Av. Ferda KAZANCIBAŞI
  • 01/01/1970 Son günceleme: 21/01/2013 23:11
  • 75.216

Şimdiye kadar genel konulara değindiğim yazı akışı içindebu kez de hayatımda karşılaştığım özel olayları siz okurlarımla paylaşmak ve emanetimdekileri sizlere aktarmak istiyorum.

Dolmabahçe’de Mustafa Kemal Atatürk’ün önünden saygı geçişine katıldım.

1938 yılında altı yaşında idim. Babam elimden tuttu ve beni Dolmabahçe Sarayı’na götürdü. Ben de Atatürk’ün önünde saygı geçişine katılan izdiham halindeki büyük kalabalığın arasında yer aldım. Ağlayanlara ve dört bir tarafta düşüp bayılanlara tanık oldum. Yeryüzü’nün tüm mazlum ülkelerine bağımsızlık ve milli bilinç ışığını veren mübarek Atam’ı ve silah arkadaşlarını rahmetle anıyorum.   
 
Behçet Kemal Çağlar’ı gördüm
 
1952/1953 Eğitim Öğretim Dönemi esnasında Kabataş Erkek Lisesi’nde yatılı öğrenciyim. Bir gün bizleri konferans salonu anfisinde topladılar ve Şair Behçet Kemal Çağlar ile tanıştırdılar. Sahnedeki duruşu bu gün gibi gözlerimin önünde. Ayakta bizlere hitap ediyor. İki kolunu önden kavuşturmuş ve biraz da belini arkaya kırarak kendisinden emin bir şekilde (Her Türk’ün özünde bir aslanlık ruhu yattığı gibi şairlik ruhu da yatmaktadır) diye söze girişi ve asker mektuplarından nefis örnekler verişi bu günkü gibi gözlerimin önünde. Nur içinde yatsın.
 
Aşık Veysel’i gördüm
 
Aynı yıl on beş gün sonra Kabataş Erkek Lisesi’nde bizleri konferans salonuna toplayıp Aşık Veysel Şatıroğlu ile tanıştırdılar. Aşık Veysel’i sahnede kendisine buyur edildiği sandalyesine oturmuş ve kucağına çektiği sazı ile gördük. Bire bir kendisini kendi sesi ile izledik.
        (Karnın yardım kazmaynan belinen, Yüzün yırttım tırnağınlan elinen, Yine beni karşıladı gülünen. Benim sadık yarim kara topraktır) sözleri, o toy ve uçarı çağlarımızda dahi bizleri çok etkilemiş derin izler bırakmıştı. Karanlıkları aydınlatan ozanımıza rahmetler diliyorum.
 
Osmanlı Rus Savaşı’nın Aziziye Tabyası kahramanı
Nene Hatun’u gördüm
 
1955 yılında (41) dönem Piyade Yedek Subay Okulu’ndan mezun olduktan sonra kıta görevi olarak Erzurum’a kura’yı çekmiştim. Kara tren yolculuğum sona erip Erzurum Garı’na vardığımda günlerden 02 Mayıs 1955 pazartesi idi. Palandöken eteklerindeki (11)’nci Bölükte sekiz günlük hizmetimden sonra 11 Mayıs 1955 günü şehir merkezindeki (29 Tümen)’e Spor Subayı olarak atandım. O dönemler üniformamın pantolonunun bıçak gibi ütülü olmasına çok özen gösterir, buruşmaması için her önüme gelen yere oturmamaya dikkat ederdim.
        Bir gün Ordu Evin’den çıkmış Cumhuriyet Caddesinde Çifte Minareler yönünde yürürken duvarın dibinde oturmuş güneşlenmekte olan Nene Hatun’u gördüm. Subay Üniformamla  pantolonunun bıçak gibi ütüsüne aldırış etmeden derhal karşısında yere diz çöküp benden çok üst rütbeli Aziziye Tabyası Kahramanı’nın elini öptüm. İyi ki öpmüşüm. Kısa bir süre sonra ölüm haberi şehirde yayıldı. Nur içinde yat Aziziye Kahramanı Nene Hatun.      
 
Amerikan Subayına omuz attım
 
Halter, barfiks, yer jimnastiği, atletizm, futbol ve güreş dallarında baş edilmez fizik gücüne sahip oluşum, aynı zamanda boğaz çocuğu olmanın özellikleri sebebiyle Erzurum’da 29 Tümen’e Spor Subayı olarak atandım. Seksen yedi kişilik spor bölüğüm ile Kara Kuvvetleri düzeyindeki tüm müsabakalarda 29 Tümen’i başarıdan başarıya koşturuyordum.
 
 
Bu esnalarda Karargah içinde bana garip gelen bir duruma tanık olmaya başlamıştım. Üst kat koridorun ortasında boydan boya kırmızı renkli yol halısı vardı. Yaklaşık 1.90 boyundaki bir Amerikan Subayı kırmızı renkli yol halısı üzerinde yürürken Türk Subayı ile karşılaştığında yol vermez ve küstahça Türk Subayı’nı kenara çekilmek mecburiyetinde bırakırdı. Bu durum çok fenama giderdi.
          Bir gün Amerikan Subayı ile daracık aynı kırmızı yol halısı üzerinde karşı karşıya denk düştük. Uzaktan bana doğru yaklaşırken alışık olduğu gibi benim de kenara çekilip yol vereceğimi bekliyordu. Ben ise Türk Subayı olarak hiç de kenara çekilip yol vermeye niyetim yoktu. Bir birimize giderek  yaklaşıyorduk. Aynı noktaya geldiğimizde Amerikan Subayı’na öyle bir omuz koydum ki koskoca 1.90 boyundaki yarma gitti duvara çarptı. Çünkü Milli Onurumuz vardı. O günden sonra Amerikan Subayı, en başta ben olmak üzere karargahta her gördüğü Türk Subayı’na kenara çekilip yol vermeye başlamıştı.
                       
Europe Transatlantiğinde ki ikramları ret ettik
 
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yazılı takdirname ile ödüllendirdiği, ülkemize gelen turistler üzerinde ve ülkemiz hakkında olumlu izlenimlerin oluşturulduğu gösterilerimizden biri de 25 Mayıs 1982 Salı tarihli Europu Transatlantiği’nin limanlarımızdan uğurlanış gösterisi idi. O gün ben Silifke ekibinde idim. Turistler bizleri ikinci defa salona davet edip tekrarını istemişler ve soyunma odalarımıza kadar girip bizleri tebrik etmişlerdi.
        Gösterinin bitiminde çok acıkmış ve hararet bastırmıştı. Garsonların ikram hazırlıkları esnasında şef garsonun elemanlarına talimat verirken bakışlarından (İşte bunlar Türk, verin de gözleri doysun) mesajını yakaladım. Derhal öğrencilerime dönüp baktığımda onlar da aynı mesajı yakalamışlardı. Hep birlikte (Teşekkür ederiz. Karnımız tok) diyerek ikramları ret ettik. Çünkü Milli Onurumuz vardı.                 
 
Cerrahpaşa Hastanesi hastalarına moral gösterisi
 
Europe Transatlantiği gösterisinden on beş gün sonra dır ki  Cerrahpaşa Hastanesi hastalarına moral gösterisine gittik. Ben Bitlis ekibinde idim. Gösterinin bitiminden sonra çok yorulmuş ve hararet bastırmıştı. Hastanenin müstahdemi bizlere merdiven altına yerleştirilmiş çay ocağından tepsi dolusu çaylar ikram etti. Müstahdem tarafından bizlere ikram edilen ikinci tepsi dolusu çayları da kabul ettik. Çünkü o bizdendi.
Yazarın Yazıları