A. Raif ÖZTÜRK
  • 24/10/2016 Son günceleme: 24/10/2016 18:35
  • 11.629

1980’de bir teknik araştırma için İngiltere’deyken, yaşlı bir gemiciden çok ibretlik bir hikâye dinleyerek arşivime kaydetmiştim.

O zamanlar da çok ilginç geldiği halde, gençlik aklıyla fıkra gibi dinlediğimden tam anlam verememiştim. Meğer bu hikâyenin anlatılma ve ibret alma zamanı, hepimiz için tam da bu günler imiş. Belki sizce de bilinen o ibretlik, ilginç ve bir o kadar da acımasız hikâye şöyleydi:

“..Eski gemiler genellikle ahşap olduğu için çok fare barındırıyormuş. Bu farelerden kurtulmak için birçok fare kapanı, tuzak, yapışkan veya zehir kullanıldığı halde hem tam netice alınamıyor, hem de muzır yan etkileri de oluyormuş. Oysa İngiliz gemilerinde bu sorun hem yan etkisiz, hem de daha garantili olarak halledilirmiş. Nasıl mı? İşte o sinsi metod:

Önce bir tane fareyi canlı yakalıyorlar. Sonra o fareyi boş bir teneke veya varil içine koyup günlerce aç bekletiyorlar. Tam açlığın zirvesindeyken, yakaladıkları küçük bir fareyi o tenekenin içine atıyorlar. Açlıktan gözü dönmüş olan fare, o küçük fareyi hemen yiyor. Birkaç gün daha aç bırakıyorlar ve yine o ilk küçük fareden biraz daha büyüğünü, aç farenin yanına atarlar. Böylece gittikçe daha büyük fare atarak, o fareyi aylarca beslemek suretiyle semirtirler. Yani diğer fareleri her gördüğünde kolayca yiyebilecek büyüklükte ve cesamette bir canavar haline getirirlermiş. Diğer fareler ise o fareyi gördüklerinde, nasılsa “KENDİLERİNDEN biri” gibi görürler ve hiç sakınmazlarmış. Geminin her ünitesine böyle bir metotla hazırladıkları fare cinsinden canavar tuzaklar kurdukları için, daima başarılı oluyorlarmış…”

Bu hikâyeyi niçin bugün anlattığımı belki de hemen anladınız, fakat ben yine de tekrar edilmesinin faydalı olacağını düşünerek arz edeceğim:

Aynı İngilizlerin, aynı SİNSİ TUZAKLARI maalesef, yutmak istedikleri İslâm ülkeleri için de AYNI şekilde ve özellikle müttefikâne (diğer şer ülkelerle birlikte) uygulanılıyor. Yani, sırasıyla yutmak istedikleri ülkeden, fıtratı ve kabiliyetleri müsait olan DİN ADAMLARINI öyle veya böyle ikna ederek besliyorlar, büyütüyorlar, semirtiyorlar ve o ülkenin insanlarına şirin göstermek için en çok ulaşabilecekleri ve maddeten destekledikleri televizyonlara çıkarıyorlar.

Diğer yandan ise uzun yıllardan beri de alt yapı olarak servis ettikleri sinsi diziler ve filmlerle veya başka etkinliklerle uyuşturdukları halkı da, kolayca bu tuzaklarına düşecek hâle getiriyorlar. Medreselere, tekkelere, zaviyelere, imam hatiplere ve bütün dînî eğitimlere yasaklar getirerek Dinden de uzaklaştırdıkları halkı, bu çakma din adamlarıyla yanıltmaya yani zehirletmeye başlıyorlar. Tuzaklamanın ilk zamanlarında, hem Yüce Rabbimizin kesin bir emri olan, hatta Müslüman kadının sembolü olan başörtüsü için “TEFERRUAT” dedirterek, halk nazarında bir burç yıktırılıyor. 28 Şubat sürecinde başörtülü kızlara, “Başınızı açın, üniversitelere girin” dedirtilmiştir. İslam’da kesinlikle haram ve yasak olan YALAN, iftira, hırsızlık ve dikiz, kendi hedeflerine ulaşma adına tamamen câiz gösteriliyor.

“CEBRAİL A.S gelse, parti kursa, kusura bakma, ben senin kurduğun partiye girmem” dedirtildiği halde, en sinsi bir şekilde paralel devlet kurdurularak, iki kez darbeye teşebbüs ettiriliyor. Din adamı kisvesinde olduğu halde, İslâm kıyafetiyle (başörtüsüyle) meclise giren bir milletvekilini meclisten kovan bir başbakan için “Bana bir şefaat hakkı verilse, falan kişi için kullanırım” dedirtiliyor. Buna mukabil ise o günün en dindar Başbakanına ve ekibine kanları donduran kin ve nefretle beddua seansları tertip ettiriliyor...

Filistin’deki mazlumlara insani yardım götüren Mavi Marmara gemisinde şehit olan 9 kardeşimize hiç acımadan, “Otoriteden neden izin almadı?” dedirtiyorlar. Hükümeti ve İHH mensuplarını suçlatıyor, terörist bir çete olan, devlet dahi olmayan İsrail için, “OTORİTE” dedirterek meşru bir devlet gibi göstertiliyor...

Elbette kısmen özetlediğimiz bu rezaletleri sergileyen FETÖ tahmininiz doğruydu, ancak onunla asla yetinmemişler. 2023’te iade edilmesi gereken haklarımızı geri vermemek için, coğrafi bakımdan ve tabîi zenginliklerimiz bakımından her zaman ağız şapırdattıkları güzel ülkemizi işgal etmek için, her zaman B., C., D., ..ve birçok planları da var. İşte bunlara da bir nebze dikkat çekmek istiyorum. 15 Temmuz 2016’daki o menhus ihanetlerini bu aziz millet püskürtünce, bir de bakıyoruz ki, diğer fetöcükleri sıradaymış meğer. Şöyle ki:

Son zamanlarda TV’larda arz-ı endam eden, şimdilik birer FETÖCÜK olduğu anlaşılan birtakım din adamı kisveli ve İlâhiyatçı görünümlü kişiler, Yüce Dînimize zarar verecek yanlış fetvalarla ve bu kabilden tahmin edemeyeceğiniz kadar çok zararlar vermektedirler.

Yukarıdaki sinsi metotlarla semirtilen bu kişilerin, Yüce Dînimize yaptıkları tahribat ile zayıf îmanlı ve zayıf iradeli kişileri, maalesef İslâm potansiyelinden soğutuyorlar ve kopartıyorlar. Mezheplere, tarikatlara, Risale-i Nur ve diğer tüm İslâmî cemaatlere çamur attırıyorlar. Hadîsleri, sünnetleri, mezhepleri hatta birçok âyetleri bile inkâr sadedinde fetvalar veren ilâhiyat mühendislerini (!) sizler de yakinen biliyor ve izliyorsunuz.

Eş zamanlı olarak da halkı ‘doğru dini eğitimlerden mahrum bırakmak için’, emri altındaki bazı mimli kurumları, AYM’sine koşturduklarını da elbette hep beraber görüyoruz.

Fakâat, bizler bu sinsi tuzakları bilerek dik durursak, 15 Temmuzdaki gibi devletimize sahip çıkarsak, bakınız netice nasıl olacak?!... Çok net bir müjde, Enfâl Sûresi, 30. Âyet:

Hani o inkâr edenler seni yakalayıp zindana atmak veya öldürmek yahut yurdundan çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Oysa onlar tuzak kurdukça, Allah da onların tuzağını başlarına geçiriyordu. Zira Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır…” Başka söze ne hâcet?

Yazarın Yazıları