen bir ömür sonunda insan istese de-istemese de ÖLÜYOR.

Bu süreç hiç değişmiyor ve binlerce yıllardan beri de yüzlerce kez tekrarlanarak, devam edip gidiyor. Meselâ şu bulunduğumuz şehir, 80-100 senede bir doldurulup boşaltıldığına göre, kim bilir kaç kez, mezaristana devir daim edilmiştir. Bizler de sıradayız ve bâzen yaşlanınca, bazen de genç ve orta yaşlarda veya ansızın bu ölümü mutlaka tadacağız…

Bir başka açıdan baktığımızda; en son yapılan istatistiklere göre her gün 350 000 küsur kişi (yani her saniyede 4 kişi) ölüyor ve kabristana defnediliyor. Şu dünya, sürekli dolup-boşalan bir HAN gibidir. Elbette bu büyük sevkiyat, ASLA gayesiz olamaz. Bütün bu gerçekleri seyreden ve kendisinin de bu çarkın içinde bulunduğunu gören bir insanın, en önemli merakı ve problemi “bu çarkın niçin döndürüldüğünü, bu hanın niçin doldurulup boşaltıldığını, buradan nereye sevk edileceğini öğrenmek ve bilmek olmalıdır”...

Kendisini şu dünya misafirhanesinde bulan her AKIL sahibi kişiler, “Bizleri bu dünyaya KİM gönderdi? Bu dünyaya NİÇİN gönderildik? Acaba buradan NEREYE sevk edileceğiz?” ..gibi soruların cevaplarını mutlaka bulmaya muhtaçtırlar.

Evet, bu konuda birçok fikir, söz, tez, teori oltaya atılmıştır, ancak vahyin ışığında olmayanlar, yani İLÂHÎ olmayanların her biri, yorumdan veya teoriden öteye geçememiştir. Çünkü insan aklı sınırlıdır ve bir PUSULA’nın çevredeki metal ve manyetik alandan etkilendiği gibi, AKIL da çevresindeki olumsuzluklardan ve şeytânî vesveselerden etkilendiği zaman doğruyu bulamıyor. Oysa bu soruların en doğru cevaplarını, Kâinatı da, zamanı da, İNSANI DA, Dünyayı da Yaratan ve şu dünyayı da tüm ihtiyaçlarımızı karşılamamız için envâ-i çeşit rızıklarla donatan, canlıların birçoğunu emrimize hizmetkâr eden Yüce Yaratıcı verebilir.  Başka yerlerden doğru cevaplar beklemek, beyhudedir…

İşte O Yüce Yaratıcı da merhameti gereği, Tâ Hz. Âdem AS zamanından bu yana, insanların bu meraklarını gidermek ve onlara doğru cevaplar vermek için, her dönemde insanlara lider ve rehber olan Peygamberler göndermiş. Her Peygambere, döneminin ihtiyaçlarına Rehber ve kılavuz olan Kitaplar ve suhuflar tahsis etmiş. Medeniyet çağlarının başlarında ise en seçkin Peygamberini SAV gönderip, O’nu SAV Kıyâmete kadar gelip geçecek olan insanların tüm sorularına cevap verebilecek kabiliyette hazırlamış. O’nu SAV, insanların huzurlu yaşayabilmeleri için örnek teşkil edecek, sosyal prensipler içeren bir ahlâkla donatmış. O’na SAV, Dünya hayatından sonra sevk edileceğimiz, o uzun yolculuklara ve ebedi kalacağımız menzillerimize hazırlık yapmamızı öğreten mükemmel donanımlı bir kitap, yani en geniş kapsamlı Kur’ânı bahşetmiştir...

Peki, 1400 Küsur sene önce gönderilen SON Peygamber’den sonra, Kıyamete kadar, yüzyıllarca sene devam edecek olan insanlığa bu mesajlar taze olarak nasıl ulaştırılacak? Soğuk iklim ile sıcak iklim veya taşra halkı ile medenî şehir halkı arasındaki ciddi farklara, nasıl kolaylıklar sağlanacak?...

İşte, O Yüce Peygamberin SAV vefatından bu yana da insanlık hayatının huzuru için, çeşitli kıtalardaki iklim şartlarına ve her asrın medeniyet farklılıklarına göre donanımlı olan bu Kur’ân-ı Kerimde, elbette farklı ve âdil hükümler olmalıdır. Yüce Allah; bunları açıklayacak, Peygamber vârisleri hükmünde, özel donanımlı âlimler, kutup imamları, mücedditler ve Bediüzzamanlar görevlendirmiştir. Bu seçkin Zâtların, insanlığın ihtiyacına göre bazen yüz senede bir, bazen de farklı kıtaların farklı iklim şartlarına göre, farklı beldelerde gönderildiğini müşahede ediyoruz…

Peki, asrımızın Müceddidi Kimdir?...

Birinci müceddit Ömer bin Abdüaziz’den bu yana 13’ünü sayabiliyoruz da 14. Yani asrımızdaki Müceddidi, ünlü İslam âlimlerinin her birinin tâbileri, kendi üstatlarının müceddid olduğunu bilmek ve öyle inanmak istiyorlar. Bizler de hiç birine itiraz etmeden, ciddi araştırmalar yapan binlerce ehl-i tahkik, akademisyenler gibi, 1880’lerde dünyaya gönderilen, fotoğrafik hafızaya sahip olup, delikanlılık yıllarında 80 ayrı ilim dalındaki ciddi eserleri ezberleyen, o yıllarda onlarca ünlü âlimlerle münazara sonrasında kendisine Bediüzzaman unvanı verilen bir zata odaklanıyoruz. O’nun Ruslarla savaşırken cephede yazdığı İşâratül İ’câz eserine ve diğer 14 ciltlik eserlerine bakıyoruz. Peygamber vârisi gibi yaşantısını hayretlerle izliyoruz. Deccal mesabesindeki (İng. Müsleml. Nâzırı vb.) tüm din düşmanlarının ona saldırmalarını da bir nevi te’yid mesabesinde görüyoruz.

Hatta malumunuz olduğu üzere; şu fitne asrımızın başlarında; rasyonalizm (akılcılık), pozitivizm (olgu ve sadece görünen âlemci) ve nihayet Marksizm’le zirveye ulaşan materyalizm, dünyayı büyük bir buhranın içine sokmak üzereydi. Vahiy ile aklın çatışmadığını gösteren, insana “aklını vahiy ışığında nasıl kullanacağını öğreten”, nereden geldiğini ve nereye sevk edileceğini anlatan, Yüce Yaratıcının karşısındaki durumunu tekrar gözden geçirmesini telkin eden büyük bir ÂLİM ve müceddit bir zât olan Bediüzzaman Said Nursi Hz., şükürler olsun ki kararan asrımızı ziyadesiyle nurlandırmıştır. Yeter ki ondan, gerektiği gibi ve ciddiyetle yararlanmasını bilelim…  

NOT: Hem dünya hayatımızı, hem de berzah ve EBEDÎ hayatımızı ilgilendiren bu çok ciddi konumuzun devamını, köşe yazısı sınırlarını zorlamamak için, bir sonraki yazımıza havale ediyorum…

Yazarın Yazıları