Prof. Dr. Faruk ŞEN
  • 30/07/2016 Son günceleme: 30/07/2016 13:29
  • 6.409

Türkiye 15 Temmuz’da tarihinin en güç dönemini atlattı.

FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) ‘nün yapmak istediği askeri darbeyi Türkiye son anda önledi ve FETÖ’nün ordu içinde bu kadar güçlü olduğunu ilk defa herkes gördü. FETÖ Hareketi’ni hiç kimse fazla ciddiye almamıştı.  Belirli branşlarda çok etkili olmuşlardı; siyaset açısından milli eğitimde ciddi şekilde teşkilatlanmışlardı fakat  bunun dışında savcılar, hakimler, polisler, kaymakamlar ve valiler arasında da FETÖ’ya dahil olan kişilerin olduğu çok bilinmesine rağmen tam olarak hiç kimse bu büyüklükte olduklarını tahmin etmiyordu.

 Diğer bir gelişme de son zamanlarda FETÖ Hareketi’nin dış işlerinin içine de girdiğinin ortaya çıkmasıydı. Burada ne oranda FETÖ’nün etken olduğunu tahmin etmek güçtü. FETÖ Hareketi Türkiye’de Ergenekon ve Balyoz’la ulusal bilinci olan, Kemalist askerlerimizi ordudan attırmaya başlamış ve bunda da çok başarılı olmuştu. Aynı zamanda sporda da teşkilatlanan FETÖ Hareketi en büyük darbeyi Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe’ye vurmak istemiş, fakat bu darbe çok çabuk geride bırakılarak 1 yıllık bir cezaevi sürecinden sonra Aziz Yıldırım tekrar kulübün başına geçmeyi başarmıştı.

Bütün gözler dış politikada

Türkiye’de dış politika belirli bir süre FETÖ’nün okullarıyla da iç içe girdi. Baktığınız zaman 141 ülkede FETÖ’nün okullarının olması ilk başta herkese iyi gelmiş, böylece İngiltere, Amerika, Fransa, Almanya ve İtalya’nın yaptığı kültür emperyalizmi nasıl bizim gibi ülkelerde okullar üzerinden kendini göstermişse, Türkiye’de bunu okullar üzerinden yapıyor ve bu Türkiye’nin perspektifini açıyor diye düşünmüştük. Fakat olayın böyle olmadığını gördük. Dış işlerinde FETÖ Hareketi’ne belirli ölçüde göz yumuldu. Birçok ülkede, başkentte FETÖ ve dış işleri ister istemez paslaşmak zorunda kaldı. Dış politikada özellikle Afrika’da FETÖ Hareketi’nin çok yayıldığını ve yepyeni bir politik girişim gerçekleştirdiğini  gördük. İhracatımız bu ülkelere FETÖ Hareketi’yle artmıştı. Avrupa’da da bunun örnekleri vardı. Dış işleri de ister istemez buna ayak uydurmak zorunda kalmıştı. Olay ortaya çıktıktan sonra FETÖ’nün gücünü Avrupa ve ABD’de de görüyoruz. ABD’de başarılı olan FETÖ Hareketi AB’de de 1995’ten itibaren her ülkeye yayılmış Almanya başta olmak üzere okulları, yurtları ve diğer teşkilatlanmaları ile gelişmişti. 17 yıldır ABD’de etken olan FETÖ her yıl 60.00 öğrencinin öğrenim gördüğü 140 okula sahip. Yalnız Teksas’taki 46 okul için ABD’de olan 250 milyon dolar kaynak alıyor. Bu ülkelerdeki FETÖ Hareketi ülkenin politikacıları ve basın üzerinde de etkili oldular. Şu anda ABD Ve Avrupa ülkelerinde basın Türkiye’ye, hükümete ve orduya saldırıyorsa bu FETÖ’nün o ülkedeki dış politika açısından başarısını gösterir. Bu ülkelerde bu olayları temizlemek belirli bir zaman alacak. Türkiye’nin şu anda ABD ve AB ile olan ilişkileri FETÖ taraftarlarının etkisinden dolayı büyük ölçüde darbe almış durumda. ABD’de belirli FETÖ yandaşı politikacılar, Almanya’da başta Cem Özdemir olmak üzere FETÖ’yü korumak ve bunları koruma altına alıp sığınma hakkı verme çabasında bulunuyorlar.

FETÖ Hareketi’ne en fazla tepki Rusya’dan

FETÖ Hareketi’ne en fazla tepki gösteren ülke ise Rusya oldu ve Rusya bu konuda kendini korumak için büyük savaş verdi. Şimdi etrafımıza baktığımız zaman Türkiye Rusya ve İsrail gibi ülkelerle dış politikasını geliştirir ve dostluk ilişkilerine girerken AB ve ABD’de dış ilişkiler açısından büyük ölçüde yara almış durumda.

Bu yaraları iyileştirmek biraz zaman alacak. Alman Basını Türkiye’ye Tayyip Erdoğan hükümetinin politikalarına ateş püskürüyor. Bir yerden yönlendirilen AB Basını artık tamamen Türkiye’yi kendi vatandaşlarına düşman resmi olarak sundu. Eskiden AB ülkelerinde düşman resmi Rusya ve Putin iken şimdi bu resmi Tayyip Erdoğan oluşturuyor.

Alman Basını’nda Türkiye karşıtı haberler

Alman Basını’nda Focus Online ve Spiegel Online gibi dergiler veya başka online haberlerin çoğu Türkiye’ye yönelik… İnsan ister istemez soruyor:’’ Kendi ülkelerinin gündeminde onları ilgilendirecek bir gelişme yok mu? ‘’diye. Bu yüzden Dışişleri Bakanlığı’nın bu meselelerde çok girişken olması ve o ülkelerdeki basın kuruluşlarını yönlendiren kişilerin arkasında kimlerin olduğunu öğrenip, bu konu hakkında neler yapılabileceğini düşünmesi gerekir.

Taraflı ve belli ölçüde satın alınmış basını veya Avrupalı politikacıları kazanmak güçtür, fakat namuslu, satın alınmamış, objektif yayıcılık yapan gazeteciler ve politikacılara yönelik kazanım amacıyla yeni bir çalışma yapılmalıdır.

Rusya, İsrail gibi ülkelerle ilişkilerimiz düzelirken, ABD ve AB ülkeleriyle baş aşağı giden ilişkileri onarmak lazım. Türkiye tüm bu gelişmeleri hak etmedi ve bu sebeple yeni bir dış politika ve yeni bir dış basın koordinasyon esastır. 

Yazarın Yazıları